Dakika bir yalanlanan haber bir

Hürriyet Gazetesi’nin dün sürmanşetten, “İşte kozmik belge” iddiasıyla yayımladığı, Metehan Demir imzalı haber Genelkurmay Başkanlığı tarafından yalanlandı:
“Söz konusu haber gerçeği yansıtmamaktadır.”
Dakika bir, gol bir!
Tam da, Hürriyet Ankara Temsilciliği makamına ’resmen’ oturmuşken...
Tam da, kendi gazetesinde, körlerle sağırlar birbirini ağırlar misali “Genç, dışa dönük, güler yüzlü, temas ve mesafeyi iyi ayarlayan, takıntılı olmayan, Ankara’nın geleneklerini iyi bilen ama onlara teslim olmayan, her şeyi çok ciddiye alır gibi gözüküp fazla da ciddiye almayan...” filan diye göklere çıkarıldığı gün...
Olacak iş miydi bu yalanlama?
Aslına bakarsanız, olacak işti.
Doğan Grubu yahut Hürriyet Gazetesi’nin yöneticileri, Ankara’da onuruna davetler vermeden önce, gösterişli kutlamalara girişmeden önce, sözde kanlarının son damlasına kadar(!) mücadele ettikleri “AKP zihniyeti”nin bakanlarını, vekillerini ağırlıyor olmanın rehavetine kapılmadan önce, vesile olan kişinin mesleki siciline baksalardı, “olacağı” öngörebilirlerdi. (Tabii bunu iddia ederken, Hürriyet yönetiminin de yalan veya yalanacak biçimde kurgulanan haberden “utanç” duyduğunu varsayıyoruz... )
Çünkü Demir, 2007 yılında, Sabah’tan aynı nedenle; yaptığı haber Genelkurmay tarafından yalanlandığı için kovulmuştu.
Benzetmek gibi olmasın ama eldeki veriler böyleyken, şu Hürriyet’in yaptığı da; kleptomanı banka müdürü yapmak veya parafilili birini dadı tutup çocuğunuzu emanet etmek gibi, kör kör gözüm parmağına bir durum değil mi?

‘Özkök rüşvet teklif etti’
Aydın Doğan’ın, ‘Hükümet aleyhinde yazma demedim, kendini tanrı yazar sandığı için kovuldu’ dediği Emin Çölaşan, eski patronunu yalanladı: Ertuğrul Özkök’le ‘Ayrılsın, çok büyük paralar vereyim’ mesajı gönderdi

