Ekonomik krizde ikinci dalga
Ekonomik çöküşler panikle başlar. Hükümetlerin ekonomiyi taşıdıkları kritik eşikten geri çevirmeleri, yanlışlarını kabul etme ve teslim olma anlamına gelir ve bu nedenle yapamazlar. Tasarruf sahibi tasarruflarını kaybetmekten korkar ve tüm toplum panik yaşar. Türkiye böyle bir kritik eşiğe geldi.
Yerli ve yabancının tek sorusu ''Türkiye batıyor mu?'' sorusudur. Burada batmak sözü şirketlerdeki iflaslara benzetiliyor. Genel olarak ekonomik buhranların vülgarize edilmiş adıdır.
Aslında devletler batmaz. Ağır krizlerde olan halka olur. Krizler finans sektöründe ortaya çıkar, ama sermaye piyasasının çökmesi, kur şokları reel sektörde iflaslara neden olur. Sonuç işsizlik ve yoksulluktur. Yani ceremesini halk çeker.
Türkiye batma eşiğine bağıra bağıra geldi. Bunu dünya duydu, yorumladı, halk işsiz kaldı anladı ve fakat kabul etmeyen bir tek siyasi iktidar kaldı. 2009 finansal krizinde de Türkiye'yi daha fazla etkilemişti. O sene;
Dünya Ortalama Büyüme Oran : Yüzde -1,6
Gelişmekte Olan Ülkeler Ortalama Büyüme Oranı; Yüzde 1,9
Türkiye Büyüme Oranı; Yüzde - 4,7, olmuştu.
Dahası işsizlik oranı da yüzde 14 çıkmıştı. O gün Başbakan olan Sayın Erdoğan ''kriz Türkiye'yi teğet geçti'' demişti, Saçını, başını yolan iktisatçıların sesini halk duymamıştı.
Siyasi iktidar bugün 2009 krizinden daha ileri gidiyor ve sorun yok diyor.
Bugünkü kritik eşiğe gelinceye kadar, içeride söylenenlere kulak asan olmadı. İçeridekiler taraf olabilir. Ama uluslararası kuruluşlar taraf değildir. Onların tek derdi, müşterilerine, ülkelerine ve sermayeye doğru bilgi vermektir.
Söz konusu kurumların başında IMF geliyor. IMF 2013 raporunda; "İç talebe bağlı büyümenin enflasyonda bozulmaya ve cari açıkta büyümeye yol açtığını" belirtmişti. Ayrıca devlette yapılan şatafatlı harcamalar için de üstü kapalı ''Bütçeden gerekli olmayan harcamalar yapılmamalı ve ortaya çıkacak tasarruf muhtemel bir kötüleşmede kullanılmak üzere tutulmalıdır.'' şeklinde bir öneride bulunmuştu.
Morgan Stanley Türkiye'yi, 2013 yılında 4. sırada dünyanın en kırılgan ekonomisi, 2017 yılında da ikinci sırada dünyanın en kırılgan ekonomisi olarak açıklamıştı. Bank of Amerika da, 2018 yılında Türkiye'yi birinci sırada dünyanın en kırılgan ekonomisi olarak ilan etmişti.
Üç büyük raiting kuruluşunun üçü de 2016'dan başlayarak Türkiye'nin notunu düşürmeye başladılar. 2018 ve sonrasında Standart and Poor's ve Moody's, Türkiye'yi yatırım yapılamaz spekülatif olarak ilan ettiler.
Ekonomide en büyük sorunlardan birisi de, demokrasi ve hukukta kan kaybı nedeni ile yaşadığımız güven kaybı sorunu oldu.
Freedom House'un 1972 yılından beri yapmakta olduğu ''İnsan hakları ve siyasi özgürlükler endeksinde'' Türkiye, ''kısmen özgür ülke'' statüsünde yer aldı. 2019 raporunda ise durum değişti ve Türkiye, "Özgür Olmayan Ülke" statüsüne geriledi.
Dünya Adalet Projesi'nin (World Justice Project) 2019 yılı Hukukun üstünlüğü endeksinde (Rule of Law Index) Türkiye toplamda 126 ülke arasında 109. sırada yer aldı. Ülkemiz kendi gelir grubunda (üst orta gelir grubu) yer alan 38 ülke içinde de sondan bir önce 37. sırada yer aldı. Kendi bölgesi içindeki (Doğu Avrupa ve Orta Asya) ülkeleri, 13 ülke arasında da sonuncu oldu.
Türkiye'nin bu endekste en kötü durumda olduğu sıra, temel haklar ve hükümeti denetleme ve kısıtlama kriterleridir.
Avrupa Birliği, 17 Nisan 2018 Türkiye Raporu'nda, Türkiye'nin hukukun üstünlüğü, temel haklar ve ifade özgürlüğü konusunda ciddi oranlarda geriye gidiş olduğu belirtilmiştir. Ayrıca, 2017'de Anayasada yapılan bazı değişikliklerin dolaylı yoldan AB kriterlerine uymadığı ima edilmiş ve Türkiye'nin AB'den hızla uzaklaştığı vurgulanmıştır.
2017 sonlarından başlayarak dünyada Türkiye algısı hızla bozuldu. Bu gerçeği o günlerde Başbakan Yardımcısı olan Mehmet Şimşek de dile getirmişti.
Özetle, kriz dalgaları bağıra bağıra geldi.