Dikkat "sözleşmeli sapık" var

Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş Suriye’yi yazmış, Mehveş Evin karı, Nuray Mert Türk oryantalizmi, Arap dünyası ve İran’ı... Akşam’dan Nagehan Alçı Ergun Babahan’ı yazmış, Nihal Kemaloğlu küresel yatırım aracı olarak toprak ve tarım arazilerini... En acıklısı Vatan’dan İclal Aydın’ın hali, “yazı konusu” kısırlığından şikayetçi! Vatan’la devam edelim, Mutlu Tönbekici “kıç baş açmak üzerine” (yazısının başlığı bu) yazmış. Hürriyet’ten Ayşe Arman, Kanlı Kontesler Kitabı’nın yazarıyla yaptığı tele söyleşiyi, Habertürk’ten Pakize Suda Perşembe monologlarını, Elif Şafak Yeni Anayasa Çalıştayını, Cumhuriyet’ten Nilgün Cerrahoğlu İran’ı, Şükran Soner dindar genç yetiştirme atılımını, Milli Gazete’den Fatma Tuncer -hem de aile sayfasında yazıyor- insanın hakikati arama serüveninin nasıl olması gerektiğini, Taraf’tan Sezin Öney Mefisto’yu, Perihan Mağden gazeteye vedasını yazmış. Cihan Aktaş “Müslüman kadınlar”a alan yaratan özel bir grubun PR’ını yapmış. Yeni Şafak’tan Sema Karabıyık dizi senaryolarını irdelemiş, Star’dan Elif Çakır İstiklal Mahkemelerini didiklemiş... Sabah’tan Nazlı Ilıcak Paul Auster polemiğini, Radikal’den Ezgi Başaran Atatürk’ü eleştirmek yada eleştirememek meselesini, Berrin Karakaş kentsel dönüşümü yazmış!
Görebildiğim kadarıyla iki kadın yazar “hoop bir dakika ne oluyoruz” deme ihtiyacı hissetmiş “12 yaşındaki kızını satan baba ve o kıza tecavüz etmek üzere satın alan sapık” vakası karşısında!
Bir Vatan’dan Ruhat Mengi, “...bütün bu rezaletler, skandallar her gün duyulurken ilgilenmesi gereken bakanlıklardan, milletvekillerinden, sivil toplum örgütlerinden neden çıt çıkmıyor, bu nasıl ülkedir yahu?” diye isyan etmiş. Bir de Habertürk’ten Rahşan Gülşan, 13 yaşında 26 kişinin tecavüzüne -yargıya göre rızasıyla- uğrayan N.Ç.’ye atıfla “Biliyorsunuz bugünlerde çocukların ya rızası olmuş oluyor ya da çığlık atma kriteri aranıyor tecavüzcülere hak ettikleri en ağır cezaların verilebilmesi için...” diye “izleyerek” ortak olduğumuz rezilliğe dikkat çekmiş.

