Edebiyle gitti...
Durdu, durdu... Bakındı, kaşındı, dinledi, bekledi... I-ıh; yok valla!
O salondan, şöyle ağzının tadıyla “mağdur”çıkmasına yarayacak tek cümle bulamadı konuşmada...
Son paragraf... Sondan üçüncü cümle... Son iki... “Eyvah” dedi; bitiyor!
Kutuplaşma yok, kamplaşma yok, gerilim yok, çatışma yok; iklim tam pupa yelkenlik; nasıl esip-gürleyeceğim şimdi!
Başka türlü izah edemiyorum. Zannederim Feyzioğlu’nun konuşması Erdoğan’a birkaç beden “yapıcı” geldi. Fazla “çözüm odaklı”, fazla “birleştirici”, fazla “el ele verelim”ci...
Yoksa “Sayın Cumhurbaşkanı” deyip de “ve Sayın Müstakbel Cumhurbaşkanı” demedi diye bozulacak değil ya böyle!... Yahut “Bir kısmı belki burada olan Cumhurbaşkanı adayları...” deyince “Gül’ü mü ima ediyor, benden gizli aday mı oluyor, örtülü olarak kendi adaylığını mı ilan ediyor” paniği de olamayacağına göre... O halde?!
Bünye alışık değil tabii; kılıç-kalkan yuvarlanıp giderken bu hava değişimi ağır geldi...
Uzatmayalım; Erdoğan, -hiç öyle konuşmanın ortasında filan değil- tam Feyzioğlu son sözlerini söylerken indirdi “ya tutarsa” hamlesini:
- Baştan aşağı yanlış konuşuyorsun!
- Neyi yanlış konuşuyorum Sayın Başbakan!
Bir durdu.. Sahi neyi?
- Böyle bir edepsizlik olmaz ki!
Düşündü... Onca hukuki itiraz, yasal mevzuat, kanun, kural, kurul adı... Toparlayamamış olmalı, en kolayını söyledi -topu topu üç harfti-:
Van!
- Van’da neler yapıldığından haberin var mı?
Kalktı... Parmak salladı... Azarladı... Sahneye doğru birkaç “Kasımpaşalı” adımı attı...
Ve fakat...
Karşısındaki, asap bozucu derecede sakin duran, cevap yetiştirmek yerine insanı çileden çıkaran bir gülümsemeyle izlemeyi tercih eden “edepsiz” terbiyesini bozmayınca, “edebiyle(!)” gitmek zorunda kaldı!
Yoksa bizde yarattığı intiba;
Dalacaktı!
Velhasılı kelam;
Bu bir “mizansen”se en derin yarayı Gül ve Özel aldı. Erdoğan’ın peşinden giderken dahil oldukları o “Başkan’ın adamları” karesi, her ikisini de algıda -moda tabirle- sıfırladı!
Ve tabii, acaba, bu zoraki “voltran”ın itici gücü Erdoğan’ın “kasetleri var” iddiası mıydı?
Belki biraz da CHP’yi ilgilendirecek bir sonucu oldu; Feyzioğlu adı yeniden “çatı” sında olur mu bilmem ama Cumhurbaşkanı adaylığı “potasında”ki yerini aldı!
Ha... Gelelim en tehlikeli senaryoya... Dün seyrettiğimiz “şey” gerçekten de “bir anlık öfke”nin neticesiyse;
O zaman şimdiden geçmiş olsun hepimize!
“Bakan dayağı” dedikodularının üzerine tüy dikmekle kalmadı; kaygılarımızı da artırdı:
Bugün Barolar Birliği Başkanı’nın üzerine yürüyen yarın ne yapar acaba? Falaka mı var sırada? Peki hangi kurumun başı yatırılacak o değneğin altına?
Bir de “idam gelsin” diyoruz;
Maazallah... Maazallah...
Cumhuriyet, organik milliyetçi
Halk TV’de şöyle bir eleştiriye denk geldim:
- Bahçeli’nin listesinde “demokratik ve laik değerler” en sonda. Türkiye en çok “Cumhuriyetin temel değerlerine sahip bir Cumhurbaşkanı” na ihtiyaç duyuyorken, Bahçeli’nin kriterleri arasında “Cumhuriyetin temel değerlerini sahiplenen” diye bir madde yok!
