Eğitim, kalkınmanın ilk şifresidir
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin kalkınması için GSYH''de büyüme gerekli ve fakat yeterli değil. İnsani değerlerin artması, sosyal refahın artması, okullaşma oranının ve eğitimde kalitenin yükselmesi gerekir.
Bu çerçevede, gelecek iktidarları bekleyen temel sorunların başında, demokraside, hukukta, devlette ve eğitimde kurumsal yapının yeniden kurulması geliyor.
Eğitim ve özellikle yükseköğretim, kişilere sosyal statü ve hayat boyu gelir faydası gibi özel fayda; bunun yanında sosyal huzur ve kalkınmayı hızlandırma gibi sosyal fayda da sağlamaktadır.
Eğitimin yatırım vasfını artırmak için yükseköğrenimde ve özellikle teknik eğitimde fırsat eşitliği olmalıdır. Türkiye''de paralı eğitimde fırsat eşitliğinin, belirli bir oranda (yüzde 5 veya 10) burs vermekle sağlanacağı sanılıyor. Bu demektir ki yetenekli olanların yalnızca bir kısmı eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanacaktır. Gerçekte ise yetenekli olanlar ne kadar geniş tabandan seçilirse, eğitimin yatırım vasfı o kadar yüksek olur.
Türkiye de eğitim sistemi, 1990''lı yıllardan başlayarak hızlı bir şekilde siyasi İslam''ın ayağı, Gülen cemaatinin taassubunda kaldı. Bu nedenle adeta bir kültürel düşüş yaşandı. Aslında kültürel düşüş demek bile yeterli değildir. Eğitim sistemi üzüntü verici ve rahatsız edici sorunlar içindedir.
Osmanlı''nın geri kalmasının, idari ve jeopolitik nedenleri olmakla birlikte, temel neden eğitimde ve bilimde geri kalmasıdır.
Türkiye de son yıllarda düşük kalitede eğitim düzeyine geriledi. Bu durumu, OECD PISA testlerinde, Dünya üniversiteler sıralamasında görüyoruz.
Son yirmi yılda özellikle yüksek öğrenim politikasında, eğitimde etkinlik değil, üniversite önünde birikimi önlemek amacıyla popülizm hâkim oldu.
2000 yılında örgün eğitimin toplam ön lisan ve lisans eğitimi içindeki payı yüzde 52,1 iken, 2022 yılında yüzde 32''ye geriledi.
Açık öğretimde mezuniyet oranı ortalama yüzde 7''dir. Dahası mezunları da iş piyasasında tercih edilmiyor. Yani açık öğretimle hem kaynak kaybı yaşıyoruz hem de gençlerimizi kandırıyoruz. Siyasi iktidarlar da üniversite önünde birikimi azalttık diyorlar ve bu işlerine geliyor.
Gerçekte ise; üniversite eğitimi kitabi bilgilerle sınıf geçmek değildir. Üniversite eğitimi süreklilik ister. Üniversite içinde öğrencinin bire bir öğretim üyesi ile çalışması gerekir. Üniversite içinde tartışmalara katılması gerekir. Böylece öğrencinin analiz ve sentez yeteneği gelişecektir.
Dünyanın her tarafında açık öğretim var. Ancak bunlar ev hanımlarına, meslek sahiplerine genellikle işlerinde destek olacak bilgiler verir. Bazıları da çalışmayan ev hanımlarına yöneliktir. Türkiye''de yanlış olan açık öğretimin örgün eğitimin yerine ikame edilmek istenmesidir.
Eğitim sisteminde yapılacak çok iş var; Dördü önemlidir;
1.Eğitimi ideolojik tuzaktan kurtarmalıyız.
Geçmişte, Hitler Almanya''sında ve Sovyetlerde ideolojik eğitimin, toplumları nasıl çökerttiği tarihî gerçeklerdir. Bu nedenle, önce eğitimi popülizmden, ideolojiden uzak insana yapılan bir yatırım olarak (beşeri yatırım) görmeliyiz.
2.Eğitimde işgücü planlaması yapılmalıdır.
Türkiye''de daha kolay ve daha ucuz olduğu için iktisat ve işletme fakülteleri ihtiyaçtan fazla açıldı. Bu nedenle eğitimli olanlar da ve özellikle yükseköğrenimde, bazı dallarda arz fazlası var. Tıp gibi bazı dallarda ise arz eksiği var. Yapılması gereken, iş gücü planlaması yaparak, yükseköğrenimde fakülteleri ve öğrenci sayısını geleceğin ihtiyacına göre planlamaktır. Eğitimde işgücü planlaması yapılmadığı için, Türkiye''de iş gücü verimliliği düşüktür. Oysa İşgücü verimliliği, iktisadi büyüme ile küresel ekonomide rekabet şartlarını belirleyen faktörlerin başında gelir.
3.Mesleğe yönelme ortaöğrenimde başlamalı, yükseköğrenimde devam etmelidir.
Herhangi bir alanda ihtiyaçtan fazla insan eğitmek kaynak israfı demektir. Siyasi iktidar, herkesi İmam Hatip Liseleri''ne yönlendirmek istiyor. İmam hatipleri ihtiyaç kadar tutup, diğerlerini mesleki liselere çevirmek gerekir.
4.YÖK''ü kaldırıp, üniversitelere idari ve bilimsel özerklik vermek gerekir.
İdari özerklik olarak; rektör ve dekanları doğrudan öğretim üyeleri ve öğrenci temsilcisi seçmelidir.
Eğitimde ve bilimde özerklik verilmedir. Dersleri ve konuları her üniversite kendi uzmanlığı ve değerlerine göre kendisi yapmalıdır.