Ecdadından ibret al!
Kürt sorununu “din kardeşliği” ile çözmeye kalkışan AKP iktidarı, Osmanlı’nın son döneminde Arapların, Abdülhamit’in “ümmet” olma çabalarına karşılık İngilizlerle işbirliğini tercih ettiğini bilmiyor olabilir mi?..
Bir zamanlar Erbakan’ın Kürt sorununu çözme konusunda (hemen her konuda olduğu gibi) parlak
bir fikri vardı: Daha dindar bir toplum yaratmak!
Kendimizi ’millet’ olarak değil de ’ümmet’ olarak tanımlayacak olursak bu iş kökünden çözülmüş olacaktı!
Fos çıkan kardeşlikler
(...)
Ümmet, sıkı bir din kardeşliğine dayanır. Çağdaş dünyada bu ne kadar geçerli olabilir dersiniz? BDP Muş Milletvekili Nuri Yaman geçenlerde yaptığı açıklamada, “Kürtlerin başına bugüne kadar ne geldiyse İslam kardeşliğinden geldi” demiş. “İslam kardeşliği formülüne inanmıyorum. Bunlar kendinde Müslüman, kendine demokrat. AKP’nin yaklaşımı bu. Biz, (sorunun) İslam kardeşliği ile falan değil, demokrasi ve hukuk ile çözülmesini istiyoruz.”
Kardeşlik yeni bir şey değil.
Daha önce işçi sınıfının kardeşliğini gördük. İşçilerin uluslararası dayanışmasını, enternasyonalleri...
Hepsi fos çıktı.
Zehirli reçete
Araplar arası kardeşlik denemeleri de ciddi bir sonuç vermedi.
Erbakan’ın ’İslam kardeşliği’ modelinin pek öyle özgün bir yanı yok aslında.
Osmanlı’nın son döneminde, özellikle Abdülhamit’in saltanatında, İslam kardeşliği bir kurtuluş reçetesi olarak çok savunuldu.
Ama olmadı. Arapların buna yanıtı, İngilizlerle işbirliğini tercih etmek oldu.
Yol kazası değil
Şimdi de AKP iktidarı ’İslam kardeşliğini’ sağlama politikasını, açıkça söylemden, yeniden gündeme getiriyor.
’One minute’ bir kaza değildi.
’Mavi Marmara’ da.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Kudüs’ü Filistin’in başkenti yapacağız, Mescidi Aksa’da namaz kılacağız” sözleri de.
Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri çoktan değişti de haberimiz mi yok, diye düşünmeden edemiyorum bazen.
Dış politikada ’İslam kardeşliğini’ ciddiye alan, taktik hamlelerini bu stratejik tercihe göre belirleyen bir yönetimin ülkeyi içinden çıkılmaz badirelere sürüklemesinden korkarım.
* Türker Alkan / Radikal
+++
Başbakan’ın uçağına binen gazetecilerden öğrendiğimize göre Başbakan “erken seçim” konusunda “Erken seçim mi, hâşâ” demiş. Bu kelime aslında “asla” kelimesinin “dini” karşılığıdır. Hâşâ; Dine aykırı görülen bir ihtimalden söz edilirken kullanılır. Başbakan’ın bunu bilmemesi mümkün değil. Ama seçim konusunu bile dini bir kavramla anlatmaya çalışıyor. İyi de “erken seçimin dine aykırı tarafı” ne olabilir ki?
* Can Ataklı / Vatan
+++
Basın eşekleri mi; ben anırması gereken bir kişi tanıyorum
Sulu havaya alışık ya, sıcak birden bastırınca, sığınacak bir ağaç gölgesi de bulamadıysa çarpılmış olmalı Engin Ardıç. “Basın eşekleri” mevzuuna böyle kızgın kumlardan serin sulara balıklama atlar gibi dalmasından belli; o hafif hafif, insanı kendi kendisinin derisini aşındırmaya tahrik eden kaşıntı devresine girmiş yaz ayının.
Eeee Ardıç, madem yıktın perdeyi eyledin viran... O zaman ben de varayım sahibine haber vereyim heman!
***
Şöyle yazıyor dünkü yazısında “Demek ki neymiş? AKP’nin anayasa değişikliği kanunu sol niteliklere sahipmiş! Peki bu sol açılıma CHP niçin karşı çıkıyormuş ve bu alanda niçin MHP ile fikir birliği yapıyormuş?
Solcu olmadığı için!
Biz de yıllardır bunu
anlatmaya çalışıyoruz, basın eşekleri anlamıyorlar.”
Bir yerde haklı, var böyle anlayışsız eşekler basında.
Madem ettin bir eşeklik anıracaksın; bir türlü anlamıyorlar; anlamıyor! Tekil kullandım çünkü ben böylesini bir kere gördüm Türk basınında;
Önce “Adı Hüseyin olan biri ABD Başkanı seçilirse gider Taksim Meydanında anırırım” yazdı...