Şaka mı bu şimdi!
Hani “geometrik ironiler” gibi filan; mizah katma çabası mı suratsız siyaset gündemine...
Aksi halde, hakikaten elle tutulur, ciddiye alınır tarafı yok- “cumhurbaşkanı”nı seçecek olan millette “alerji”ye sebep olacak yanı çok da ondan diyorum...
Bağcıyı seversin-sevmezsin ayrı konu;
Ama bağ da bu!
“Türkiye laiktir laik kalacak” diyerek iktidara gelmek mümkün olsaydı; Nur Serter çoktan Başbakanlık koltuğuna oturmuştu! Ve dahi Cumhuriyet mitinglerinden sonra Silivri’ye değil Çankaya’ya uğurlardık Tuncay Özkan’ı! Hatırlayın o arada, bir “2007” seçimi vardı; bu söylemin toplumda zerre karşılığı olsaydı, iktidar sahipleri değişir ve “zulüm-hane”nin kapısı hiç aralanmazdı...
Bunca acı tecrübeden sonra, gram, zerre -şifa niyetine bir gıdımcık yahu- ibret alınmaz mı!
“Halk” anlamıyor işte bu lisanı...
Ezberlemişsiniz bir “cumhuriyetin temel değerleri”; sizden başka herkes “cumhuriyet düşmanı” sanki!
Bu nasıl bir itmektir milleti!
Say bakalım neymiş o değerler desen, kaçı sıralayabilir acaba “laiklik”ten gerisini...
Kesip saklamak isteyen olursa ben sayıvereyim:
1.Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. (Bkz. 1921, 1924, 1961, 1982 Anayasaları)
2.Milli Birlik ve Beraberlik, Milli Dayanışma. (Bkz. 1961, 1982 Anayasaları)
3.İnsan haklarına bağlılık. (Bkz. 1961, 1982 Anayasaları...)
4.Milli Devlet olmak, Türk Milliyetçiliğine bağlı olmak.
5.Atatürk İlke ve İnkılaplarına bağlılık.
6. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, Resmi Dilinin Türkçe, Başkentin Ankara olması.
7. Laiklik. (Bkz. 1961, 1982 Anayasaları)
8. Demokratik sosyal bir hukuk devleti.
9. Kuvvetler Ayrılığı. (Bkz. 1982 Anayasası)
Neydi Bahçeli’nin ilk şartı:
“Milliyetçi olacak...”
Yukarıda sıraladığım “temel değerler/nitelikler”in her biri “anayasal güvence altında” ...
Peki “Anayasa”nın değiştirilemez maddelerinin değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini savunan kim kaldı bir bakın bakalım etrafınıza!..
Türk Milliyetçileri!
Dolayısıyla; el insaf yani!
Kesmedi mi? Açın 29 Ekim 1926 tarihli Hakimiyet-i Milliye’yi... Cumhuriyetin “Anayasada yazılı olmayan” değerleri de orada listeli...
1.Cumhuriyet fazilettir!
Anlarsınız belki şimdi “manevi değerler” in neden gerektiğini!
***
Kurtuluş Savaşı “Türk Milliyetçiliğinin zaferi” sayılacak... Cumhuriyet o zaferin tacı olacak... Cumhuriyetin “yeniden yapılandırılan” bütün kurumları “milli” sıfatı ibaresi taşıyacak...
Her şeyi geçtim, Atatürk “Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz; Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluluğa dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur” diye zaten en başından yapmış olacak tarifi...
Ve “milliyetçi” olma şartı koşulmuş bir adayın “cumhuriyet değerlerini taşımama ihtimali”nden söz edilecek öyle mi!
Cumhuriyetin temeli Türk Milliyetçiliği...
Bizatihi kendisi...
“Cumhuriyet değerleri”yle kodlanarak yetişir zaten her Türk Milliyetçisi; o yüzden ayrı, artı, sonradan edinilmiş bir meziyetmiş gibi ifadesine gerek duyulmuyordur belki!