Demokrasi Vaziyetlerimiz Üstüne…

"1 kişinin 99 kişi üzerinde egemen olduğu rejime monarşi, 10 kişinin 90 kişi üzerinde egemen olanına oligarşi ama 51 kişi 49 kişi üzerinde egemense ona demokrasi diyorlar" dedi Tolstoy.

"Türkiye'de 49-51 dengesine göre bir demokrasi var, ülkemizde milli irade de 49+51'e denmiyor, 51'e deniyor, 51 her hakkı kendinde görüyor. Şirket çoğunluğu gibi…" dedim ben…

Bernard Shaw, atıldı teey ötelerden, bakın ne dedi: "Demokrasi, düzenbaz bir azınlık tarafından atanma yerine, yetersiz bir çoğunluk tarafından seçilmeyi getirdi."

Benim ülkemde o işler nasıl oluyor bilsin istedim, dedim ki Shaw'a: "Bu birçok ülkede görülen bir olgu ama bizim ülkemizdeki gibi 'Hamd olsun', 'Hayırlısı olsun', 'İyi olur inşallah' yakarıları ile geçiştirilmez…"

Bernard Shaw, bir başka gerçeğe daha parmak bastı: "Siyasal bir akım, soyguncuların desteğini sağlamadan oy çoğunluğu elde edemez". Baktım, tehlikeli sözler söylüyor, lafı değiştirdim hemen, neme lazım, gider şimdi birinin kulağına, al başına belayı. Biz öyle bodoslama gidemeyiz Mr.Shaw, İsmet Paşa'nın "Bu ülkede namuslular da namussuzlar kadar cesur olmazsa, o ülkeye kurtuluş yoktur" sözünü asarız pankart pankart, överiz bu sözden dolayı İsmet Paşa'yı, gelgelelim oyumuzu onun partisine vermeyi düşünmek bile istemeyiz…"

Cesare Beccaria girdi söze: "Her zaman sıradan ve bayağı bir adam olan yüzsüz, yalancı, bilgisiz biri; halk içinde tapınılacak konuma gelebilir. Ancak, aynı kimse aydınlatılmış bilgili bir halk tarafından sadece bir aşağılanma konusudur."

"Cesaretle diyorsun Cesare Gardaş, diyorsun da, neyleyelim, bizim halkımız, mehdi arıyor, kurtarıcı arıyor, sihirli değnek sahibi arıyor, aramaktan da hiç bıkmıyor. 'Aydınlatılmış bilgili bir halk' diyorsun, o bizden öyle uzakta ki..."

Voltaire kızgın bir suratla çıktı ortaya: "Katıksız demokrasi, ayak takımının despotizmidir."

Bak şimdi, bizde katıksızını isteyip duruyoruz 1946'dan beri… Demek katıksızı da öyle özenilecek, idealize edilecek bir şey değilmiş. Bizim katıklı ehven-i şer'miş meğer…

Albert Camus da çok radikal yaklaşıyor konumuza: "Politikayı yok edip yerine doğruluğu koymalıyız."

Doğruluğu politikanın içine koyabilmeliyiz, yoksa bu dediğin gazoz ağacı, bizim burada bitmez Sayın Camus.

"Her siyasi parti, kendi yalanını yutarken ölür" dönüp baktım bunu diyene, boynuna asılı kimlikte John Arbuthnor  yazıyordu.

"Emin misin?" diye sordum. "Eminim" demez mi, "Hadi oradan be!" diye çıkıştım, "Öyle olsa bizim siyaset sahnemiz Karacaahmet Mezarlığına dönerdi"… Baktı aval aval yüzüme…

Selim İleri, gelip ileri, bir kitabından aldığım o sözünü anımsatıyor:  "Artık biliyorum ki, bazı insanlar... Büyük çoğunluk, sonsuza dek böyle yaşayacak; çaresiz, kandırılmış, iktidarlara yenik düşmüş, hep ezik, hep horgörüde."

Ekliyorum: "Fakat bunun ayırdında ve bilincinde olmadan, öyle değil mi?"

Yanıtını duyamıyorum.

Cenap Şahabettin'e sormalıyım, tiryaki sözleri ne der bu işe? Şunu dermiş:

"Avam en az anladığına, en kuvvetle inanır."

Alkışlıyorum ve dönüp Enistein'e soruyorum: "Sen ne dersin Büyük Bilgin?"

"Politika anarşiyle despotluk arasında sürekli yenilenen yanılsamalarla canlandırılan bir geliş-gidiştir."

Evet evet, bizde aynen böyle oluyor… Duyduğum en güzel yanıt da bu…

Yazarın Diğer Yazıları