Değişim ve sürekliliği anlamak -1-
Dününü reddedenler gün gelecek bugününü de reddedeceklerdir. “Değiştim”, “eski gömleğimi çıkarttım” ya da “geçmişimi sildim” diyenler bir mümkün olmayanın bir başka mümkün olmayanla takas edilebileceğini sanırlar. Gerçekte bu mümkün değildir. Değişim ve süreklilik, aralarında sebep-sonuç ilişkisi bulunan sosyolojik gerçekliklerdir. Gerçekte değişimi anlamak, aynı zamanda sürekliliği anlamak demektir. Değişim ve süreklilik, hayatı anlamakla ilgili olduğu için üzerinde durmayı hak ediyor.
Gustav Le Bon’a göre, insanlık var olduğu günden beri şu iki şeyle uğraşmıştır: 1- Kendisine bir an’aneler zinciri meydana getirmek. 2- Bunların faydalı etkileri aşınmaya uğradıktan sonra gelenekleri yıkmak.
Antik Yunan düşünürlerden bazılarının “oluş ve değişirliği” bir görüntü olarak nitelendirerek, varlığın asla değişmeyeceğini iddia ettikleri bilinmektedir. Varlığı her şeye, değişirliği ise görünüşe indirgeyenler “değişen hiçbir şey yoktur” sonucuna varmışlardır.
Parmanides, değişmezliği aklın, değişirliği ise duyguların yarattığını söyler. Böylece Parmanides, gerçeğe akıl yoluyla varılacağını söylerken başka bir gerçek olan hareketi tanımamakta, onu bir kuruntudan ibaret olarak görmektedir. O, dünyada hiçbir şeyin değişmediğini; duyguların aldatıcı olduğunu; biricik hakiki varlığın, sonsuz ve bölünmez “Bir” olduğunu; bu gerçeğin zamandan münezzeh bulunduğunu iddia ediyordu.
Heraklitos, dünyayı akan bir nehre benzetmişti. Bu nedenle de “Aynı suda iki defa yıkanılamaz” derken hiçbir şeyin sabit olmadığını, her şeyin değiştiğini, yalnız değişmenin değişmediğini söylüyordu. Halbuki değişmenin olabilmesi için değişmeyen bir şeyin bulunması gerekir. Değişme ancak değişmeyen bir dayanakla kaimdir. Her şey değiştiği takdirde hiçbir şey yok demektir; o zaman değişme de tespit edilemez.
Thales vb. ise “Doğada ve insanda her an değişen bir şey var, bu yadsınamaz. Ama değişen her şeyde değişmeyen bir şey de var, bu da yadsınamaz” der. Çünkü bütün bu değişmelerin içinde değişmeden kalan bir şey olmasaydı değişme de olamazdı. Braudel kültür devrimiyle ilgili olarak yaptığı tespitinde aynı gerçeğe dikkat çeker. O da şöyle der: “Bir kere, her kültür devrimi kendinden öncekini yıkar. Ancak yıkacağı şey vitrindir, toplum aynı kalır, direnir.”
Aslında her değişim, bir değişmeyen üzerinden gerçekleşmektedir. Değişerek devam etmenin; devam ederek de değişmenin tarihi gerçekliğin özü olduğu bir vakıadır. Yahya Kemal’in “Kökü mazide olan âtiyiz” söylemi kökleri inkâr ve ihmal etmeden gelecekle buluşmaya (değişmeye) vurgu yapar.
Antik dönemden bugüne, değişirliğin içinde değişmeden kalan şeyin ruh olduğu iddiasında bulunanlar idealizm, madde olduğunu söyleyenler ise materyalizm kampını meydana getirmişlerdir. “Metafiziğin tersine, diyalektik, doğaya bir dinginlik ve hareketsizlik, durağanlık ve değişmezlik hali olarak değil her zaman bir şeylerin doğduğu ve geliştiği, başka şeylerin de çürüdüğü ve yok olduğu, sürekli bir hareketlilik ve değişme, hiç durmayan bir yenilenme ve gelişme hali olarak bakar”.
Sorokin, değişmeyi sosyolojinin en önemli sorunu olarak görür. O, “cemiyet, kültür ve şahsiyetten ibaret daima hareket etmekte ve değişmekte olan üç süreçten” bahseder. Cemiyet daima istikrarsız bir denge halindedir. Sorokin’e göre hiçbir şey, tek bir yönde sonsuz olarak ilerleyemez.
İmmanuel Walerstein ise barbarlıktan medeniyete, hayvansal davranıştan tanrısal davranışa, cehaletten bilgiye.../... Bir sistemden bahsettiğimiz ölçüde, “hiçbir şey değişmez” diyoruzdur. Yapılar esasen aynı kalmasaydı, bir sistemden nasıl bahsedilebilirdi ki? Ama sistemin tarihsel olduğunda ısrar ettiğimiz sürece de, “değişimin sonsuz” olduğunu söylüyoruzdur.../...toplumsal değişim hakkındaki her iki önerme de, verili bir tarihsel sistemin çerçevesi içinde, doğrudur.
Devam edeceğiz.