Sonra...
Yani “adı Hüseyin olan” Obama, ABD Başkanı seçilince değil anırmak ’me’leyemedi bile...
***
Laf tonlamadan açılmışken; bakıyorum kükremeyi öğrenmişsin Ardıç;
“Atın bu adamları...
Bu tokadı da yesinler...
Siyasi hokkabazlıkları tescillensin...”
Tam kıvama gelmişken, şu işe de bir el atsan, anırması gereken zatı da açıklasan fena mı olur?
Cümle alem öğrenir kimmiş bu basın eşeği!
Kulakları çınlasın, eski “dava arkadaşım” Karakaçan Bey’le biz çok uğraştık, anırtamadık...
Pandoranın kutusunu açtın madem, eşekliğini inkar eden bu eşeği anırtmak da bundan böyle senin boynunun borcudur Ardıç!
Yap; kurtul kamburundan!
+++
Çalış ey halkım, TRT’ye
bir 100 bin daha lazım
TRT’nin yeni yarışma programı “Birimiz İkimiz İçin”e dair her türlü bilgiyi buldum; bir tek şu 100 bin TL’nin kimin cebinden çıkacağını bulamadım.
50 bin TL, Şahin’in sözde “reyting”, özde görüldü ki “iftira” odaklı habercilerinin Tuncay Güney pervasızlığından ötürü gitti... Her ay 100 bin de Tayfun Talipoğlu’nun “yem teli”ne gidiyor... Tamam normalde yapım şirketinin ödemesi gerek ama bu tablodan sonra haliyle huylanıyor insan; kimin cebinden çıkacak bu son 100 bin? Yine biz ödeyeceksek bilelim de fazla mesai filan isteyelim çalıştığımız kurumlardan...
Bu arada yapım şirketi demişken “Medyalab Sinema Prodüksiyon Şirketi” ve projeyi onun adına yürüten “Çağrı Gedikoğlu”nu araştırdım. Koca prodüksiyon şirketi ama ’giriş’i olmayan tek sayfalık internet sitelerinde yer alan tek bilgi de şu: “Türkiye’nin ilk ve tek ticari AR-GE şirketidir. Televizyon, sinema, reklam, mobil eğlence ve internet mecralarında;yaratıcılık, prodüksiyon ve pazarlama faaliyetleri yürütmektedir!”
TRT’nin yaptıkları yapacaklarının ispatı sayılırsa, dedim ya fena huylandım;
TRT yönetiminden, programın adını “Hepiniz Birimiz İçin” biçiminde değiştirmelerini rica ediyorum. En azından devletin televizyonunu yönetenlerin gözüyle toplumun nasıl göründüğünün ifadesi olur; daha gerçekçi!
TRT’nin, sadaka kültürünün gelişmiş versiyonu olan bu tür yarışmalara açılmasını bir gün ayrıca değerlendiririz!..
+++
Polemik
profesörü
Şefik Alan neredeyse her gece bir televizyon kanalında boy gösteren Mehmet Altan’ın iktisat profesörü mü yoksa başka bir şeyin profesörü mü olduğuna karar verememiş. Alan soruyor: “Adam, hukuk profesörü mü, ceza hukuku profesörü mü, anayasa hukuku profesörü mü, eğitim profesörü mü, sağlık profesörü mü, Kürtlerin kültürel hakları profesörü mü, Doğu profesörü mü, Güneydoğu profesörü mü anlamak mümkün değil!” Hiç biri değil, sadece polemik profesörü!
* Deniz Som / Cumhuriyet
+++
Elveda sinyorita
2008 ortalarından itibaren, hemen her konuda, hiç katılmadığım şeyler söylediğini hatırlıyorum. (...) Sonrasında o, bir dönem yakın olduğu Kemalistlerden iyice uzaklaşmış, bambaşka yerlere savrulmuştu. Diyalog, hoşgörü laflarıyla, evvela İslamcılarla “iletişim” kurmuş, siyaset meydanlarında pek “empatik” tavırlarla boy gösteriyordu. (...)Köşesinde, artık, o eski günlerdeki gibi, ufacık sosyalist örgütlerin panellerinden değil, Sorosçuluğu herkesin malumu olan adamların uğradığı “entelektüel şiddet”ten bahseder olmuştu. Bilmiyorum, o kişilerle yurtdışında katıldığı panellerin etkisi var mıydı bu işte? (...) Sosyalist yazarımızın yıllar içinde geldiği nokta tam da burasıydı: Taraf okurlarıyla okuldan atılan solcu gençleri yan yana görme hayali! (...) Biliyoruz ki, politik zemin çok kaygan; ayakta durmak zor. Ama hiçbir şey de bu kadar basit olmamalı. Gericilik ve işbirlikçilik, “vicdan” gibi “yükte hafif pahada ağır” sözcüklerle meşrulaştırılmamalı. Ki, bunlar yazıyla hiç yapılmamalı. Yazılanlar, Cumhurbaşkanı’nın uçağına binmeyi engellemiyorsa, kötü kabul edilip yırtılmalı. Yok, yapılmıyorsa da, kimse kandırılmamalı, “vicdan” sözcüğü değersizleştirilmemeli. Uzun bir gecikmeyle de olsa: Elveda sinyorita!