***


Hani şehit haberi üzerine şehit haberi aldığımız günlerde her biri anne / anne adayı / eş / kardeş / evlat / sevgili olan kadınların suskunluğunu eleştirirken “Bütün kızlar çuvalladık” demiştim ya...
Alın bu da “Çuval 2” ! Sakın çıkarmayın içinden başınızı!
Tamam küçük bir çocuğu üç kuruş uğruna satan ve tecavüz etmek üzere satın alan sözleşmeli sapıklara gidin bu haltı yiyin diyen medya değil.. Peki ama ya bu topluma başına kuma gömmeyi, saklamayı, susmayı, yutmayı, sindirmeyi, sinmeyi, saklamayı, gizlemeyi, üstünü örtmeyi öğreten?
Evet git kızını bir tecavüzcüye sat demedi ama, istihdam ettiği kendi sözleşmeli sapıkları aracılığıyla medya “tecavüzcüsüne aşık kadın”lar yarattı mesela! Bunları kınayarak değil onaylayarak hatta neredeyse özendirerek yayınladı. “Kötü kahramanlar” dayattı!
Birileri çıkıp “müzik notası mı” diye alay da edebilir ama kalemlerimize nota vermemiz için daha ne olması gerekiyor?
İnsanların insanlıktan çıkıp başka bir şeye dönüştüğünü farketmemiz, havalı söyleyişiyle farkındalık sahibi olmamız için daha nasıl bir iğrençliğe şahitlik etmemiz gerekiyor?
Sözde “töre” uğruna 47 kişinin öldüğü katliama sahne olan “birbirine akraba olmuş(!)” köyden ne farkı var medya mahallesinin!
Bu mahallenin de kendi “töre”leri var; reyting, tiraj, popülarite, kapitalizme hizmet... Ve bu “töre”lere uyan “zavallı” kadınları, kızları var bu mahallenin de... Onlar kendi bağımsızlıklarını ilan etmedikçe, 12 yaşındaki kızın derdine düşmelerini/düşebilmelerini beklemek abes.
Belki önce bu mahallenin kızları “ensest”i normal sayan, kadınları “potansiyel fahişe” gördüğünü söyleyen bir adamın yönetiminde çalışmayı reddetmeliler!
Yatak dışında da konuşma alanları yaratabilmeliler, soyunmadan, porno pozlar vermeden de kendilerini okutabilmeliler... Küçük kız çocuklarına mastürbasyon, orgazm dersleri vermekten el çekmeliler...
Çocukları çizgi film çağında seksle hatta sapkınlığa varan davranış biçimleriyle tanıştırmak konusundaki ısrarları devam ederse, yarın bir gün -Allah korusun ama- kendi çocuklarının başına kötü hal geldiğinde, N.Ç.’yi mahkum eden kafayı, bunun “rızası dışında” gerçekleştiğine inandırmakta güçlük çekebileceklerini idrak edebilmeliler! Bugün övüne övüne yazdıkları “ben kızımla her şeyi konuşuyorum, beş yaşında ama Haydar Dümen’e taş çıkartır” yazılarının yarın bir gün “rıza”nın “delili” olarak önlerine konabileceğini hesap edebilmeliler.

***


Yazacak daha önemli konular olduğunu düşünenlere not:
Kızını bile satan, kız kardeşlerine yıllar boyunca tecavüz eden, bir, iki, üç yaşındaki kız-erkek bebeklerin dahi ırzına geçen sonra da bunları “kendi arasında güzellikle halledebilen” kimbilir kaç gizli sapık barındıran bir topluma “vatanı satmanın”ne fena birşey olduğunu mu anlatacaksınız! “Aydın”ın görevi “erdemli azınlığa özel yayın”la sınırlıysa o başka... Ama bana kalırsa bugün her şeyden önce yeni baştan bir toplum yaratmak düşüyor aklı hâlâ aklı başında olanlara! Yeni baştan bir vicdan yaratmak...


Enis’in adı yok

Ertuğrul Özkök “4 Yüz ekibi olarak Topkapı Sarayı’ndaydık” diyor. Kendi Harem tecrübesini, Sedat Ergin’in İlber Ortaylı’nın odasına sığınışını, Ahmet Hakan’ın soğuk karşısındaki dirençsizliğini anlatıyor, ve nokta. Eee 4. yüz nerede? Özkök koltuğunu kaptırdığı Enis Berberoğlu’nun adını bile anmıyor yazıda, yok sayıyor. “Soğudukça” intikamın tadına mı varmaya başladı acaba!



BASINDAN SEÇMELER


Aslında Atatürk diye biri yoktu

Bu olup bitenlere üzülmeyin; çünkü aslında...
Atatürk diye biri hiçbir zaman olmadı...
Bildiklerinizin hepsi yalandı!
Mustafa adında, Selanikli bir çocuk hiçbir zaman askeri liseye gitmedi...
Matematik öğretmeni, “Senin de adın Mustafa, benim de... Seninki bundan sonra Mustafa Kemal olsun” demedi...
Bu ülkenin başarılı komutanları arasında, o isimde biri de yoktu...
Zaten Çanakkale Savaşı da olmadı; Kurtuluş Savaşı da...
Hepsi koca bir yalandı!
Olmadığı için, Mustafa Kemal adlı o “hayalet şahsiyet” , hiçbir 19 Mayıs’ta Samsun’a falan çıkmadı...
Zaten Bandırma Vapuru diye bir vapur da yoktu...
Hem olsa bile; Bandırma’ya giderdi, Samsun’a değil!..
23 Nisan’da da Türkiye Büyük Millet Meclisi falan kurulmadı...
Kurtuluş Savaşı olmadığı için 30 Ağustos da koca bir palavra, 29 Ekim de...
İşte bu yüzden bu bayramların hiçbirinin kutlanmasına da gerek yok!

