Dualarla uğurlandı(!)

“Son görev”ini yapmak zorunda hissedenlerin zorlama satırlarını saymazsak, genel kanı Özkök’ün, AKP’ye verilen “kelle” olduğu yönünde. Bu durumda Berberoğlu da, AKP’nin “tedavi reçete”si olmuyor mu?
Erol Simavi’nin “Şekerim seni Hürriyet gazetesinin yayın koordinatörlüğüne tayin ettim” demesiyle, “gazetenin nasıl çıkarıldığını” dahi bilmeden Hürriyet’in başına geçen Ertuğrul Özkök kaptan köşkünü Enis Berberoğluna devretti / devretmek zorunda bırakıldı / kaptırdı. Rivayet muhtelif. Sonuçta “taht kavgası” nın galibi Enis Berberoğlu oldu. Ankara’dan gelecek. Orada çaldığı, dokuz sekizlik “iki bakan arası poz verebilir misin, Ertuğrul’um sen bu Başbakan’ın uçağına binebilir misin” nakaratı çalınıyor kulaklarıma... Devşirme hocaların himayesinde yetişmek üzere Manisa’ya, Trabzon’a yollanan şehzadeleri hatırlatıyor bana; iktidara nasıl yakıştıracaklarını bilemeyenler “şeyh torunu” diye bombayı patlattılar ya ilk günden; etkilendim herhalde.
Sonuç; manşetler yıkılmadı, yer yerinden oynamadı, “yeni dönem”e göz kırpan veya “posta koyan” birkaç yazar dışında Hürriyet’teki halef-selef dengesi kimseyi öyle aman aman “ırgalamadı” .

Hürriyet yazarları tepkisiz
Gazetenin kendi sayfalarında, internet sitesinde bile “hiçbirşey olmamış gibi davranma hali” hakimdi. Özkök anonsu sitede aşağılara düşmüştü bile çoktan. Keza gazetede Oktay Ekşi, Doğan Hızlan, Yalçın Bayer, Yalçın Doğan, Mehmet Y. Yılmaz, Sedat Ergin, Özdemir İnce... İki satır yazan yoktu; ne gidene, ne gelene dair! En azından Özkök’ün porno fotoğraflarına bile sahip çıktığı Ayşe Arman çiziktirir birşeyler değil mi? Yahut üçüncü sayfayı açtığı Yılmaz Özdil?.. Garip ama şunun şurasında beş yıllık Ahmet Hakan ile köşesini Özkök’e borçlu Cüneyt Ülsever dışında kimseden ne güle güle çıktı, ne hoşgeldin!
“Marjinal”iz filan ama, bak şu fani dünyada Yeniçağ’dan başka sürmanşet yapan çıktı mı seni Ertuğrul Bey?

Uçmaya devam et
Sen var (eşantiyon Fransız şarabı verecekler sanki) AB uğruna bizi ırkçı, faşit diye yok say, hatta hedef göster. Bizden başka kim, Ankara Temsilcinin, iktidarın koltuğuna dayadığı basamaklara tırmanmakta olduğu konusunda uyardı seni? Şimdi sen “istenmeyen kelle” olduğun için gidiyorsan, haliyle yerine gelen K(el), K(ör), K(ambur) kellenin “isteniyor” olması gerekmez mi? Yirmi yıllık Genel Yayın Yönetmenisin, yerine siparişle adam hazırlanıyor haberin yok! Sen kelebek olup çiçekten çiçeğe kanat çırparken, millet sek sek sekerekten, bade süzerekten, zıp zıp zıplayaraktan kaptan köşküne konuverir böyle...
“This is a real life!” Gerçek hayat!

Yegane mirasın
Gelen ağam, giden paşam; böyle bu işler...Hakkında yazılanların büyük bölümünü yanda aktardık.
Yiğit Bulut ve Ergun Babahan’ın birikmiş gazlarını çıkarmalarını saymazsak, toplamda kim ne yazmış, dişe dokunur tek bir cümle var mı?
Hiç! Bu manzara bile Özkök’ün Türk medyasına bıraktığı mirası ve Berberoğlu’nun vaad ettiğini görmeye yetiyor:
Belirsizlik. Hadi daha açık söyleyelim; tavırsızlık!

