Değişim ve sürekliliği anlamak -2-
Fiziki alanda doğanın değişmeyen yönünü, temel birimler olan elementler oluşturur. Demir, bakır, alüminyum, silisyum gibi elementler, doğada bileşikler halinde bulunurlar. Bununla birlikte yapısal özelliklerini korurlar ve özünde herhangi bir değişikliğe uğramazlar. Bir ceviz ya da erik fidanı, beş on sene içinde kocaman bir ağaç olur. Sonbahar gelince yaprak döker, baharda çiçek açar; ama meyvesi değişmez, hep aynıdır. Ceviz, ceviz olarak; erik erik olarak varlığını sürdürür. Öz benliğini koruyarak meydana gelen değişmeye gelişme, öz benliğini yitirerek ortaya çıkan değişmeye de çürüme veya bozulma denir.
Unutmamak gerekir ki ilkellerden, göçebelerden ve diğer medeniyetlerden birçok kültür unsurları günümüzün birçok kültür unsurunda yaşamaktadır. Bu bakımdan büyük medeniyetlerden hiç birisi tamamıyla ölmemiştir.
Yalnız medeniyet ya da teknolojiye özgü hususlarda değişme olmuyor, zihniyette, düşüncede, beğenide, yaşamda, stratejide, yöntemde, kısacası yaşamın her alanında bir değişme söz konusudur. Bu durum kavramlar için de böyledir. Kavramlar da değişir; değişmek var olmaktır; ya da var olmak değişmektir. Hocaoğlu şöyle der: “Sürekli değişme halinde bulunan bir varlık nizamında hiç değişmeksizin kalmak, ancak Tarih-dışı, yani transandantal olmakla mümkündür. Gerçekler dünyasındaki kavramlar için bu mümkün olmayan bir durumdur.”
Diğer yandan da bugün değişmiş, ileri, modern ve farklı görünenler özünde geçmişi saklayan yenilerdir. “Doğa düzenli değişmedir” diyenler biraz da bu eski gerçeği anlatmış oluyorlar.
Değişim olgusunu, fizik ya da doğa karşısında olduğu gibi zihinsel süreçler karşısında da benzer biçimde değerlendirmek mümkündür. Bock, “İyi işlenmiş bir zihin geçmiş yüzyılların bütün zihinlerini içerir; aslında ortada tarih boyunca kendini geliştiren ve iyileştiren bir tek zihin mevcuttur” der. Bu bakış tarzıyla “yalnızca insanın doğasına bakmak suretiyle geçmiş, hal ve geleceğin bütün tarihini kestirmenin mümkün” olduğu kanaatine ulaşanlar da vardır.
Tarihe ve topluma yönelik olarak bakışlarda ve algılarda değişime ilişkin olarak zaman içinde farklılıklar söz konusu olabilir. Ancak bundan -farklıklara aşırı işlevler yükleyerek- siyasi ve sosyal dönüşümlerle birlikte toplumların tarihleri ve geçmişlerinin de tümüyle değiştirilip dönüştürüldükleri gibi bir sonuç çıkarılamaz. Bu anlamda her çağ; bir din, her ilerleme bir dil ya da bir toplum yaratmaz. Değerlerin önemli ölçüde dönüşmesi, farklılaşması hatta başkalaşması da mümkündür ama her hangi bir değerin toplumlar tarafından tümüyle redd-i miras edilmesi söz konusu değildir. Bu onların istedikleri ya da istemedikleri için böyle değildir. Bu sürecin doğasının zorunlu sonucudur. Toplumlar, jeopolitikleri, dilleri, hafızaları, tarihleri ve imanları üzerinden yükselir ya da düşerler.
Bu nedenle yeni bir çağa girerken eski çağa ait ne varsa hepsinin kapı dışarı edilebileceği düşüncesinde olanlar yanılmaktadır. Farkında olunsun ya da olunmasın eski döneme ilişkin aidiyet, mensubiyet, geçmişin bizzat kendisi, yengiler, yenilgiler, felaketler hepsi toplumla birlikte geleceğe taşınır. Aslında bugün, geleceğe ilişkin idealler içerdiğinden daha çok, geçmiş içerir. Yıllar değişirken yollar da değişir, ancak bu var olan envanterle birlikte mümkün olur. Toplumların olumlu ya da olumsuz anlamda -unutmaları mümkündür- ancak tümüyle tarihi kayıtlarını (hafıza) silmek diye bir imkânları yoktur. Karl Marks “İnsanlar kendi tarihlerini yaparlar ama bunu tam da istedikleri gibi yapamazlar; kendilerinin seçtiği koşullar altında tarihi yapamazlar; doğrudan içinde bulundukları, verili geçmişten gelen koşullar altında yaparlar. Tüm geçmiş nesillerin geleneği, yaşayanların beynine bir kâbus gibi çöker” der.