Dilaver Cebeci, üç bin yaşında öldü...
“Câzim deyû dostluk üzre cezm idene dirler,
İçüb aşkın iksirini hazm idene dirler.
Şol fâni dünyâda irişmek içün menzîle,
Dağ delmeğe Ferhâd gibi azm idene dirler.”
Seyyâh-ı Fakîr Evliyâ Çelebi/26.08.1998
1998 ha!.. Hah hah ha!... Ruhunu mu çağırdın yoksa Evliya Çelebi’nin demekte, gülmekte, sormaktasınız, biliyorum.
Yanıt: Evliya’nın ruhunu ben çağırmadım. Çağıran çağırdı kırk yıl önce, öğreneceğini öğrendi o ruhtan ve asrın idrakine ve güncele söyletti o öğrendiklerini.
Yani demem o ki, yukarıdaki dörtlüğün yazılış tarihi tastamam doğrudur. Oradaki Câzim de benden başkası değildir.
Gelelim bu zamane Evliya Çelebisi’nin kimliğine. Onu da bir dörtlükle diyeyim, anlayan anlasın.
Edebi tenasühtür bu, Evliya yaşıyor hâlâ,
O özel anlatımla çağları aşıyor hâlâ,
Hoş sözler atan silahların CEBECİ’si o,
Türklük aşkına DİLÂVER’ce koşuyor hâlâ.
Evet, Dilaver Cebeci... Seyrannâme adlı kitabının ilk sayfasına yazmıştı yukarıdaki dörtlüğü. Ben de ona sürpriz yapacaktım. Evliya Çelebi Destanı adlı çalışmama yukarıya yazdıklarımı almıştım. Destanlarım kitap olunca, imzalayıp yollayacak, “O sayfadan başlayarak oku” diyecektim. Olmadı ne yazık ki...
2007 yılında çıkan kitaplarımı göndermiştim. Yirmi gün sonra, mektubu gelmişti: “Sevgili Dostum, Kitapları aldım ve okudum. Çalışmalarını beğendim. Şiirlerin de gâyet güzeldir. Türk’üz, vatanımız, milletimiz bizimdir. Ölene kadar, Türklüğe mücadele edeceğiz. Sık sık haberleşelim. İstanbul’da Dârüzziyâfe de yeridir. Selamlar...”
Gidemedim, buluşamadım bu değerli dostla. Biz hemşehriydik aynı zamanda. O Kelkit’li, ben Bayburt Demirözü’lü. 20 kilometre vardı doğduğumuz topraklar arasında. “Ve Sığınırım İçime” adlı kitabını işte bu yüzden “Değerli şair dostum ve hemşehrim” diye imzalayıp göndermişti. Bu ilkeli ve ülkülü şairin; şiirini de, Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi olarak yazdıklarını da, kendini de çok severdim. Ne mutlu ki, bu sevgimi açığa vurmuştum yazılarımda.
Bahaeettin Karakoç, yaşını sormuş, “Üç bin” demiş Dilaver Cebeci. Üç bin yıl yaşadı gerçekten o, üç bin yıllık işler yaptı bana göre. Bir dizesinde “Sevgimi üç bin yıl sonra doğacak/ torunuma yolluyorum” diyordu, onu da yolladı.
“O çocuklar birer birer gittiler../Soylu sevdâ türküleri dudaklarında/ Saçlarında kurt nefesi rüzgârlar/O çocuklar birer birer gittiler”. Evet Dilâver de gitti “Kelepçeler alıp kelepçeler satan” o çocukların yanına. Şimdi bize düşen; onların adlarını, hatıralarını ve eserlerini yaşatmak. Bir yazımdan dolayı, MHP’li Gümüşhane Belediye Başkanı telefonla aramıştı beni birkaç yıl önce. Uzun uzadıya konuşmuştuk. Gümüşhane’nin değerlerine sahip çıkın demiştim Başkan’a. Bir caddeye Atsız Hoca’nın, bir caddeye de Dilâver Cebeci’nin adının verilmesini istemiştim. Bu, olmadı bugüne dek. Sağlığında bu inceliği göstermediniz, öldüğünde gösteriniz bâri. Bekliyorum, tamam mı Başkan?
Orhun yazıtlarında denildiği gibi “Bulut çöktürdün” be Dilâver, ıslattın gözlerimizi ve yüreğimizi. Durağın uçmaktır elbet, elbet bir gün orada buluşacağız.