* * *

‘Benim mecalim yetmedi’
Değerli Hürriyet okurları, 2 Ocak itibariyle Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevinden ayrılıyorum.
Bu görevin büyüklüğü kadar, ağırlığı ve meşakkati de büyüktür. Kendime biçtiğim sürenin 15 yıl fazlasıyla yapmak, üzerimde büyük bir yorgunluğun da birikmesine yol açtı. Hayatım boyunca en çekindiğim duygu, koltuğuna yapışmış yönetici izlenimi vermekti. Bilmenizi isterim ki, bu kadar uzun süre bu koltukta oturmamın nedeni böyle bir ihtiras değil, mesleki bir kaderin cilvesiydi. Bu kaderin tecellisini sağlayan ise patronum Aydın Doğan’ın arkamda durması ve beni hep desteklemesiydi.
O destek hiçbir zaman bitmedi ve bitecek gibi de görünmüyordu. Ama benim mecalim yetmedi. O nedenle, bu yazıyla hepinize genel yayın yönetmeni olarak veda ediyorum.
Gazeteyi yönettiğim dönemin sorumluluğunu taşıdım, yarın da taşıyacağım. Hataları da, iyi yanları da bana aittir. l Ertuğrul Özkök / Hürriyet

* * *

Ergun Babahan / Star
Bir teslimiyetin ifadesi

Hürriyet’le özdeşleşmiş bir isimle neden yollar ayrıldı?
Patronajın medya gücünü gazetecilik dışı işler için kullanması Türkiye’de basını bu noktaya getirmiştir.
Karton fabrikasından Hilton Oteli’ne, rafineriden benzinciliğe uzanan bir yelpazede, zayıf iktidarlarla ilişki açısından Özkök ideal bir isimdi. Tek parti iktidarı bu düzeni bozdu.
Dünya düzeni asker-medya-bürokrasi ittifakını değil, AK Parti’yi tercih etti. O andan itibaren tüm dengeler değişti.
Hürriyet’teki değişim aynı zamanda bir teslimiyet ifadesi.
Türkiye hızlı bir değişim içinde.
Bu değişimden pay almayan tek kurum medya idi. Görünen medyanın da bu değişimden payını alma yolunda hızla ilerlediği.

* * *

Fatih Altaylı / HaberTurk
İlahlara kurban verildi

Ertuğrul Özkök, Hürriyet’in başından uzaklaştırıldı.
20 yılın sonunda.
Özkök başarısız olduğu için yollanmadı.
İlahlar kurban istediği için yollandı.
Eğer “yanlış yaptığı” için yollansaydı, ondan önce Aydın Doğan’ı milyarlarca dolar vergi borcuyla başbaşa bırakanlar, Soner Gedik’ler, İmre Barmanbek’ler yollanırdı. Özkök’ün kellesi verildi.
Onun arkasından sövenlerin, şimdi döktükleri gözyaşlarını da gülerek izliyorum.

* * *

Cüneyt Ülsever / Hürriyet
Sivil baskı netice verdi

Hem şaşırdım, hem de şaşırmadım. Şaşırdım, bir gece evvel Hürriyet’in yılbaşı kutlama partisinde neredeyse gecenin en neşeli insanı Ertuğrul Özkök’tü. Demek ki gerçek liderler kendilerini her halükârda taşımayı iyi biliyorlar. Şaşırmadım, Hürriyet Gazetesi’ne nefret kusan tüm kesimlerin Özkök’ün kellesini isteme konusunda bir merkezden yönetilen taarruzuna uzun süreli dayanmak yaşadığımız olağanüstü dönemde çok zordu. Sivil vesayetin Doğan Grubu’na uyguladığı baskının bir yerde netice alması kaçınılmazdı. Artık amirim olmadığı için açıkça yazıyorum. Benim gözümde Ertuğrul Özkök medyanın Turgut Özal’ıdır. Kimse inkâr edemez ki, Turgut Özal, hata ve sevapları ile, Türkiye siyasi tarihinin en yenilikçi, en radikal, tabulara en rahat karşı çıkan siyasi lideridir.

