“Devletin polisi” başka “iktidarınki” başka...

Gencecik bir işadamı; henüz 30’larında. Bir toplantı için İstanbul’dan Ankara gidiyor. Toplantısını yapıyor. Tam geri, evine dönmek üzere yola çıkacakken; bir gaz duman içinde buluyor kendisini. Ne eylemle alakası var açıkçası ne de gündemle yoğun bir ilgisi, ilişkisi; “apolitik”.
Biri düşüyor önüne; çok insani bir nedenle, ayaklarının dibine yığılan “insan”a yardım için eğildiği sırada, biber gazı fişeği patlıyor yanağında. Yüzü darmadağın oluyor. Elmacık kemiği paramparça. Hastanede hâlâ. Ve bir gözü göremeyecek bir daha... Yok çünkü artık!


***


Gazetede okumadım bu “hikaye”yi, televizyondan duymadım.
Kardeşim gibi, çok yakın olduğum bir arkadaşım dolu gözlerle, sesi titreyerek anlattı. Konuşmamız boyunca kulağı hastaneden gelecek telefondaydı.
Yok yere, izah edilemez bir şekilde benim canımın canı yandı. Benim de haliyle...
Son bir haftada ne çok insan eklendi bu acı zincirine, sonrasında oluşan öfke seline biliyor musunuz?
Durup dururken bir polisin gözü dönmüşçe davranması yüzünden gözünü kaybeden o gencin yerinde olsanız, ailesinin yerinde, yakınlarının yerinde tepki göstermez misiniz o polise? Suçlamaz mısınız?


***


Polis, evet “devlet”i temsil ediyor. Evet, polise dönük hiçbir saldırı, hiçbir linç girişimi savunulamaz. Evet polis, üzerinden millet ile devleti cepheleştirmeye dönük her söylem, her tavır bu ülkeye dolayısıyla yine bize zarar verir. Ama sokaklara, meydanlara dökülenler, olayları yorumlayan gazeteciler, siyasiler kadar bizzat polisin de bu “kilit” rolünün farkına varması gerekmiyor mu artık? Kalabalıkların içinde olduğu gibi emniyet teşkilatının içine sızmış “provokatör”ler de yok mu? Her devirde, Türkiye’yi karanlığa sürükleyen her olayda karşımıza çıkmadı mı, o yapı?


***


Polisin, aldığı talimatı uyguluyor olması, bugün yok yere canı yanmış binlerce insanın gözünde yetmiyor, cana kasta varan şiddeti meşrulaştırmaya?
“Devlet” ile “millet”in karşılıklı birbirini alkışlamasıyla sonlanan eylemler de oldu bir çok şehirde. Hatta millet de devlete destek vererek karşı çıktı kışkırtıcılara.
Oradakiler de polisti... Onlar da almıştı aynı emirleri... Ama İstanbul’daki gibi, Ankara’daki gibi zulüm uygulamadı hiçbiri.
Demek ki mesele devletin mi iktidarın mı memuru olduğunu ayırt edebilmiş olmakla ilgili. “Devletin polisi” gözümüzün bebeği ama gözümüzü çıkaran “iktidarın polisi” başka. Burası bir hukuk devleti ise onlara saldırı emrini veren siyasi irade ile birlikte onlar hakkında da gerekli işlem neyse yapılmalı.
Bugün yüzlerce gencecik subay “Napalım kardeş, siz de kanunsuz emri uygulamasaydınız” denilerek cezaevlerinde tutuluyorsa, “kanunsuz emri uygulayan polisler” de -suç madem- işledikleri bu suçun cezasını çekmeli!


***


Özellikle günlerdir “O copu senin...” diye başlayan küfür, tehdit ve hakaret dolu e-postalar atanlardan rica ediyorum, yeniden okusunlar yukarıda anlattığım hikayeyi. Aynı olay bir polisin de başına gelebilirdi; o da işine giderken bir arkadaşının karşısındaki kim, ne, neden orada umursamadan attığı biber gazının, plastik merminin hedefi olabilirdi.
Bütün bunların yaşandığını bile bile bütün bunlar olmamış gibi davranmak sinmiyor benim içime. O iğrenç mesajları atanlar, bütün bunların yaşandığını bile bile, gece başlarını rahatça koyabiliyorlarsa yastıklarına, mışıl mışıl uyuyabiliyorlarsa, hiç kusura bakmasınlar “insanlıkları” tartışmalı benim gözümde.

Ayağa kalkmış bir millet....

Mehmet Metehan Oğuz yollamış. Manidar:
“İsmet İnönü bir gün Atatürk’e sorar sence dünyanın en zor işi nedir?
Atatürk:
- Türk Milletini ayağa kaldırmak.
“Peki” der İsmet İnönü ve ekler:
- Bundan daha zor bir şey var mıdır?
Atatürk:
- Harekete geçip ayağa kalkan Türk Milletini durdurmak.”

Yazarın Diğer Yazıları