“Davutoğlu adını aklında tut”
Konuştuklarımız gazetede 26 Haziran 2010’da yayınlandı. Bizim o sohbeti geçekleştirdiğimiz tarih ise 5 gün öncesiydi; 21 Haziran.
Cüneyt Ülsever’le buluşmamızı böyle günü güne hatırlamamın sebebi, tam masaya oturup sohbete başlayacağımız sırada aldığımız vefat haberi. İlhan Selçuk tam da o gün, o dakikalarda vermişti son nefesini. (Ya da o dakikalarda ilan edilmişti.)
***
O sıcak, boğan, bunaltan, nemli İstanbul gününde, Taksim’de meydana bakan ve -Gezi protestocularına kapılarını kapatmayan, dik duran- kafelerden birinde, sohbetin en koyu yerinde, durup kendinden emin bir ses tonu ile aynen şöyle demişti Ülsever:
- Ahmet Davutoğlu adını aklında tut!
Aksi -o gün için- zaten ne mümkün;
Her gün, yandaş ve güya ana akım gazetelerdeki köşelerin büyük bölümünde muhteremi yere göğe sığdıramama devri. Sanırsın “Davutoğlu güzellemesi yapmayanı cennete almıyorlar”; o derece yani...
Bugün ayağına taş bağlayıp “stratejik çukur”a batışını hızlandırma yarışına girmelerine bakmayın, o gün liberaller tek ses olmuş “yerli Brzezinski” ilan ediyorlardı “atanmış” Dışişleri Bakanı’nı.
“Neo-Osmanlı” düşleri öyle bir işlerine geliyor ki!
Tam “2. Cumhuriyetçiler”in kalemi!
(Bu arada: Davutoğlu’nun paçasından tutup hızla aşağıya çektiği isim Tayyip Erdoğan ama ironiktir; o günlerde taze Dışişleri Bakanı’na gösterilen hürmetin önemli nedenlerinden biri “Abdullah Gül ekolü”nden gelişi!
Bir kenara not edin derim; bir takım “iç çatışma/ayrışma/saflaşma” denklemlerini oluştururken işinize yarayabilir bu tozlu bilgi.)
***
“Açılım”ın bomba etkisi yarattığı -yani henüz toplumun PKK ile flörtü böyle kanıksamamış olduğu- işte o günlerde Ülsever, Türkiye’nin ABD’den tarihi bir kazık yemenin arifesinde olduğu, ‘Kuzey Irak’ı sana bırakırım ama sen de bir ev temizliği yap da kendi Kürt’ünün gönlünü al’ tuzağının ‘Öcalan’ın serbest bırakılması’ için kurulduğu... Şimdi ‘Öcalan’ı muhatap aldığı’ için tefe konan AKP’nin çok kısa zamanda “Öcalan’ı salıvermek zorunda kalacağı” yönündeki tahminlerini paylaştıktan sonra;
“Bu süreç, AKP’yi hükümetten götürür diyemem ama hükümetten birilerini götürür. Mesela benim tahminim Davutoğlu’nu götürecek...” demişti.
Bugün Mısır ve Suriye’ye odaklandığımız gibi o gün de İran ve Mavi Marmara vardı gündemimizde.
Ve ortasındaki ülkeyi İsrail’i de göz ardı etmeden bakın bence, bu sorunlar çemberine.
Ülsever’e göre “hemen” değil “biraz soğuduktan sonra” götürülecekti Davutoğlu.
Eğer “Davutoğlu ile birlikte gitmek istemiyorsa” Erdoğan’ın tek alternatifi vardı:
“Tipik saray oyunu oynayıp ‘suç ondaydı, ben yapmadım yaptırdılar’ deyip kendisi için biraz zaman kazanmak...”
***
Dış politikadaki çuvallama mı dersiniz, çarşafa dolanma mı, yol kazası mı, deprem mi bilmem ama bu vahametin “değerli yalnızlık” olarak kavramsallaştırıldığı günden beri bir Ülsever’le aramızda geçen bu diyaloğu, “Büyük Satranç”ın kurallarını ve bir de o meşhur Emre Aydın şarkısını düşünüyorum:
“Bu kez pek bir afili yalnızlık
Aldatan bir kadın kadar düşman
Ağzı bozuk üstelik bırakmıyor acıtmadan...”
Düşene vurmayı adet edinmiş tayfanın rüzgârıyla eserken iyiydi; şimdi sade bir vatandaşın öfkeyle kalkıp savurduğu “yumruk” ne ki, dört yılda dünyayı hallaç pamuğuna çevirdiğiniz “yol arkadaşlarınız” tarafından tekmelenirken, eh biraz acıyacak tabii...
Tamam açık konuşalım
Mustafa Karaalioğlu “Şimdi açıkça konuşalım” talebi eşliğinde soruyor:
“(Başbakan) ABD Başkanı, ağırdan aldığında, kulağının üzerine yattığında Türkiye Başkanı eskiden olduğu gibi ‘Madem siz öyle düşünüyorsunuz biz de görmezden gelelim’ mi demeliydi? Madem ABD, darbeye darbe demiyor, katliamı önemsemiyor Başbakan da mesajı alıp etliye sütlüye karışmamalı mıydı?
Erdoğan eski Türkiye’nin Başbakanı gibi davransa Mısır’da akan kana, Orta Doğu’daki kargaşaya kulaklarını tıkayıp Batı başkentlerinin alkışını alsa bu bizi memnun eder miydi?”
Madem açık konuşuyoruz; bir çift soru da ben sormak istiyorum:
- Siz kimi kandırıyorsunuz?
- Batı başkentlerinden alkış almak uğruna, Irak’ta, Afganistan’da akan kana kulaklarını tıkayıp, o kanı akıtan ABD askerlerini “kahraman” ilan eden, “en az kayıpla eve dönmeleri için dua eden” aynı Başbakan değil miydi?