Daha ne olsun!
Mehmet Tezkan, “PKK’yı dağdan indirme konusunda medyanın destek olmadığından” yakınan Tayyip Erdoğan’a “Medya daha ne yapsın?” diye soruyordu dünkü yazısında...
***
Sırf, Kandil’de kaburga dolması ile beslenelerin, Washington’da “Açılıma yol haritası” yazanların, kalemi “fon” la çalışanların, CIA’da “makale ortağı” kadrosu bulunanların, PKK’nın “barış gönüllüsü” icatçılarının son üç beş yılda verdikleri “eser”leri bile derlesek yeter “Ulaklık Külliyatı” çıkarmaya. Ama bugünlük sadece dünkü gazetelerden bir buket “destek seçmecesi”, gerisi de artık başka zamana:
***
“Hükümet” temsilcilerinin İmralı’ya yol aldığını haber alır almaz “istikamet Diyarbakır” demiş olmalı ki, iki gündür “bölge” den “dokunaklı” hikayeler aktarıyor Aslı Aydıntaşbaş. Bu “gözyaşartıcı” hikayelerin kahramanlarının ortak özellikleri; PKK’yla ilintileri.
Dün mesela, “bir oğlu PKK gerillası, bir oğlu TSK’da asker adayı(!)” olan KCK sanığı Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’tı Aydıntaşbaş’ın köşe misafiri. “4 yıldır evlat hasreti çeken bu acılı üstelik de hasta baba” sözüm ona “dağdaki oğlu” için feryat ediyordu:
“Asker anneleri gibi, ben de oğlumu özlüyorum!”
Türkiye’nin “Kürt açılımının mimarı” olarak tanıdığı Henri Barkey’in daha Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde Abdullah Gül ile yaptığı görüşme arifesinde “istişare” yaptığı birkaç isimden (diğerleri Cem Duna, İlnur Çevik ve Behram Salih’ti) biri olan Aydıntaşbaş, aynı Barkey, ortağı David Philips, Brookings Enstitüsü’nde görevli Ömer Taşpınar, Star gazetesinden Nuh Yılmaz ve Cengiz Çandar ile birlikte, yıllar sonra “Kürt açılımının projelendirme toplantısı” olarak bilinen The Atlantic Council buluşmasında da karşımıza çıkmıştı.
30 Temmuz 2006 yılında o dönem görev yaptığı Sabah gazetesindeki köşesinden “Terörün bitmesi için düşünülen projenin ileriki aşamalarında PKK lideri Abdullah Öcalan, Güneydoğu’daki belediye başkanları ve Türkiye’deki Kürt kökenli siyasetçilerin de rolü olabilir. (...) Dağ kadrosuna güvenmeyen Öcalan’ın, onları ’dengelemek’ya da ’yönlendirmek’için kullanılması olasılığı da önümüzdeki günlerde devletin çeşitli birimleri tarafından değerlendirilecek” diye müjdeleyen Aydıntaşbaş’ın “hazırlayıcı, alıştırıcı” mücadelesi bile “kimse destek olmuyor” diyen Erdoğan’ı tekzip edebilecek derecede!
***
Seçime giden bir siyasi iktidar için her şeyden önce onbinlerce gözü yaşlı kadının iknasını gerektiren bir konuda, Öcalan’ı cilalayan bir kadın, hele de bir başörtülü kadın olursa, tadından yenmez valla!
Yeni Şafak’tan Hilal Kaplan’ın yazdıklarına baksanıza:
“PKK lideri Abdullah Öcalan, 7 Temmuz 1999’da, daha devlet ‘Kürt’ bile diyememişken Başkanlık Konseyi’ne gönderdiği mektupta şiddete son verme çağrısı yapmıştı...”
Sanırsın Öcalan, Bekaa’dan yahut yıllarca “katil” yetiştirdiği diğer “in”lerinden birinden yapmış bu çağrıyı.
7 Temmuz 1999’da “zat-ı şahane(!)” taze “idamlık”tı. (Öcalan 29 Haziran 1999’da silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekten idama çarptırılmıştı. Üstelik o tarihte hakkındaki karar da henüz AB Uyum Yasaları kapsamında ağırlaştırılmış müebbete de çevrilmemişti.)
***
Mevzubahis “baş” olmaksa iktidarlılarımız için akan sular durur. Bu zaafı iyi okumuş ki, Ruşen Çakır bu tonda yapıyor Vatan’daki “Yürü be koçum” tezahüratını: “... Kürt sorununun barışçı çözümü mümkün olabilirse Türkiye” Kürdistan sorunu”nun baş aktörü olabilir.”
