Demokrasi ve despotluk
Bir yerde yönetimin seçimle el değiştirmesi; orada gerçek demokrasinin varlığına delalet teşkil etmez. Seçimin şeklen olduğu yerde demokrasi de şeklen mevcuttur. Seçimler her defasında birileri tarafından seçilmişleri seçmek için düzenleniyorsa, yukarıda söylenenlerin haklılığı da kesinlik kazanır. Kaldı ki seçim, demokratik kültürün şartlarından yalnızca birisidir. Bir yönetim, meşruiyetini ister karizmatik unsurlardan, ister geleneklerden, isterse de rasyonel hukuki ilkelerden alsın, uygulamada adalet, liyakat, ehliyet, uzmanlık, çoğulculuk, katılımcılık ve eşitlik gibi olguları göz ardı ediyorsa, o yönetim rahatlıkla despotik bir yönetim olarak nitelendirilebilir.
“Oligarşinin Tunç Kanunu”
Demokratik süreç sonucunda işbaşına gelmiş olan yönetimler; işbaşına gelirken savundukları ideallere süreç içerisinde ihanet ederek, zorba bir yönetime kaymakta, kendileri için bir sakınca görmemektedir. Çoğu kez yönetimi demokratik usullerle ele geçiren yöneticiler, kendi amaçlarını kurumun amacının yerine ikame edebilmektedir. Böylece yönetimde bulunanlar, kendi amaçlarını daha doğrusu kendi çıkarlarını kurum amacı ya da çıkarı olarak kurum mensuplarına dayatabilmektedir. Böylece kurumsal zorbalar, bencil çıkarlarına çoğunluk adına karşı çıkanları derhal “ihanet” ile suçlarlar. Evet belki ortada bir ihanet vardır ama bu yönetilenlerin, “adil, demokratik, dürüst ve ilkeli yönetin” talepleriyle ortaya çıkanların ihaneti değil, yönetim erkini eline geçirmiş olanların her şeye rağmen kendi çıkarlarını ülke çıkarları olarak dayatmasının ihanetidir. İmtiyazları sürekli kılmak için dayatılan ihanettir.
Kitleler genel olarak içten çok dış, ruhtan çok fizik, derindeki gerçeklerden çok ortadaki görüntüye önem verirler. Toplumun kahir ekseriyeti için asıl olan, biçimsel yapıya uygunluktur. Öze ve esasa uygunluk çoğu kez insanları ilgilendirmez.
Biçimsel demokrasi yeterli değildir!
Bugün ülkenin çeşitli kurumlarında biçimsel olarak bir seçim yapılmakta ve birtakım yönetimler bu seçimin sonucunda işbaşına gelmekte ya da gitmektedirler. Belirli bir süre için toplum adına erk kullanmak üzere vekâlet alan yönetimler, yukarıdaki zihniyetin yansıması sonucunda bu süre içerisinde padişah ya da imparator gibi hareket etmeye başlamaktadırlar. Bu durum daha çok toplumsal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Ülke, zamanında monarşiden cumhuriyete yasal ve biçimsel olarak dönüşürken “yapı-zihniyet-kurum” temelinde bu dönüşüm sağlanamamıştır. Demokrasinin siyasi olduğu kadar asgari düzeyde de olsa sosyal, kültürel, ahlâki, teknolojik, kentsel, sendikal ve ekonomik bir alt yapıya da ihtiyacı vardır.
Bir ülkenin tabelasını demokratikleştirerek o ülkeyi demokratikleştiremezsiniz. Demokratik bir yönetim için biçimsel anlamda demokratik kurum ve süreçlerin olmasından daha çok demokratik zihniyet ve kültürün varlığı esastır. Bir ülkede müzik ve televizyon dünyasının kral ve kraliçeleri, sahne ve futbolun imparatorları, iş dünyasının ağaları, gençlerin de bu kadar çok ilahları varsa, orada demokrasi kültürünün ne düzeyde olacağı ya da olamayacağı iyi düşünülmelidir. Hiyerarşi ve bürokrasiyi önemsemede o kadar ileri gidilmektedir ki, herkes krallığa özenmektedir. Türkiye’de her önüne gelene kral/imparator/sultan/ağa sıfatının verilmesi tesadüf değil, ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.