* * *

Yiğit Bulut / HaberTurk
Yıllarca vicdan azabı çek!

Ertuğrul Özkök uzun süredir bu koltuğu işgal eden ve Türk basınında
“haber alma özgürlüğümüzün” hücrelerini “kendi düşünceleri” doğrultusunda “tıkayan” bir arkadaştı. Patronun “siyasiler” ile pazarlıklarında yer aldı ve “gazetecilik ile ticaret yapma” kavramlarını “sentez” ederek; gazetecilik mesleğine tabiri caizse “tecavüz etti” !“Yüzlerce basın emekçisini, köşe yazarını” kendi amaçlarına uymadıkları için harcadın Özkök! Ne oldu? İşte sana da yoluns onu göründü! Cumartesi günü Aydın Doğan, kızları ile evinde buluştu ve “senin ipini” çekti. Güle güle Ertuğrul’um! Bu ülkeye yaptıklarının yıllarca vicdan azabını çek!

* * *

Ahmet Hakan / Hürriyet
Adamım Ertuğrul Özkök

Dönektir Ertuğrul Özkök... “Fikr-i sabit” denilen illetten o kadar uzaktır ki, bin yıl aynı türküyü çığırmanın geçer akçe olduğu bir memlekete, dönebilmenin erdem olduğunu öğretmiştir.İki tesellimiz var:
Ertuğrul Özkök bir yere falan gitmedi... Yine burada olacak... İkinci tesellimiz ise Enis Berberoğlu gibi bir ismin gelmesi

* * *

Hakikatlere hoşgeldin
Nezih Demirkent’i hatırlıyorum, çok uzun yıllar Hürriyet’in başında kalmış, ismi Hürriyet’le özdeşleşmişti...
Derler ki ne zaman Erol Simavi, “Hürriyet’in patronu ’benim’demek istedi... O zaman Nezih Demirkent’le yolları ayırdı...” Genel yayın yönetmeni olunmadığı durumlarda hayat hakikidir... Hakikatlere hoşgeldin Ertuğrul Özkök... l Reha Muhtar / Vatan

* * *

Gidiyor mu tartışması bitti
Nihayet ’Acaba Ertuğrul Özkök gidiyor mu?’konulu bir tartışma olmadan milletçe bir yıl yaşamayı becereceğiz.
l Serdar Turgut / Akşam

* * *

Herhalde üzüldünüz
Son zamanlarda kendisini ihmal etsem de takdirimi hiçbir zaman esirgemediğim meslektaşın görevinden ayrılması beni bayağı üzdü; herhalde sizler de üzülmüşsünüzdür. l Taha Kıvanç / Yenişafak

* * *

Ölü yayın yönetmenleri...
Sedat Ergin’le konuşurken ’Ölü Yayın Yönetmenleri Derneği’adında mutabık kaldık. Türkiye’de yayın yönetmenleri ölmüyor: Bir kere bu rütbeye ulaşan hayatının sonuna kadar hep o koltukla anılıyor. Bu koltuğa oturanlar da yayın yönetmenliğini haddinden fazla önemsiyor, bunun bir ölümsüzlük beyanı olduğunu zannediyorlar. l Oray Eğin / Akşam

* * *

GÜNÜN SORUSU
Özkök’ün çalışma arkadaşlarına görevi bıraktığını açıkladığı toplantıdaki son sözü “That was a good life” (Güzel bir hayattı!) olmuş. Logosunda “Türkiye Türklerindir” yazan bir gazetenin tepe yöneticisi neden orada geçen günlerini İngilizce bir deyimle özetler? Bu kadar hayati bir anda ağzından Hollywood karakterlerine özgü laflar çıkan bir kişinin “buralı” gibi yaşadığını ve ülkede olup bitenleri “buralı” gibi değerlendirdiğini söyleyebilir miyiz?
l Haşmet Babaoğlu / Sabah