Hakkımda söylediği sözlerin ve anlattığı masalların tamamı yalan. 80 yaşına merdiven dayamış bir insana bu kadarı yakışmaz... Yanıt vermezsem söylediklerini kabul etmiş sayılırım...
Emin Çölaşan’ı Hürriyet’ten niçin kovduğunu anlatıyor ve şöyle diyor: “Kendini tanrı yazar olarak görüyor, ben dokunulmazım diyordu. Ya ben, ya gazete yönetimi diyordu. Babıali puştluğu yapıyordu.”
Benim o sözleri söylediğimi bir tek tanık veya belgeyle kanıtlarsa, ben bu mesleği o gün bırakacağımı, herkesten de özür dileyip ayrılacağımı buradan açıkça bildiriyorum.
Uzan’ı jurnallemişler
Size gerçek bir “Babıali puştluğunu”, Doğan Grubu’nun 2001-2007 yılları arasında en tepe noktasında görev yapan Tufan Darbaz’ın yeni çıkan “CEO’luğa Uzanan Yol” isimli kitabından bir örnekle aktarayım(Sayfa 124.): “Kendimi Uzan’larla yapılan kavganın ortasında buldum. Kimsenin aklına bu adamları nasıl susturacağımız gelmiyordu... (Sonra onlarla ilgili belgeleri topluyorlar.) Tayyip Erdoğan Başbakan oldu. Biz dosyalarımızı kendisine ulaştırdık. O dosyalar bir anahtar rolü gördü ve yolsuzluk olayını sona erdirdi.”
Bir medya grubu düşünün, rakibini yok etmek için onun hakkında dosyalar hazırlayıp Başbakan’a veriyor ve jurnalcilik, muhbirlik yaparak rakibini yok etmeyi başarıyor! Eğer “Babıali puştluğu” varsa, yaptıkları işte odur!
Patronun kalfası
Aydın Doğan Bursa’da yaptığı konuşmayı sürdürüyor: “Kesinlikle Emin’e hükümet aleyhinde yazı yazma demedim.” Hürriyet’te çalışan herkes tanıktır. Tayyip’i ve iktidarını kızdıracak hiçbir haber gazeteye girmez, çöpe atılırdı. Sadece Aydın Doğan değil, kendisinin kalfası ve emir kulu Ertuğrul Özkök bana patronu adına defalarca geldi, yazılarımdan yakındı, hatta bir keresinde yine patronu adına bana rüşvet teklif etti. Üç önerisi vardı:
“1) Hükümeti, Maliye Bakanlığı ve TMSF’yi bundan sonra eleştirmeyeceksin. 2) Uzun süreli izne çıkıp hiçbir iş yapmadan maaşını düzenli alacaksın. 3) Patron diyor ki ben Emin’i severim, gazeteden ayrılsın, ben ona çok büyük paralar vereyim.”
Bu çarpık isteklerin tamamını elimin tersiyle ittim. Kovmak zorunda kaldılar.
Ben bu kovulma sürecini üç ayrı kitap yaptım. Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi, Her Kuşun Eti Yenmez ve Sakıncalı Gazeteci. Aydın Doğan ilk kitabımı mahkemeye verdi. Yalan yazdığım, kişilik haklarına saldırdığım ve gazetenin ticari sırlarını açıkladığım gerekçesiyle açtığı davada benden tam 50 bin lira tazminat istedi.
Sonuç: Mahkeme açtığı davayı reddetti. Yani ben ve avukatım Serhan Özdemir kazandık.
Bugüne kadar hep sordum: “Arkadaş madem beni Tayyip iktidarının baskısıyla kovmadın, o halde şu olayın gerçek nedenlerini açıkla.” Ağızlarını bile açamadılar. En ufak bir açığım, lekem olsaydı beni mahvederlerdi.
Tayyip baskısı yoktu haa
Bekir Coşkun Hürriyet’ten istifa etmeden hemen önce Ankara’da Bekir’in odasında neler konuştunuz? Bekir’e bir liste açıkladın mı? Orada Bekir dahil hükümetin kızdığı ve istemediği köşe yazarlarının isimleri var mıydı? Bekir Coşkun, 17 yılını verdiği Hürriyet’ten durup dururken niçin istifa etmek zorunda kaldı? Sağ kolun ve kalfan, senin sadık adamın Ertuğrul’u niçin görevden aldın? Hükümet baskısı Tayyip baskısı yoktu haaa!
Bay Aydın Doğan eğer iftira atmıyorsa, yalan söylemiyorsa, Ertuğrul’un yalanlarıyla dolduruşa gelmiyorsa, bu sözlerini kanıtlamakla yükümlüdür. Yürekleri yetiyorsa buyursunlar, “Hodri meydan” diyorum.
Emin Çölaşan / Sözcü

***

Hedef cunta değil ordu
AKP ve yandaşı maskeliler, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik operasyonları savunurken “Ordudaki cuntalar temizleniyor, kirliler ayıklanıyor” tezini öne sürüyor. Millete yutturulmak istenen bu. Oysa ortaya atılan iddialar, planlar, taslaklar ordu içindeki bir cuntayı değil, tüm orduyu hedefliyor.
Cumhuriyet Başsavcısı söz konusu soruşturma nedeniyle savcılara “Bana bilgi vermeden harekete geçmeyin” talimatı veriyor. Buna rağmen iki savcı, bir iki de değil, 25’i general tam 70 muvazzaf subay hakkında tutuklama istiyor. Bu en azından bir üstün emrine ya da ricasına karşı çıkmaktır ki, herhalde bu bile bir kastın olduğunun kanıtıdır. Bunun yanı sıra, operasyonlara baktıkça, bunun artık bir darbe soruşturmasından çıkıp bir başka hesaplaşmaya dönüştüğü izlenimine kapılıyorum.
Şu anda terörle en ciddi mücadeleyi veren 9. Kolordu Komutanı’nın “terörist olduğu şüphesiyle” tutuklanmak istenmesi “Acaba bu PKK terörüyle mücadele edenlerden hesap sorulması anlamına mı geliyor?” sorusunu ister istemez akla getiriyor.
Can Ataklı / Vatan

***

Zırva tevil götürmez ya...
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, CNN Türk koridorlarında Taha Akyol’la karşılaşmış. Aralarında geçen diyaloğu aktarıyor:
“-Hem sizin, hem de oğlunuz Mustafa Akyol’un TRT’ye program yapması eleştiri konusu oldu. Ne diyorsunuz?
-Ben TRT’deki programı bitirdim. Artık o programı yapmıyorum. Baba oğlun birlikte TRT’ye program yapmasının yakışık almayacağını düşünerek bu kararı aldım. Daha önceden planlanan programlar vardı, o nedenle birkaç hafta Mustafa ile aynı anda program yapmış olduk ama sonra programa son verdim.”
Laf mı yani! O programları “daha önceden planlarken” aklın nerdeydi diye sormazlar mı insana? TRT de oğul Akyol’a yarın gel başla demedi herhalde, bu programın bir projelendirmesi, programı, hazırlığı, bütçesi, şusu, busu evvelce hazırlanmış, size de oğlunuzla eş zamanlı yayın yapmamak için hayli zaman yaratılmış olsa gerek değil mi?
Sakın bu “hassasiyetli ayrılık”ın arkasından “izlenmezlik oranı”nız çıkmasın Taha Bey!

