Dış politika “futbol oyunu” değildir!
Aslında, dış politikanın bir “futbol oyunu” olmadığı herkes tarafından biliniyor.
“Futbol oyunu” nun dış politikaya alet edilmesine kalkışılmasının, çok tehlikeli ve istenmeyen sonuçlara neden olacağının kabul edilmesi de gerekiyor.
Bugün, Kuzey Kıbrıs Futbol Federasyonu’nu Kıbrıs Rum Kesimi Futbol Federasyonu’na bağlamaya kalkışma hamlesi, yarın kim bilir ne teşkilatları, ne kuruluşları yan yana getirmeye kadar “fırsat” bekliyor.
Kim ne derse desin, Kuzey Kıbrıs Futbol Federasyonu, Kıbrıs Rum Kesimi Futbol Federasyonu’na bağlanıyorsa Kuzey Kıbrıs’ı Kıbrıs devleti olarak tanıma yolunda bir adım atılmış oluyor.
Nitekim; KKTC Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş da, böyle bir yaklaşımın kabul edilemeyeceğini, metnin ilk şeklinden üzüntü duyduğunu belirtiyor.
Denktaş, metnin üzerinde çalışılarak değişiklik yapılması gerektiğini vurguluyor.
Denktaş, Rumların amacının Kıbrıs Türklerini uluslararası futbol arenasında görmek değil, KTFF’yi kendi çatıları altına almak olduğunu belirterek, “Bize göre çare, şu anda Kıbrıs futbolunun, bir yol bulunarak Türkiye’nin amatör futbol liginin içine dahil olması ve buradaki şampiyon takımımızın oradaki liglere katılmasını sağlamaktır” değerlendirmesinde ve isteğinde de bulunuyor.
Bu arada, Kıbrıs’ta sözde Türk ve Rum Futbol Federasyonlarının tek çatı altında birleştirilmesine Avrupa Komisyonu’ndan destek gelmesi zaten sürecin başlangıç gayesini su üstüne çıkarıyor.
Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle’nin, yapılan düzenlemeyi olumlu karşıladığını belirtirken Kıbrıs’taki futbol gelişmesini “çok önemli bir kilometre taşı” olarak nitelemesi de alınacak yolu adeta “işaret” ediyor.
Böylece, adım adım tavizler verilmeye başlanıyor.
Sonuçta, bizim istemediğimiz gelişmeler ortaya çıkıyor.
Her şeyden önce, bu “sportmen” gibi görünen aslında “sinsi” bir girişim Kuzey Kıbrıs’ı, Güney Kıbrıs’ın otoritesi altına sokmuş oluyor.
Sadece, Yeniçağ’ın ele aldığı ve uyardığı girişimi, eski siyasiler, parlamenterler, diplomatlar ve uzmanlar aynı şekilde “tehlikeli ilişki başlangıcı” olarak değerlendiriyor.
Ne var ki, ne hükümetten ne de yandaş medyadan ses geliyor.
AKP iktidarı, dış politikadaki “Arap Baharı” çöküntüsünün yanı sıra, öteden beri Kıbrıs’ta “gaflet” sergiliyor.
Batı destekli Rum Kesimi’nin çeşitli tavizkar taleplerinin ucunda, yavaş yavaş bütün Ada’ya hakim olmanın “isterileri” yatarken, hükümetin “sessizliği” ürküntü veriyor.
Avrupa Birliği hayali uğruna, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını feda etmeye kadar, çok yanlış bir politika güden Türk hükümeti, taviz üstüne taviz vermeye devam ediyor.
Oysa, Kıbrıs’ın güvenliği daima güncelliğini koruyor.
Orta Doğu’daki yangının kıyısında kalan Ada’ya, daha da stratejik ağırlık yükleniyor.
Son yıllarda, deniz taşımacılığı ve petrol bulunma ihtimalinin artması Kıbrıs’a yeni bir pencere açtırıyor.
Daha önce belirttiğimiz gibi, Kerkük-Yumurtalık hattıyla akan 60 bin varil petrole Bakü’den yola çıkan 50 bin varil de eklenince günde 110 bin varil petrolün güvenli bir şekilde dağıtım işlemi ortaya çıkıyor.
Ceyhan’dan dünyanın dört bucağına, büyük çoğunluğu deniz yolu ile dağıtılmakta olan petrol, hatta gazın öncelikle Kıbrıs’ın Kuzeyi’nden geçen tankerlerin güvenliği, Ada’nın önemini adeta kanıtlıyor.
Jeolojik olarak adanın Kuzey doğusu ile İskenderun Körfezi arasında petrol veya doğal gaz zenginliklerin olduğu gün geçtikçe kesinleşiyor.
Öte yandan, Kıbrıs’ta sürdürülen siyasi görüşmeler Ada’nın gün geçtikçe ve adım adım yitirildiğinin ağırlığını hissettiriyor.
Rumlar, yıllardan beri aynı görüşü, aynı tavrı ve aynı planı, çeşitli kılıflar altında savunuyor.
En büyük hedefleri ise, anlaşmalara dayalı haklarını kullanarak, Türk halkını soykırımdan koruyan Türk ordusunun Ada’dan ayrılmasını sağlama olduğu da biliniyor.
Görülüyor ki, Kıbrıs’ın güvenliği daha doğrusu KKTC’nin bağımsızlığı Türkiye’yi sanıldığından daha da fazla ilgilendiriyor.