***


Hem, “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcut”muş falan...
Ne o öyle?
Ne kadar “ırkçı söylemler” bunlar?
Yakışıyor mu bu çağda sizin gibi münevverlere?

***


Dedim işte diyeceğimi...
Seksen dokuz yıldır düş görüyoruz hepimiz...
Tek gerçek var; görün artık:
Yaşasın padişah efendimiz!
Mustafa Mutlu / Vatan




Hangi Truva atının başını tutarsanız tutun, kime seyislik yaparsanız yapın!.. Kimin uşağı olursanız olun, kim için zırvalarsanız zırvalayın!.. Kimlerin gaflet ve dalaletinden yararlanırsanız yararlanın!.. Kısacası ne yaparsanız yapın!..
Atatürk’ü bu ulusun yüreğinden söküp atamazsınız...
Mehmet Faraç / Aydınlık




Üç koyunu filan boşver...
Üç kürek versen, kapılarının önünü bile küreyemez bunlar...
Yılmaz Özdil / Hürriyet




Canlı yayın araçları Sincan’a...

Fener’i fazla kurcalayan savcılar önce görevden alındı. Ardından Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun ibretlik bir kararıyla haklarında soruşturma açıldı.
Deniz Feneri soruşturması 4 yıldır tamamlanamamıştı, ama savcıların kovuşturması 3 ayda bitirildi.
İtiraz sonucu bile beklenmeden, Türkaslan hakkında 11 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
Tam “ileri demokratik bir uygulama”yla, Deniz Feneri sanıkları salıverilirken, savcıları sanık oldu.
Bu, hem yürütmenin yargıya müdahalesi, hem Fener’cilerin intikam hamlesiydi.
Tabii bundan sonra böyle işlere kalkışacak savcılara da “Dokunan yanar” mesajıydı.

***


Ama bu hesabın ters tepme ihtimali büyük. Çünkü Ankara Adliyesi’nin koridorlarını arşınlayanlar, son birkaç gündür “sanık savcılar”a destek ziyaretçisi ve telefonu yağdığını görüyorlar.
Birçok baro “Biz yüzlerce üyemizle savunmanızı üstlenmeye hazırız” diye arıyor.
Sincan’da iddianame kabul edilirse, Deniz Feneri’nin hiç konuşmayan eski savcıları, sanık olarak ilk kez konuşacak. Deniz Feneri soruşturmasında başlarından geçenleri, yapılan müdahaleleri, belki de eldeki belgeleri anlatacaklar.
Kapatılmaya çalışılan ve yeni savcılarca bekletilen ünlü dosya, fiilen orada açılmış olacak.
Savcılık makamı yer değiştirecek: İlk kez bir savcı, iddialarını sanık sandalyesinden dillendirecek.
Canlı yayın araçları, restorana değil, Sincan’a yollansın:
Ava giden avlanabilir.
Can Dündar / Milliyet




Bu Cumhuriyet’in mayasının bozukluğunu söyleyip, geçmiş Mustafa Kemal Cumhuriyeti’ni tepeden tırnağa yıkacak olan bir 2. Cumhuriyete davetiye çıkaran, AKP ve Tayyip Bey’in gelişiyle, Atatürk Cumhuriyeti ile tepeden tırnağa hesaplaşacak yeni bir dönemin açılacağını muştulayan Mehmet Altan değil miydi? Yanılıyor muydu? Yoo, hayır!.. Bütün söyledikleri bir bir çıkıyordu. Öyleyse bu öfke neye?
Ali Sirmen / Cumhuriyet




Birbirlerine girdiler

Aydın Doğan’la yedikleri yemeği diline dolayan Ergun Babahan’ın “Rasim Ozan Kütahyalı ve eşi” vurgusuna bozulan Nagehan Alçı “eş”ten ibaret olmadığını ispat için bakın hangi defterleri açtı...


