Dersim, cahillerin zannettiği gibi Kürt değildir!
Naşit Hakkı Uluğ (1902-1977), Cumhuriyet’in ilk yıllarının gazeteci-yazarlarından. Bu yıllara ilişkin araştırma ve incelemeleriyle tanınıyor. Çok sayıda kitabı var.
Kaynak Yayınları, bu değerli gazeteci-yazar’ın ilk baskısı 1939 yılında yapılan “Tunceli Medeniyete Açılıyor” adlı kitabını yeniden yayımladı.
Bu kitabı okuduğunuzda birçok önemli ve değerli bilgilere erişecek ve Zazalar ile Dersim’in Türklüğüne dair belleğinizde oluşan boşlukları kolaylıkla doldurabileceksiniz. Naşit Hakkı Bey, Tunceli olmadan önce ve sonra, defalarca gittiği Dersim’in dağını, taşını, söylencesini, geleneğini, toplumsal ve dinsel yapısını ve halkının tarihsel kökenlerini derinliğine incelemiş.
Uzun söze ne gerek. Kitaptan yerimizin yettiği ölçüde alıntılar yapalım, görelim neler varmış.
1913’te Dersim’de mutasarrıflık yapan Mardinli Arif Bey diyor ki: “Dersim, cahillerin zannettiği gibi Kürt değildir, halkı Türk’tür. Türkçe konuşur, buralar Türklerin pek eski yuvasıdır. Türklerden beri hiçbir neslin eserlerine ve hatırasına rastlanmaz” diyor.
Şimdi biliyorum, bazıları gülecekler bilgiç bilgiç, “Yahu adamların ayrı dilleri var, nerden Türkçe konuşuyorlarmış” diyecekler. Cevabı yazarımızdan alalım. Bakın Dersim’de ay adları nasılmış, bir Dersimli neler demiş Naşit Hakkı’ya: “Begim biz ayları böyle sayarız; Karakış, Zemheri, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Yayın (Yay, yaz demek, Azerbaycan’da da böyle diyorlar C.G) Önayı, Yayın Ortaayı, Yayın Gerikiayı, Güzün Önayı, Güzün Ortaayı, Güzün Geriki Ayı (Kasım).”
Yalnız ay adları mı? Daha neler neler.. . “Altayların adetleri, biraz bozulmuş olmakla beraber halkın sosyal hayatında derin izler halinde yaşıyor.” denildikten sonra şu ayrıntılar veriliyor kitapta: “Her yıl Mart’ın ilk çarşambasında ’Kara Çarşamba’ adlı bir tören yapılır, bu tören adeta Ergenekon’u temsil eder. O gün Dersimliler, bir gül dalını ortasından yarıp ayırarak yaptıkları bir çemberin içinden geçerler, ondan sonra elma yerler, şenlikler yaparlar, karanlıktan sıkıntıdan kurtularak sanki Kızılelma’ya kavuştuklarını ilan ederler.
(...) Bir çatışmada ölenin hatırasına daha büyük bir saygı gösterilir ve ölü sevdiği eşyalarla birlikte gömülür. Bunlar silah, kama, bilezik ve kemer gibi şeylerdir. Dağ Türklerinin adeti, eski Türk adetlerinin aynıdır.”
Ve günümüzde oynanan etnik oyunlara ışık tutan son derece önemli bir bilgi: 1885’te Türkiye’de coğrafya araştırmaları yapan Vital Guinet, 1891’de “Asya Türkiyesi” adlı bir Coğrafya Kitabı yayımlamış. Guinet, nüfusu Müslüman, Kızılbaş ve Kürt olarak kategorize ediyor önce ve sonra bu kategorilerin sayısını veriyor. Buna göre; Dersim’de o yıllarda, 15.460 Müslüman, 27.830 Kızılbaş varmış. Yazar, “Ayrıca 12.000 kadar da Kürt var” diyor. Sanki Kürtler ve Kızılbaşlar, Müslüman değil. Öyle çuvallamış ki adam, Zazalardan hiç söz etmiyor. Kürt dedikleri de Zaza Türkleri aslında.
Naşit Hakkı Uluğ, II.Abdülhamid’in kurduğu “Hamidiye Alayları” nı “Sultan Hamid’in Son Suikastı” olarak niteliyor. Tespitleri bugüne de ışık tutuyor: “Hamidiye Alayları teşkilatıyla ayrıcalıklara boğulan kabile ve aşiretler, Doğu’da her biri birer beylik halini alıyor ve yeni silahlara kavuşuyorlardı. Bunlar vergi vermiyor, asker vermiyor, üstelik yöresindeki bütün köy ve kasabaları soyuyorlardı.”