***

Özkök samimi gözükmüyor
Org. Çetin Doğan’ın sorduğu sorular Özkök’e uzun süredir sorulmaktadır. Bir genelkurmay başkanı “büyük çapta” olduğu iddia darbe hazırlığını görmemiş, duymamış olamaz. Nitekim bu iddiaları “duymuş olduğunu” Doğan’la yaptığı konuşmadan öğrendiğimize göre... “Yargıya saygımızdan” denilen bu suskunluk acaba aslında tam aksi bir durumumu gösteriyor? Söyleyecekleri şeyler yargı sürecini kolaylaştıracaksa bu durumda susmak, hem çok sayıda emekli ve muvazzaf TSK mensubunun “darbeci, çeteci, terörist muamelesi görmesi” ve TSK’nın “kurum olarak suçlanması” açısından kendi kurumuna, hem de yargıya saygısızlık, haksızlık sayılmaz mı? Kendisi, Yalman, Örnek (ve hatta Yalman’ın adını verdiği ama nedense hiç değinilmeyen Büyükanıt) eğer açıklamaları tam yapmış olsalardı bugüne kadar olay açıklığa kavuşmuş olurdu. Peki ne zamanı bekliyorlar? Soruşturma bittikten sonrasını mı? O zaman mı konuşacaklar? Özkök’ün tavırları maalesef hiç de samimi görünmüyor. Ruhat Mengi / Vatan

***

İkinci Ergenekon davasında yargılanan Mehmet Haberal’ın geçen gün sorgusu yapıldı. Bir soruyu çok garipsedim. Haberal’a 2001 ve 2002 yılında parti kurma düşüncesinin olup olmadığı da sorulmuş. Böyle bir niyetim yoktu demiş. Vardı ama başaramadım deseydi suç mu olacaktı?.. l Mehmet Tezkan / Milliyet

***

Ey beyinsizler, İzmir’de ne işiniz vardı!
Canan Arıtman uyarıyor.
Bu dizinin (Pasific) senaryosunu Yunan asıllı bir Amerikalı yazıyormuş. Zaten ABD’de uzun bir süredir Türklerin Yunan soykırımı yaptığını kabul ettirmek için uğraşan bir lobi varmış.
Elbette ki biz bir Yunan soıykırımı yapmadık. Ama merak etmeyin, bu konu gündeme gelirse eğer kimse bunu araştırmayacak.
Hatta kimse bunu iddia eden Yunanlılar’a dönüp “Ulan Allah’ın beyinsizlizleri. Soykırım diyorsunuz ama sizin İzmir’de ne işiniz vardı. Adamların memleketini işgale gidip sonra da soykırım diye ağlamak neyin nesi” de demeyecek.
Bu ve benzeri iddialar Türkiye’yle ilgili negatif haberler her gün artacak biliyor musunuz?
Bunun nedeni, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin tavrı.
“Kötü insanların ülkesi” haline
getirileceğiz.
O çok sevdiğimiz Arap ülkeleri o gün dönüp yüzümüze bakacaklar mı zannediyorsunuz.
Asla. Fatih Altaylı / Habertürk

***

Renkli devrimler
yüz güldüremedi

Dünyanın en talihsiz ülkelerinden biri Kırgızistan. Gerilimlerle boğuşan birçok ülkeden farklı olarak doğal gaz ya da petrolü yok. Ama belki bunlardan çok daha önemli bir değeri var. 21. yüzyılın Avrasya’sına şekil verecek güçte bir değer bu. ABD, Rusya ve Çin’in etkinlik mücadelesinin kesiştiği yerde ve tam anlamıyla bir cephe ülkesi. Bu yüzden de iç gerilimlerin sonu gelmiyor, gelmeyecek de. (...) Renkli devrimlerin planlanıp uygulandığı ülkelerin hiçbirinin yüzü gülmedi. (...) Aslında çöken renkli devrimler değil, çöken ABD ve Batı’nın yeni Avrasya Projesi. l İbrahim Karagül / Yenişafak

MİNİ YORUM
Cumhuriyet ve din

Bugün toplumu mahkum etmeye çalıştıkları kamplaşmanın önemli ayaklarından biri de “Cumhuriyet” ve “Din” olguları arasında “tasarlanan” çatışma. Yarın, İTÜ Maçka Sosyal Tesisleri’nde, Marmara, Akdeniz, Gazi gibi Türkiye’nin farklı üniversitelerinden gelen akademisyenlerin ve araştırmacıların konuşacağı panelde de bu konu tartışılacak. Vakti uygun olanlar kaçırmasın derim. Önyargılarla yüzleşmeye yarayabilir. Saat 13.30’da.

Yazarın Diğer Yazıları