Doğan’ın Hilton aşkı

Aydın Doğan bugün milyar dolarla ifade edilen bir servet sahibiyse, Hürriyet Gazetesi sayesindedir.
Aydın Doğan bu aşk uğrunda yıllardır yanında olan gazetecileri bir kenara atıp torunu yaşındaki Rasim Ozan Kütahyalı ile durumu düzeltme çabasına giriyor...
Benzin istasyonu nedeniyle Doğan’a yaklaşan bir bakana “Rabbim Cleveland” dedi.
Doğan’ın dolar milyarderi olmasına katkıda bulunan bir banka genel müdürüne de rabbim “Keçi çiftliği” dedi.
İkisi de yakayı böyle sıyırdı.
Bu tablo karşısında bile, gazeteleri yandaşlıkla suçlayan Hürriyet yazarları çıkıyor.
Önce kendinize bir sorun, o kadar yıkama-yağlama yapıyorum da Aydın Doğan benimle ve eşimle önce ofisinde, sonra evimde yemek yemiyor da, Rasim Ozan Kütahyalı ile yiyor.
Ergun Babahan / Star


Erkeklere masallar

...Sözde, Aydın Doğan, bizimle ‘Hilton işlerini’ konuşmak için yemek yemiş. Her iki yemekte de ne Hilton’un ne de Aydın Doğan’ın başka bir ticari girişiminin kelimesi bile geçmedi ama Babahan’ın ismi geçti. Ergun, son dönemde kritik zamanlarda askeri vesayete karşı demokrasinin yanında durduğu için takdir ettiğim bir isim. Bunu da her yerde söylerim fakat bu durum onun cinsiyetçi ve insani zaaflara yenik olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Aydın Doğan’ın anlattığı öyle şeyler var ki...

***


Ahmet Çalık, Sabah-ATV grubunu aldığı sıralarda Babahan, Mehmet Ali Yalçındağ’ı arayıp, Aydın Bey’le görüşmek için ısrarcı oluyor. Yalçındağ’ın evinde bir araya geliyorlar. Ergun doğrudan konuya giriyor: ‘Bizim gazeteyi tarikatçılar ele geçirdi, ben 15 kadar arkadaşımla size geçmek istiyorum.’Adeta çalıştığı Sabah gazetesinin de içini boşaltma gayretinde. Aydın Doğan bu teklifi kabul etse, Ahmet Çalık’ın sahibi olduğu Serhat Albayrak’ın yönetimini devraldığı medya grubu daha en başından krize girecek! Bu arada dönemi de hatırlamak lazım: AK Parti’yi kapatma davası süreci başlamış, yargı eliyle darbe girişimi adım adım ilerliyor... Görünürde ‘demokrat’bir tutum alan Ergun Babahan, arka planda başka işler karıştırıyor yani... Bu kadar da değil. Aydın Doğan’dan iş isteyip, geri çevrildikten 15 gün sonra Ahmet Çalık’la anlaşıp bu defa da Doğan’a çakmaya başlıyor! Bunun üzerine de Aydın Bey, Ahmet Çalık’ı arıyor ve durumu anlatıyor. Ergun’un foyası meydana çıkıyor. Sonraki süreci biliyorsunuz. Sabah gazetesinden gönderiliyor...
Gelelim hem beni hem de tüm kadın meslektaşlarımı ayağa kaldırması gereken, kadını süs gören, ‘eş’liğe indirgeyen cinsiyetçi bakışa... Bilmem hatırlatmama gerek var mı? Ben CNN Türk’te çalışıyorum, dolayısıyla köşe yazarlığı yaptığım bu gazetenin patronu nasıl Mehmet Emin Karamehmet ise, televizyon yorumculuğu yaptığım kurumun patronu da Aydın Doğan. Dolayısıyla Aydın Bey’le bir hukukum var. Daha önce başka ortamlarda bir araya gelmişliğim de var. Onun kafası almasa da ‘eş olmak’ dışında var olma biçimleri de mevcut kadınlar için.

***


Her neyse... Derdim Ergun Babahan’a bir şey anlatmak değil. Hiç umudum yok o konuda. Nasıl olsun? Kafa ortada...
Nagehan Alçı / Akşam

Yazarın Diğer Yazıları