Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Yavuz Selim DEMİRAĞ
Yavuz Selim DEMİRAĞ

Diyarbakır'da ne var ne yok...

Tebdili mekanda ferahlık vardır diyen büyüklerimiz ne de güzel söylemiş. Kış ortasında baharı yaşayan Diyarbakır’a dost ziyaretine geldim. Kamuoyunda pompalanan manzaraların hiçbirine rastlamadığımı peşinen belirtmeliyim. Ama daha havaalanında yabancıların daha doğrusu ajanların cirit attığına tanık oldum. Emniyet yetkililerinden aldığım bilgiye göre hemen her uçaktan en az 8-10 yabancı uyruklu, Diyarbakır’a gidip geliyormuş. İnsanın aklına ister istemez “Düğün değil bayram değil, eniştem beni niye öptü” sözü geliyor. Burası ne Antalya ne Ürgüp. Bunca yabancının turistik gezi için geldiğini ifade etmek safdilliğin ötesinde anlamlar taşımalı.
Belediyenin panolarında “Önce Halepçe sonra kelepçe” afişleri asılmış olsa da Diyarbakırlının gündeminde kelepçe yok. Taksi şoförlerinden esnafa kadar vatandaşın gündeminde geçim var. Geçim şartlarının Türkiye’nin aynası olduğunu belirtmekle beraber lüks ve ihtişamın had safhaya çıkmış olduğu da intibalarımın arasında. Oteller restoranlar, markalı mağazalar adı terör olayları ile neredeyse bütünleşen Diyarbakır’da hiç de sakil durmuyor. Buranın kara para cenneti olduğu iddialarının da gerçeklik payı bulunduğuna ister istemez inanıyor insan.
Örgütün belediyelerdeki hakimiyeti dışında sokakta etkinliği yok denecek seviyede. Esnafın anlattıklarından vatandaşın gösterilerden bıktığını, işsizlik, umutsuzluk ve macera merakının bile asgari seviyeye indiğini çıkarıyorum. Çoluk çocuk ve belediyelerin maaşlı elemanları dışında gösterilere giden yok. “İnsanımız yoruldu bıktı” diyor vatandaş.
Gece saat 01’e kadar şehrin caddelerinde gezdik. Son derece sakindi. Gazeteci olarak değil, alışverişe çıkan vatandaş gibi çarşı pazar dolaştım. Hiç abartmadan 10 kişiden 9’unun Türkçe konuştuğunu tespit ettim. Çınar ilçesinden şehre yerleşen Kürt kökenli şoförün “evimizde Türkçe konuşuruz” sözleri son derece manidardı. Otel lobilerinde restoranlarda karşılaştığım yabancı uyrukluların büyük bölümünün belediye ile görüşmeye geldiğini garsonlar fısıldadı.
Diyarbakır’a gelmişken Cizre’deki ölüm kuyuları ile Silopi’deki asit kuyularını görmeden olmaz. Mahkemelerin hayvan kemiği olduğunu kanıtladığı olaylarla ilgili inanç ve kanaatlere gülüyor herkes. Şehrin göbeğinde AB’nin yaptırdığı istinaf mahkemelerini işaret ederek “onlara iş lazım” muzipliğine hep beraber gülüyoruz. Benim gittiğim uçakta da yabancı gazeteciler vardı. Gün boyu gidip gelenlere Diyarbakır Barosu eşlik ediyor. Meğerse kentte “Güneydoğunun Ergenekon’u” diye nitelendirilen duruşma varmış. Kayseri İl Jandarma Komutanı Albay Levent Temizöz, Cizre eski belediye başkanı korucu başı Kamil Atak ve 5 kişinin de tutuklu olarak yargılandıkları mahkemeye en fazla ilgiyi yandaş medya ile yabancı gazeteciler gösteriyor. Her duruşmada yeni mağdurların türemesinden birilerinin nüfus kayıtlarında yaşıyor göründükleri halde cinayete kurban gittiği iddiasıyla açılan davalardan nemalananlar olduğu söyleniyor. 1994 yılında cereyan ettiği iddia edilen olaylardan 16 yıl sonra “ben de gördüm” diyenlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemeleri’nden tazminat almak için sıraya girdikleri de ilginç iddialardan biri. Terör örgütünün niçin Cizre’yi hedef seçtiğine dair müthiş bilgiler aldım. 1994-95 yılında “Teröre lanet, bayrağa saygı” mitinglerinin yapıldığı Cizre’de polisin gece sokaklarda devriye gezemediği haberlerine üzüldük tabii.
Diyarbakır’da bir de tiyatro varmış. Çoktandır kapalı gişe oynanan oyunun, okyanus ötesinden yazılan senaryonun, dekorundan kostümlere yönetmenden oyunculara kadar her konuda trajikomik yorumlar dinledim. Her tarafında ajanların cirit attığı Diyarbakır her şeye rağmen iyi direniyor. Gece sabaha kadar okuduğum dosyaların arasında tüyler ürperten belgeler var. Diyarbakır’ı ve burada oynanan tiyatroyla ilgili izlenimlerimi bu sütundan yine paylaşmak üzere Diyarbakır’dan selamlar.

Yazarın Diğer Yazıları