***
“Eski ülkü devi” Taha Akyol’un “liberal-muhafazakar-demokrat” üçü birarada oğlu Mustafa Akyol, “Bakmayın siz “milliyetçi cephe”ye. Onların örgütün belini kırma önerileri, gençleri ölüme göndermekten başka anlam taşımıyor” diye yola devam alkışı tutuyor.
***
Düne kadar “Tek vatan, tek bayrak” dedi diye Başbakan hakkında “vesayetçi”likten, “statükocu”luğa demediğini bırakmayan, yerden yere vuran Cengiz Çandar’ın bile gözleri parlıyor. “Erdoğan’ın Türkiye’de hiçbir Başbakan’a nasip olmayan, Mustafa Kemal Atatürk çapındaki siyasi gücü”ne övgüler düzüyor!
***
Ve medyanın Erdoğan’ı “Yeni Türkiye’nin kurucu babalığı tahtına oturtma girişimi”nden bile daha önemli olan “desteği”:
“Başka şeyler” söyleyenler yok sayılıyor!
Gazetelere bakarsanız, bir tek itiraz, bir tek memnuniyetsizlik, bir tek isyan, bir tek karşı çıkış, eleştiri yok gibi...
Herkes AKP’nin Öcalan’la el sıkışacağı “kurtuluş günü”nü bekliyor sanki!
***
Başbakan’a biat eden patronlarından aldıkları talimatla “barış dili(!)”nde yayına geçen medya, 10 yılda devleti, 1977’de “Kürdistan Devriminin Yolu” başlığıyla yayımladığı “Manifesto” da ortaya koyduğu “Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini de içine alacak Suriye, İran, Irak toprakları üzerinde Kürdistan Devleti Kurmak” hedefinden sapmayan, geriye doğru bir adım dahi atmayan terör örgütü karşısında boyun eğme noktasına getiren iktidar için kamuoyunu “dikensiz bir gül bahçesi”ne dönüştürüyor.
Tezkan haklı:
Daha ne yapsın?
Alternatif “gerekçeli karar”
Dün “terörle müzakere” tartışmasını dahi gölgede bırakan bir gelişme oldu. “Terörle mücadele eden” komutanların Balyoz Davası kapsamında çarptırıldıkları ağır cezaların “gerekçeli kararı” açıklandı.
Konu;
Darbenin Çetin Doğan’ın ani “kalp ameliyatı” sonucu engellendiği savunulduğuna göre, işin içine “ilahi güç” de mi girdi?...
Mahkeme Heyeti “sahte olduğu iddia edilen CD’ler” konusunda bilirkişi incelemesine gerek görmediğine göre, acaba üyeler birer gizli bilişim mühendisi mi?..
Ve benzeri trajikomik sorular, çerçevesinde hayli tartışılacak gibi...
Yargıtay’ın “gerekçeli karar” ından tatmin olmayanlar için, “O komutanlar neden içeride” sorusunun cevabı, bir anlamda “alternatif gerekçeli” karar dün Mustafa Karaalioğlu’nun köşesinde saklıydı.
Karaalioğlu, Öcalan ile nasıl bu kadar rahat konuşulabildiğini Öcalan’ın söylediklerinin nasıl böyle “makul” karşılanabildiği özetlerken dedi ki:
“Çünkü en temel engel ortadan kalktı; askeri vesayet tarih oldu!”
“Öcalan’ın elde edecekleri var”
TESEV için hazırladığı “Kürt Sorunu Şiddetten Nasıl Arındırılır” raporunda ortaya koydukları ile hem “Öcalan’ın talepleri” hem de iktidarın “Açılım”ın ilk gününden bu yana izlediği strateji birebir örtüştüğü için attığı işaret fişeklerine dikkat kesilmeli.
Cengiz Çandar, Vatan’dan Mine Şenocaklı’ya verdiği röportajda PKK ile müzakere sürecinin “daha öncekiler” den farkını özetlerken;
1. “Bugüne kadar Öcalan’la yapılan görüşmeler PKK’nın tasfiyesine dönüktü” diyor.
Demek ki bu kez iktidar, terör örgütünü tasfiyeyi hedeflemiyor!
2. “1999’dan beri Öcalan’la defalarca görüşüldü, neredeyse görüşmeyen asker ve MİT Müsteşarı kalmadı. Ama Öcalan’ın bundan elde edeceği bir şey yoktu” diyor.
Demek ki bu kez “Öcalan’ın elde edecekleri” var.
Peki ne bunlar?