Dilden gelir bela gardaş...
Osmanlıca fosilcileri vardır bu ülkede, bu fosilciliği bilim adamlığı sanırlar... Günümüz edebiyatından bihaberdirler bunlar, savurup dururlar eski harmanları. Bunlardan biri, geçenlerde yazdığım bir yazıdan dolay fena alınmış, "Dün ağzı olan konuşuyordu, bugün kalemi olan yazıyor. Maşallah herkes her alanda uzman... Siyaseti bilmeyenimiz yok. Keza, din konusunda da hepimiz Ebussuûd Efendi'yiz. Siyaset bilimci ve din âlimi olduktan sonra dil bilgini olmak bizim için çerez sayılır" diyerek, hem alıntı yaptığım Dr. Yusuf Gedikli'yi, hem de beni küçümsüyor aklı sıra. Ağzım da var, kalemim de Efendi, ikisini de iyi kullanırım, siyaseti de iyi bilirim, genel başkanlık da dâhil, partilerde yapmadığım görev kalmadı, hepsinin de hakkından geldim. Bizi tanıyan tanır, bilen bilir, yaptıklarımız da, yazdıklarımız da ortadadır... Kitaplarımız var, hakkında birçok değerli kalemin takdirler ve övgüler yazdığı... Edebiyat dergilerinde hâlâ ürünleri yayımlanan, kalemine saygı duyulan bir adamız... Haa Ebussuud'luğa gelince; o zât-ı âlinize kalsın, sizden zaten çok iyi Ebussud Efendi olur, tam onun kafasındansınız. O Türkmen katliamına fetva veriyordu Osmanlılık adına, siz de Türkçe katliamına veriyorsunuz Osmanlıca adına.
Bize gelince, Atatürk'ün "Dilimizi yabancı diller boyunduruğundan kurtarmak" buyruğunu yerine getirmeye uğraşıyoruz bunca yıldır, uğraşacağız da... Bu yabancı dillerin içinde Arapça ve Farsça da var... Sizin gibilere kalsa, biz hâlâ Ulaştırma Bakanlığı'na "Münakalat Vekaleti", Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'na "Sıhhat Ve İçtimai Muavenet Vekaleti", Örtülü Ödeneğe de "Tahsisat-ı Mesture" diyorduk. Biz, Tahsin Yücel'in dediği gibi, Cumhuriyet döneminde Türkçemizin sizin gibilere rağmen bir Kurtuluş Savaşı verebildiğine inananlardanız ve bu savaşımız sürecek.
Sapsayın Prof'um, sizden izin ya da onay alacak değilim, ben görüşümü yazdım, bana hakaret etmeden kendi görüşünüzü yazabilirdiniz, ona saygı duyardım. Ama siz öyle yapmadınız, ders vermeye kalktınız bana. Ben sizin öğrenciniz değilim. Derdiniz benimle uğraşmaksa, yanlış kapı çaldınız, bu köşede Mustafa Necati Sepetçioğlu gibi bir devle kalem kavgası ettim, siz çok hafif gelirsiniz. Oturun oturduğunuz yerde...
Sarıkamışlı rahmetli Kurbani Kılıç'ın o nasihatlı, hikmetli halk türküsünün bir dörtlüğü düştü şimdi yâdıma:
"Harama sunma elini
Kötüden sakın kendini
Bazen hıfzeyle dilini
Dilden gelir bela gardaş"
Bize de bela bu kez dilden geldi işte... Geldi de, kolay defederiz biz bu belaları...
Sapsayın Prof'um, yazısının sonunda "Güzel Türkçe ile kaleme aldığımız şiirlerle Türk insanının gönül tellerini titretebiliyor muyuz?" demekteydi.
Biz bunu yapmışızdır üç şiir kitabımızla... İki tane de yolda var... İşte bir şiir, o kitaplardan, karar okuyanlarındır:
"İçtenlik içimin arada biri
İçten pazarlığın iç güveysiyim.
Çıfıtın içimde bin güvesi var
Görkemli ağacın kof gövdesiyim.
Sığmaz içim içime
Gönül diye umman var
İçime balyoz gibi
Vicdanın sesi çarpar
İçimden okudum volkana eş sırları
İçime attım güçsüzlüğümü
İçimden geçirdim kaçan yılları.
İçim var ya... Bu içim
Anlamadım ne biçim?
Hem kavgalısı, hem gövdesi, hem çatısı
Duvarlarında kerpicim...