Davutoğlu’nun Ortadoğu inadı!
Kim ne derse desin, Türkiye’nin bütün ters sonuçlarına ve tehlikeli gelişmelerine rağmen, nedense terk edemediği en azından değiştiremediği Orta Doğu politikası artık “iflas etmiş” bulunuyor.
Davutoğlu’nun ya yeni bir politika bulup önermesi veya yerini terk etmesi aşaması yaşanıyor.
Aslında; Orta Doğu’yu, bütün gerçekleriyle, bütün çıplaklığıyla anlatabilmek veya anlamak gerçekten de zor görünüyor.
Orta Doğu hakkında; çok iddialar ortaya atıldığı, çok şey söylendiği biliniyor.
Orta Doğu’nun ortaya çıkışı Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışıyla başlıyor.
Ne var ki, Ilan Pappe’nin “Orta Doğu’yu anlamak” eseri, başlı başına bir kaynak oluşturuyor.
Özellikle, Osmanlı İmparatorluğu’nun gizemi, etkisi ve sonrasında parçalanan haritalar göz önüne çıkıyor.
Yazarın, görüş ve iddiaları günümüzün görüntüsüne çok eşleşiyor:
“Birinci Dünya Savaşı’nın galip güçleri, Orta Doğu’yu stratejik çıkarlarına en uygun şekilde nasıl böleceklerini, yerli halkla daha az ama kendi aralarında uzun uzun tartıştılar.
Son kararlar verilmeden önce çok fikir değiştirdiler.
Orta Doğu’nun ulus-devlet gibi siyasi yapıları ilk kez tanımlayan son sınırları, yerel halkın isteklerini, onların etnik ve dini kimliklerini ve Osmanlı dönemindeki idari bölünmeyi biraz da olsa dikkate alan sömürge güçlerinin ürünü oldu.
1923’te diplomatik manevralar sona erdi ve Orta Doğu’da yeni siyasi haritacılık ortaya çıktı.
Süreç, ilki Fransa Versailles’da 1919’da yapılmış olan Barış Konferansı’nın İsviçre’nin Lozan kentinde yapılan son bölümünde törenle sonra erdi.
Sonra çeşitli bölgeler bir güçten diğerinin eline geçti ama 1923’teki haritanın dış hatları, 21. yüzyılın başında hala aynı.
İngiltere 1924’te, hem Orta Doğu hem de Afrika’da bağımsız bir İngiliz üssü yapmak için Sudan’ı Mısır’dan ayırdı.
Aynı yıl, Arap yarımadasının son haritası çizildi. Suudi Arabistan yeni bir jeopolitik yapı olarak ortaya çıktı. Öncelikle, Suudi Arabistan’ın Necd Çölü’nün bağrından çıkan bu yeni ittifak, İbn Raşid Krallığı’nı (yarımadanın kuzeyinde, Ürdün ile bugünkü Suudi Arabistan arasında sadece iki yıl yaşayan küçük şeyhlik), 1918-1920) ve Hicaz’daki Haşimi Krallığı’nı (Suudiler tarafından ele geçirilene kadar 1916-1924 arasında bağımsızdı) yuttu. Hicaz, Mekke ve Medine’yi kapsıyordu ve bunların işgali, Haşimilerin Osmanlıların ardından Maşrık’in İslami yönetimini almak için başvurdukları hileye de son verdi.
Yeni Suudi yöneticiler, Haşimi ailesinin başı Şerif Hüseyin’i, İngilizler tarafından oğulları Abdullah ve Faysal’a verilen iki ülkeden birisine sürgüne gitmeye zorladılar. Abdullah’a Ürdün, Faysal’a Irak verilmişti.”
Ilan Pappe “Orta Doğu’yu anlamak” eserinde Orta Doğu’da haritanın belirlenmesine ışık tutmaya devam ediyor:
“İngilizler ayrıldıktan sonra Filistin mandası (1918-1948) 3 ayrı jeopolitik yapıya bölündü: İsrail, Ürdün’e katılan Batı Şeria (1952) ve Mısır’ın kontrolüne giren Gazze Şeridi. Suriye toprakları, bir yandan Fransız İmparatorluğu’nun böl ve yönet politikası, öte yandan farklı etnik ve dinî grupların yerel istekleri yüzünden bölündü ve sonradan yeniden birleşti.
Lübnan ve Suriye’nin son sınırlarına, 1925’te Suriye’nin bağımsızlığı adına sahneye konulan, ama daha çok ülkedeki Dürzi cemaatin lideri Sultan el-Atraş’ın mezhepsel özlemleri yüzünden başlayıp başarısızlıkla sonuçlanan isyanın ardından karar verildi. Sonuç olarak, Suriye’nin batısı Sünni nüfusuyla birlikte, Hıristiyan, Dürzi ve Şiilerin çoğunluğu oluşturduğu Lübnan’a katıldı.
Toprakları eksilmiş Suriye’de Sünniler çoğunluk olmaya devam etse de Aleviler gibi diğer gruplar, Fransız otoriteler tarafından tercih edildiler.
En sonunda devlet olma hakkını devraldılar.
Filistin ve Suriye parçalanıp yeniden bölünürken, İran ve Türkiye bağımsızlık ve bütünlüklerini sağlamlaştırıyorlardı.”
Sayın Davutoğlu, Orta Doğu gerçekten de çok karışık ve değişken bir yapı arz ediyor.