Doğru; ayıp oluyor...
Yandaş medyanın iki kanadı da ateş püskürüyor; Erdoğan’ın kalemşorları “ABD’ye hedef gösterilmek”ten, “linç”ten, “psikolojik operasyon”dan yakınıyor, cemaatinkiler “cadı avı”ndan, “ambargo”dan.
Dün -vaktiyle cadı avcılığında bütün emsallerine tur bindirmiş olanı- karamizah tarihine geçmeye aday şu soruyu sordu:
“Ayıp olmuyor mu gerçekten?..”
***
“Resmen bir cadı avına benziyor” muş bu “kıyım”;
“TRT’de görevden almalar” -hangi ölçüye, usule, yönetmeliğe göre belirsiz şekilde- sürüyormuş mesela.
E, TRT “el değiştirdiğinde”, ekranda pıtrak gibi -saç-sakal-bıyık kesiminden duruşuna-bakışına kadar- “tek tip”leşmiş arkadaşlar bitmeye başladığında, hiç sormak aklınıza gelmedi:
- İyi de bu programları daha önce kimler yapıyordu, kimler sunuyordu, kimler çekiyordu, kimler yönetiyordu; bize “ekmek kapısı” açıldı açılmasına ama bu uğurda kimlere “kıyıldı”?
Zorla emekli edilenler, sürülenler, kızağa çekilenlerin hali nicedir diye dertlendiniz mi!
İçinde hepimizin alın teri, göz nuru, emeği, vergisi olan maaşları cukkalarken, bankamatikten fışkıran “paracık” demetine uzatırken elinizi bir kere bile tereddüt ettiniz mi;
- Ya “kul hakkı” yediriyorsam çocuklarıma?
***
THY gazetelerini dağıtmama kararı almış; “skandal”mış!
Skandal-dı!
Sayenizde -size vizesiz geçiş üstünlüğü tanındığı günlerde sustuğunuz, itiraz etmediğiniz için muhalefet eden gazetelere uygulanan ambargolara- artık sıradanlaştı!
Yeniçağ’ı keyfi olarak yasaklarken THY; Sözcü’yü yasaklarken hemencecik inanmıştınız “talep
yok” bahanesine, şimdi “keyfiyet” oldu THY’nin ilk kez başvurmadığı çifte standardın adı!
***
Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert, Ahmet Taşgetiren, Serhat Albayrak, İbrahim Karagül, Ergün Diler, Hasan Karakaya, Nuh Albayrak Başbakan’la “medya zirvesi” yapıp da ne konuşmuşlar? Hangi manşetler o toplantıda atılmış acaba? 28 Şubat kafasından, 12 Eylül kafasından “Paşam bugün ne yazalım” gazeteciliğinden ne farkı varmış!
Doğru hiç farkı yok da; bugün, birdenbire zuhur etmedi ki bu “biat”, medyada... Düne kadar siz de vardınız o toplantılarda. Hiç utanmadan, okurunuzdan da yüzünüz kızarmadan Başbakan’a nasıl “Şu Karayılan röportajlarını yasaklamamız gerekmez mi”, “Böyle saldırılar sonrasında bizden nasıl bir yayın yapmamızı talep ediyorsunuz” dediğinizi anlattınız sütunlarca!
***
Neydi o en baştaki soru?
Bir “ilke”mücadelesi yürütüyor pozları kesip milleti aptal yerine koyuyorsunuz ya ısrarla;
“Ayıp oluyor gerçekten!..”
Menemen’de neden alıntı yapmıyorsun “üstad”dan!
Orhan Erinç, Cumhuriyet’teki dünkü köşesinde, kendini Mehdi ilan eden Derviş Mehmet ve yandaşlarının başlattığı, tekbir-zikirlerle yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın başının kesildiği dehşet verici ayaklanmanın; Menemen Olayı’nın yıldönümü dolayısıyla manidar bir hatırlatma yapmış ve Necip Fazıl Kısakürek’in 1931 yılında bu vahşetin yıldönümü dolayısıyla Ankara Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmayı yayınlamış:
“... Ne 31 Mart, ne Şeyh Sait isyanı, ne Ağrı hareketi mahiyet ve ruh olarak Menemen hadisesiyle boy ölçüşemez. Halbuki bunlarda daha çok kan aktı. Hıyanet daha geniş bir sahada ayaklandı... Boy ölçüşemez, zira bunlar irticaın basit, adi bir kalkışından kötü bir fırsatçılık hareketiyle bir tâlii dönüşünden başka bir şey değildir. Bu defa öyle olmuyor; meyus, bedbin, çürük, hamlesiz zannettiğiniz irtica bir hadisenin mikyas ve kitlesine sığdırmadığı kast ve gayzını (kinini) bir gencin kesilen başına sığdırabiliyor. (...) hükümet konağının, hükümet otoritesinin telkin ettiği bir meydanın ortasında, müfrezesini bırakan, kolunu sallaya sallaya bir başına mürtecilerin üzerine yürüyen ve gençliği, hocalığı, askerliği bütün bir mefkureyi temsil eden bir genç, halkın, askerinin, bütün dünyanın gözü önünde evvela tabanca ile vuruluyor. Sonra kafası bıçakla kesiliyor. Ve sonra başı sicimle irtica mızrağına takılıyor. Buna ne diyorsun? Bunun manasını anlıyor musun? Mürteci, memleket gençliğine, memleket fikrine beslediği kastın, gayzın, kinin, mel’un hırsın derecesini Kubilay’ın başında açıkça soğukkanlılıkla irade ediyor. Kubilay’ın başı kesilmeseydi bu iradeyi bulamayacaktık; bu vak’ayı benzerlerinden ayıracaktık. Eğer Kubilay bir kahramansa bu farkı meydana çıkardığı içindir. (...) İrtica ” Bahrimuhit “teki (okyanustaki) buz dağları gibi suyun yüzüne sivri bir uç çıkardı. Mes’ul bu uç değildir. Buz dağının heyet-i mecmuasıdır. Bu ucu tepelemekle suyun yüzünde ondan hiçbir nişane bırakmamakla dağı kaldırmış olmayız. O dağı tuzla buz etmek lazım. (...) Mes’ul; elleri cübbesinin cebinde yüzümüze bakmaktan korkarak, niyeti meydana çıkmasın diye telaşlı telaşlı yürüyendir.”
“Dersim”i Necip Fazıl’ın kaleminden aktarmaya bayılan Erdoğan, Menemen’i neden “tarihi ondan öğrendim” dediği “üstadı”nın diliyle anlatmıyor?
“Cumhuriyet”le hesaplaşmaya giren “Son Devrin Din Mazlumları”nın, Mustafa Muğlalı’ya duacı olmasından mı korkuyor!