Doğu Tabletleri
Neden “Doğu” ve neden “Tablet”? Bu soruların yanıtını, kitabın sunuş yazında sorularla veriyor Hüseyin Haydar. O soruların birkaçını buraya alırsam, yeterli ipuçları yakalanır diye düşünmekteyim.
“Doğu nedir? Al taylar sürüsü dağların, sağrısı köpüklü suların, koşumsuz bozkırın coğrafyası mı? Devrilip dirilen Tanrıların mabedi, yıkılıp kurulan imparator yavrularının doğumevi mi? Yetmek, yetkinleşmek için canını dişine takan halkların tarihi mi yoksa? Doğu nedir? On binlerce yıl, kendi kendini savuran ruh fırtınası mı?”
Peki ya tablet? İnsanın en büyük emeli ölümsüz olmak değil mi? Öyle. Bunu eser bırakarak gerçekleştirir. O eser öyle bir eser olmalı ki, 5 bin yıl direne, bilgi ve uygarlık saça. Tıpkı Sümer tabletleri gibi, tıpkı Sümerli şair Ludingirra gibi.
Hüseyin Haydar neler yazmış bu tabletlere? Şiirler yazmış. Belge bu şiirler, bilgi bu şiirler, şairi şair olmanın yanı sıra derin bir bilge. Şiir sanatının tüm elemanları ve malzemesini kullanıyor, ne ki ortaya anlaşılmazlık değil, yalın bir ustalık çıkıyor. Kitlenin, kitle kültürünün düzeyine inmiyor, kitlenin düzeyini yukarılara çekiyor. Dahası, şiirin nasıl bir kalıcı direniş simgesi ve ateşi olduğunu gösteriyor ve bunu Tanrı vergisi yetenekleri yanında, doğunun değerlerine sarılarak, onları pankart ve bayrak ederek yapıyor.
Yerim yettiğince örnekler vereyim, neleri, nasıl işlediğini anlatayım şimdi de.
“Kurt olduk, kartal olduk, kan bağını damarda değil, bayrakta bildik” diyorsun sevgili Hüseyin Haydar, bu sözler tam bana göre, ben kurt da olmuşum kartal da ve kan bağını damarda değil bayrakta bilenlerden olmuşum yaşam boyu. “Türkçe için yeryüzüne gelenler” diyorsun ya, vallahi ben de öyleyim, dağlarım ve ırmaklarım hep Türkçe konuşsun istiyorum. O nişanlar nişanımdır, nişanımızdır. Ve şu dizelerin ilkemdir, ülkümdür: “Ve demire nakşolundu bin yıl arayla iki Türk’ün nişanı/İlkine Bilge Kağan derler, ikincisi bilimin Kemal’i”
Diyorsun ki “Bilinçaltı örgütü alacak öcümü, unutma sakın”. Bu müthiş bir eğretileme, yaman bir imge ve ileti... Mucizevi çözümler aramaya, Mehdi ardına düşmeye gerek yok, bilinçli ol, bilinçaltını örgütle, o seni yönetir ve yöneltir. Şair sözü ve buluşu budur, bezginlik değil, özgünlük ve düzgünlük içerir.
“Karızcının” kazma seslerini bestelemişsin Hüseyin Haydar. Tanrıdağ makamında. Bereket taksim yapıyor, Turfan korosu fasıl çekiyor. Ben esriyorum beş çamçak kımız içmişçesine. Ses katıyorum, gücümüze güvenim geliyor. Sağol!
Tekâlif-i Milliye’ye hiç şiir yazılmış mıydı? Ben duymamıştım. Hüseyin Haydar yazmış, adı “Vericiler”. Şiir şu dizelerle bitiyor: “Canlı organlar ve bütün aletler yükümlüdür/Tornalar da yükümlüdür, frezeler ve bıçkı şeritleri/Mazlumlar kurtuluş istiyor vereceğiz!/Milletimizden aldık bu büyük siparişi: Acildir!/Dokuz Eylül sabahına yetiştireceğiz.”
53 tablet var, Kaynak Yayınlar tarafından yayımlanan bu kitapta. Otuz altıncı tablet “Lozan”. Bu Lozan “Ermeni soykırımı yoktur, emperyalist bir yalandır” diye haykıran yiğitler komitesinin yiğitbaşını yargılayan utancı yargılıyor ve öykülüyor. Betimlemeler güncel, dokundurtmalar vurucu, şiirsellik ve ritim çarpıcı: “Bağırıyor: Yakar bunlar mösyö! Yakar bunlar Avrupa’yı!/Dışarıda bekliyoruz biz. Bekliyor Eşref Bitlis/Bekliyor ham petrol, saf magnezyum ve mazotlu gocuk/Bekliyor Süleymaniye Camisi ve Erzurum Kalesi/Ve bir de Taşnaksutyun palasından kurtulamayan çocuk”
Hüseyin Haydar’ı okumamak, dün ve günü okumamaktır, okuyun...