Doğa ve felaket
Son zamanlarda ülkemizin üzerinde adeta kara bulutlar dolanıyor. Üst üste gelen sosyal, doğal ve siyasal felaketler ülke insanını derinden sarsıyor. Türkiye, varlığına ve birliğine yönelik terörist saldırılar ile aile ve kadına yönelik sosyal cinayetlerin ardından bu kez de Van’da meydana gelen depremle yüzlerce yurttaşını kaybetti.
Türkiye bugünlerde yağmurlarla boğulan, terörist saldırılarla şehit düşen, depremlerle de enkaz altında kalan bir ülke görünümündedir.
Türkiye daha birkaç günce önce bölücü teröristlerin saldırıları sonucu hayatını kaybetmiş kahramanlarının al bayraklara sarılmış bedenlerini vatanın bağrına emanet etmişti ki bu kez de korkunç bir depremle sarsıldı.
Van ve Erciş’te meydana gelen depremde binalar yıkıldı ve enkaz altında yüzlerce insan kaldı. Türkiye toprağın altından çıkan yüzlerce cenazesine ağladı.
7.2 büyüklüğündeki sarsıntı 13.41’de meydana geldi. Yerin beş kilometre altında meydana gelen bu deprem bölgede tam anlamıyla bir can pazarı yaşanmasına sebep oldu.
Deprem, aslında doğanın sosyale meydan okumasıdır. Deprem doğa üzerinde iğreti bir biçimde tutunmaya çalışanları affetmiyor ve onları bir anda alt üst ediyor.
Bu deprem sürekli olarak doğal felaketin bin bir çeşidiyle karşı karşıya gelen Türkiye’nin, meydana gelen olaylardan yeterli dersi almadığını göstermektedir.
Deprem kamu özel, eski yeni demeden şartlara uygun yapılmayan bütün binaları enkaz haline getirdi. Binalar kendileriyle birlikte onlarca insanı da ölüme sürükledi.
Depremin büyüklüğünü bile Kandilli Rasathanesi, ABD’de jeolojik Araştırmalar Merkezi’nden gelen bilgilere bakarak düzeltti. Ölü tahmini de doğruya yakın bir biçimde yapılamadı. İşin daha da vahimi kurtarma ekipleri, sağlık personelinin duruma müdahalesi ve ambulansların zamanında ulaşmasında da sorunların yaşanmasıydı.
Yardımların dağıtımı, organize olma ve etkili müdahale konusunda da büyük sıkıntılar yaşandığı gelen haberler arasındadır.
Türkiye bir türlü deneyimlerden önlemleri öğrenme yeteneğine ulaşamıyor. Öğrenen devlet aklını yaratamıyor. Her doğal ve sosyal felaketle ülke yeniden yıkılıyor, yeni şeyler öğreniliyor, ardından zaman geçince öğrenilenler unutuluyor ve sıfırdan çözümler üretilmeye çalışılıyor. Bundan sonra da aynı süreç işleyecek.
Süreci değil olguyu yönetmek, sorumluların hâkim davranışları haline gelmiş durumdadır. Halbuki, doğal felaketler doğal yasaların ürünüdür. Ancak doğaya hakkını vererek ve doğayla sözleşme yaparak, felaketlerin yıkıcı etkileri azaltılabilir.
Yaşanan doğal felaketleri görünce, insanın aklına Sofistlerin doğala ilişkin söylemleri geliyor: Sofistler iki bin beş yüz yıl önce “asıl olan toplum değil doğadır” der. Doğada hiçbir zaman dil ve kanun yoktur. Orada insanlar aslanlar gibi özgürdür. Bu nedenle de onlar “tabii” olanı, “sosyal” olandan daha değerli, daha sağlam ve daha bağlayıcı görürler. Kinikler ise işi daha da abartarak insanın koyduğu her şeyin, doğaya aykırı olduğundan, doğaya dönerek doğal yaşamak gerektiğinden söz ederler. Abartılmasın ama doğanın gücü de göz ardı edilmesin.