Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Agah Oktay GÜNER
Agah Oktay GÜNER

Doldurulamayan çerçeve

Geçen haftaki makalemde General de Gaulle’den bahsetmiştim. Aziz okuyucularımdan “General de Gaulle ile ilgili niçin bir kitap yazmadığımı soran ve hiç olmazsa geniş bir şekilde anlatacağım bir makale” isteyen çok sayıda mesaj aldığım için bu yazıyı kaleme aldım. İnşallah kitap da nasip olur. Değerli ilgilerinize şükranlarımı sunuyorum.
General de Gaulle’ün Allah’ın yarattığı üstün özelliklere sahip istisnai değerlerden biri olduğuna inanıyorum. De Gaulle her şeyden önce kâinatın, yaradılışın sırrını idrâk etmiş bir mümindir. En sıkıntılı zamanlarında, ortalık simsiyah kesilmişken O, her zamanki sakin haliyle köyüne gider, köyünün kilisesinde itikâfa çekilirdi. Bir, iki, bazen üç gün süren dua ve niyazlardan sonra bir karara varır ve dışarıya çıkarak kararını uygulamaya koyardı.
İlahi mesaj peygamberlere vahiy, velilere ilhamla gelir. Kâmil yani tekamül etmiş ruhlar da bu mesajı alır. İşte General de Gaulle bu bahtlılardandı. Köyünün kilisesinde dua eden bu adam, “her nefes Rabbiyle beraber” dedirtecek kadar dikkatli ve kendi vücud-u memleketinin sahibiydi.
“Beni bana bırakma” dikkati ile; “ahlâk ve fazilet”, “ilim ve imân” O’nun ömür boyu takipçisi olduğu ışıklarıydı... İlim adamlarına olan saygısını hiç kaybetmedi. İlim âşığı tutumu üniversitelerde şevki, çalışma azmini artırmıştı. Akademisyenler eserlerini, araştırmalarını saygı ve sevgi dolu ibarelerle O’na ithâf ediyorlardı.
Olayları, alınacak tedbirleri, yeni oluşturulacak kurumları mutlaka üniversite çevreleriyle görüşür, tartışırdı. Devlet Başkanlığına giden yolda ilim adamlarından aldıkları hep kilometre taşı olmuştur. Devlet Başkanı olarak yurtdışına yapacağı seyahatlerde mutlaka yanına gidilen ülkenin dilini, tarihini, dinini çok iyi bilen ilim adamlarını alır, seyahat süresince onlarla da görüşürdü.
II. Dünya Savaşının yıkık, yorgun Fransa’sını ayağa kaldırmak kolay iş değildi. Dünya komünist Rusya ile kapitalist ABD arasında ikiye bölünmüştü. İlk planlı ekonomi modeli Rusya’da uygulamaya konulmuştu. Ünlü ekonomi üstâdı François Perroux’u Rusya’ya gönderdi. Binlerce giriş-çıkış (in put-out put) modeliyle kurulmuş olan Marksist Planlama modeli emredici, ekonomiyi bütünüyle ele alan Sovyet Modeli Kalkınmayı incelettirdi.
Perroux, Paris’e döndü ve araştırma sonuçlarını De Gaulle’e sundu. Neticede yine bir ilk olan “Demokratik Planlama Modeli” kabul edildi. Plân devlet kuruluşları için emredici, özel sektör için “yol gösterici” olacaktı. Modelin babası F. Perroux, kapitalist ekonominin insafsız sömürü yapısını Hristiyan dininin manevi değerleriyle ele alıyor, onları insana hizmet ve sevgi çizgisine çekmeye uğraşıyordu. Nitekim de Gaulle’nin iktidarında bu sistemle sosyal devlet öylesine gelişti ki Marksistler, sosyalistler “Eyvah! Bize yapacak iş kalmadı” dediler. İleride Türkiye’nin de kabul edeceği bu model tıpkı Fransa gibi Türkiye’de de ekonomide büyük başarılara ulaşmıştır.
De Gaulle engin bir kültür sahibiydi. Raymond Aron’la dostluğu O’nu fikir ve düşünce hürriyeti konusunda çok objektif bir yapıya kavuşturdu. Andre Malraux gibi ünlü bir Marksist yazarı Kültür Bakanı yaptı. Ancak Fransız aydınlarının büyük bir bölümünde görüldüğü üzere onlar önce Fransızdılar. Her konuda önce Fransa geliyor, onu fikri ve ideolojik tercih takip ediyordu.
Bunu hiç şüphesiz eğitim sistemi veriyordu. Eğitim alanında çok büyük aşamalar kaydedildi. De Gaulle reformları ile hemen her fakülteye ekonomi ve felsefe dersleri kondu. Ülkede eğitim, kültür, sanayi, tarım gelişirken frank güçlü bir para oldu.
General de Gaulle’ün önünde iki önemli düğüm vardı. Bağımsız olmak isteyen Tunus, Fas, Cezayir gibi Afrika’daki bütün sömürgeler ile NATO ve Avrupa Müşterek Pazarı. NATO bir yönüyle Fransa-ABD ilişkilerinin dengesiydi.
ABD emperyalizmini gördü. Yıllarca NATO’ya “Hayır” dedi. Avrupa Müşterek Pazarı’na İngiltere’nin alınmaması için direndi.
De Gaulle, sadece uzun boyu sayesinde değil, gönlü, aklı, kültürü, fikir ve düşünce çevresiyle de geleceği görüyordu.
Siyasi hayatında daima tez üretti, başkalarının iddialarıyla hemen hiç meşgul olmayıp, doğru bildiği yolda yürüdü. Sömürgeler sorununu bitirdi. Hepsi hür ama ekonomide merkez bankaları aracılığıyla Fransaıa bağlı bir konuma getirildiler. “Fracofon” denilen bir bölge oluştu.
Fransa bütün bunları kolay hazmedemedi. Askeri isyanlar çıktı, grevler başladı. Ama bu uzun boylu adam sükunetini hiç kaybetmedi. Zira O’nun sükuneti imanından geliyordu.
Bir gün bir alayın kendisine suikast düzenlediği yolunda istihbarat aldı. Ansızın o alaya giderek alayın toplanmasını emretti. Kürsüye çıktı, “Şimdi hep birlikte milli marşımızı söyleyeceğiz sonra ben arkamı dönüp yürüyerek alayınızı terk edeceğim. İsteyen sırtıma kurşun sıkabilir” dedi. Marş hep birlikte söylendi, de Gaulle dik adımlarla yürüyerek gitti. Silahına davranan olmadı.
Ne hazin tecelli ki; bu gün de Gaulle’in koltuğunda Sarkozy oturuyor. Tıpkı Adenaur’un koltuğunda Merkel’in oturduğu gibi.
General de Gaulle daima insan yaratılmış olmanın idrâki içinde, onuruyla yaşadı. Onuruyla vefat etti. Arkada öyle büyük bir çerçeve bıraktı ki hâlâ doldurulamıyor.

Yazarın Diğer Yazıları