* Alper Erdik / Yeni Harman
+++
İçimizde yaşayacak
Seçim meydanında halka “cennetin anahtarını” veren ol kişidir... Bu nedenle bu aziz millet onu başbakan yapmıştır... Ki Türkiye toptan cennet’e gitsin... Sonunda; gelişenpalazlanan dinci siyaset sayesinde cennet ayağımıza geldi de AKP iktidar oldu... Ve muhterem kişi de, bu yeryüzü cennet’inde ödül olarak, kayıp trilyon davasında hapis cezasını hapishane yerine havuzlu villada çeken yeryüzünün tek mahkûmu... Yetiştirerek bize bıraktığı aziz hatıraları orada durmaktadır: Bir Cumhurbaşkanı... Bir Başbakan... Gazetelerde “Erbakan dönemi kapandı” haberleri var.. Olsun... İçimizde yaşayacaktır...
* Bekir Coşkun / Habertürk
+++
Manşet mi bulamadınız
“Başbakan Erdoğan’ın Balkan gezisi dönüşünde gazeteciler Deniz Baykal’ın kaset olayını soruyorlar... Erdoğan’ın cevabı: ”Bunları bize soranlar, faillerine sorsunlar, bize niye soruyorlar. Failler birbirleriyle tokalaşmıyor...
Başbakan’ın o soruya vermesi gereken yanıt bu mu? O kaseti kimler üretti, kimler servis yaptı? Bu işleri hangi merkez tezgâhlıyor? Yanıtı beklenen sorular işte bunlar. “ diyordu dünkü yazısında Melih Aşık.
Ne hazindir ki, o yazının yayınlandığı Milliyet gazetesinin aynı gün attığı manşet ”Bu fotoğrafı ima etmiş! Failler Deniz Baykal ile Nesrin Baytok’muş!“ oldu.
”Böyle bir rezalet olabilir mi?“Atılacak onca manşet varken, Aşık’ın da sıraladığı ve sorulması gereken onca soru varken, mesela CHP’li Atilla Kart’ın gündeme getirdiği ”AKP’ye hizmet veren bir gizli merkez“ konusu Başbakan’ın izahına muhtaçken, Milliyet’in dünkü manşetine ”aklınız yatıyor mu?“
+++
Odatv’nin haberine göre Taraf gazetesi avukatları, gazete yönetiminin aldığı karar uyarınca eski Taraf muhabirlerinin yargılandığı davalardan çekilmişler...
Muhabirlerini “hedef” haline getirmek pahasına saldırgan yayın politikasının maşası gibi kullandıktan sonra “savunma” haklarını dahi çok gören bir zihniyetin hala dünyamıza demokrasi havarisi olmak üzere yollandığına inanan var mı acaba?
+++
KISA... KISA...
Radikal çalışanları, gazetenin yeni Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can’ın gazeteye gelmeden gazeteyle ilgili kararlar almasını protesto ederek dün bir süreliğine topluca iş bıraktılar.
Taraf’ın yurt haberler müdürü Gürkan Öztekin istifa etti.
Anadolu Ajansı (AA) Fotoğraf Haberleri Müdürü Abdurrahman Antakyalı yerini Hrant Dink fotoğrafıyla 2007 Sedat Simavi ödülünü alan Gürsel Eser’e bırakırken, ajansın Görsel Haberler Daire Başkanlığı’na da Ömer Tekdal atandı. Antakyalı ise bundan böyle Haber Değerlendirme Müdürü olarak görev yapacak.
+++
MİNİ YORUM
Mahallenin büyücüleri
Sesi uzaktan kulak tırmalamıyordu. Tam Johannesburg’a yerleşmesini tavsiyer edecektim “dönüş” haberini verdi Hasan Cemal. Güney Afrika’dan aktardığı son önemli bilgi “mahallenin büyücüleri”ne dairdi. “Düşmanlarını görmek, atalarıyla konuşmak” isteyenler soluğu büyücüde alıyormuş. Cemal bunu da deneyimlediyse, “sihirli küre”de kimlerin siluetleri dikildi karşısına acaba? İlhan Selçuk’un ruhu gelip de yerinden zıplattı mı mesela?