* * *

‘Pişman olmak istediğim yazı
AKP yandaşı bir profesör “Fesat yuvası haline gelen TSK tasfiye edilmeli, yerine aynı Nizam-ı Cedit gibi yeni bir ordu kurulmalı” demişti 15-20 gün kadar önce.
O zaman “Bir şeyleri bilmeden bunlar söylenmez, demek ki işin sonuna geldikleri konusunda ciddi inançları var” diye yazmıştım. Nitekim o yazıyla ilgili hayli gürültü kopacağını en azından Genelkurmay’ın hukuki yollara başvuracağını düşünüyordum, hiçbiri olmadı.
Eğer konu sadece ordu içinde bazı yapılanmalara giden kişilerin takibi olsa devletin kalbi olarak nitelenen arşivlere baskın yapılmazdı.
Açıkçası iktidar Türk halkına “Bakın size karşı ne büyük komplolar hazırlanıyormuş” demek istemektedir.
Kendilerine liberal maskesi takan faşistler de ellerindeki büyük medya gücüyle bu beyin yıkama propagandasını neredeyse saniye saniye halkın kafasına çakmaktadır.
Bu koşullar altında Genelkurmay Başkanlığı koltuğunu işgal eden kişinin hâlâ orada nasıl oturduğunu anlamak mümkün değildir. Eğer bir ordu cinayetle, darbe hazırlığı ile, halkına karşı komplo ile suçlanıyorsa, o ordunun başı ya gerçekleri açıklar ya da istifa eder.
Tabii aynı şekilde eğer bir ordu bu suçlamalar altındaysa iktidarın da bu ordunun başındaki kişiyi görevden alması gerekir.
İkisi de olmuyor. Ne garip değil mi? Ortada ya hiç bilmediğimiz bir şeyler var ve kısa bir süre sonra çok şaşıracağız, belki de en azından ben bu yazdıklarımdan dolayı pişmanlık duyacağım ya da iktidarla ordu arasında müthiş bir işbirliği var da bunu fark ettirmiyorlar.
l Can Ataklı / Vatan

* * *

Muhafazakar medyada kavga
KCK operasyonunda gözaltına alınanları adliyenin önüne ellerine plastik kelepçe takarak dizdiler ya..
Zaman gazetesi fotoğrafın altına şu notu koydu.. Fırat Haber Ajansı tarafından çekildi daha sonra polis tarafından dağıtıldı.. Yani PKK yandaşları çekti..
İyi de daha sonra polis tarafından dağıtıldı ibaresinin anlamı neydi?
Belli ki gümbürtü kopmuş.. Zaman gazetesi fotoğrafı bir kez daha yayımlarken altındaki imzayı değiştirdi.. Cihan Haber Ajansı’nın mahrecini koydu.. Yani fotoğraf çekme işini CİHAN üstlendi!..
Bu yayına en büyük tepki Yeni Şafak yazarı Kürşat Bumin’den geldi..
Bumin,şöyle diyor: “Bir gazete, polisin kulağına fısıldadığı bir ‘sırrı’, üzerinde iki dakika bile düşünmeden okurlarına ’bilgi’diye sunabiliyor.”
Gelelim Bumin’in yazısındaki can alıcı noktaya.. “Hatırlıyorsunuzdur; yakın zamanda bu gazete işi ‘Tasfiye edilen gazete(ci)ler listesi’yayımlamaya kadar vardırmıştı.
Bana sorarsanız (da) yerinde bir öngörüydü bu. Diğerleri kimler olacak bilmem ama ’kelepçenin sırrı’gibi, okurların zekâsına kendince sınır koymaya çalışan haberler yapan gazete(ci)ler ülkedeki düşünce hayatı ’medeni ölçüler’e yaklaştıkça mutlaka tasfiye sürecine girecektir”
l Mehmet Tezkan / Milliyet

* * *

MİNİ YORUM
Eş zamanlı sivil darbe

İran’da “toplumsal muhalefet” adı altında kışkırtılan olayların, renkli darbe ülkelerindekine benzer sivil provokasyonlar olduğu yönündeki değerlendirmeleri çok okudunuz Yeniçağ’da. Cengiz Çandar dünkü yazısında İran ve Türkiye’deki “derin” operasyonun eş zamanlı yürütüldüğünü yazmış. ABD önündeki iki engel ülkeden söz ediyoruz; tesadüf mü dersiniz?

Yazarın Diğer Yazıları