“Dağdan iniş” üniversitelere mi!
Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi öğrencisi Hasan Koç aradı. Geçtiğimiz hafta, üniversiteden uzaklaştırılan 12 ülkücü öğrenciden biri olduğunu söyledi. Konuyu araştırırken, Hasan’ın, aynı zamanda okuduğu fakültedeki ülkücülerin “öğrenci lideri” olduğu öğrendim.
Ankara Üniversitesi’nde yaşananları anlattı.
10 ülkücü öğrencinin 1’er ay, biri Hasan 2 öğrencinin de -2 ayrı soruşturmadan 1’er ay olmak üzere- 2’şer ay uzaklaştırma cezası almalarına yol açan olaylar geçtiğimiz yılın Kasım ayına dayanıyormuş. Hani şu “PKK’lıların kantinde çay içen ülkücü öğrencilere soda şişeleriyle saldırdığı ve medyanın da utanmadan ’Ülkücüler sol görüşlü öğrencilere saldırdı’başlıkları attığı” gün; hatırladınız mı?
***
Çok açık konuştuk. Telefonda ona da söyledim;
“Baştan anlaşalım propaganda yazısı yazmam, hiç evirip, çevirmeden, çarpıtmadan, işin aslı ne ise onu anlatırsan tamam!”
Öyle yaptı:
- Arkadaşlarımızla terasta oturmuş çay içiyorduk. Üzerimize soda şişeleri yağmaya başladı. Baktık saldıranlar okuldaki PKK’lılar. Bir anlık şaşkınlıktan sonra toparlandık. Biz de kendimizi savunduk.
“PKK’lı” tanımını bir “klişe” olarak mı, ne anlama geldiğinin farkında olarak mı kullandığını sordum. “Üzerine basa basa, özellikle, herkes ne olup bittiğini anlasın diye söylüyorum” dedi:
- Yönetime soracak olursanız okulumuzda bir tek ideolojik, siyasi grup dahi yok. Ama her nedense bütün öğrencilerinin “apolitik” olduğunu iddia ettikleri bu fakültede yemekhane kapısına koydukları güvenlik görevlileri, bize saldıran gruptakiler içerideyken bizim girişimizi, biz içerideyken de onların girişini engelliyor. Her nedense her şeyin süt liman olduğu bu üniversitede, dönem dönem bizzat fakülte yönetimi “can güvenliğimizi sağlayamacaklarını” öne sürerek okula gelmememizi istiyor. Bu bile okulumuzda insan hayatına kast etmeye hazır potansiyel katillerin, canilerin barındırıldığının ispatı değil midir? Bu terörün şehre inmiş hali değil midir? Dekanımız her ne kadar bizi “vatansever”, bize ve okulumuzdaki Türk bayrağına saldıran bu grupları da “bölücü” olarak nitelendirmekten kaçınıyorsa da gerçek böyle. Bunlar PKK’nın güdümündeki veya sempatizanı olan, üniversitelerde etnik çatışmayı provoke eden gruplar.
***
Nitekim MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın önceki gün TBMM Genel Kurulu’ndaki feryadı da Hasan’ın iddialarını doğrular nitelikteydi:
- Meclis’teki AKP-BDP yakınlığı, üniversitelere de okul yönetimi-PKK’lı yakınlığı biçiminde yansımıştır. Geçen hafta Ankara Üniversitesi Dil Tarif Coğrafya Fakültesi’nde okuyan 12 ülkücü öğrenci, sadece PKK terörüne dur dedikleri için, dekan tarafından okullarından uzaklaştırılmıştır. Aynı şekilde Marmara Üniversitesi’nde de... Bu üniversite yönetimlerini lanetliyoruz... Ülkücüler bunun hesabını mutlaka soracaktır!
(Hatırlatmakta fayda var: Marmara Üniversite’sinde yaşanan ve dünkü yazıya konu olan olaylardan sonra Türkkan’ın İçişleri Bakanlığı’ndan polislerin tutumunun soruşturulmasını istemesi üzerine, İdris Naim Şahin döneminde bu polislerin görev yerleri değiştirilmişti.)
***
Bu “hesabın” nasıl sorulacağını ise Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Olcay Klavuz açıkladı:
- Arkadaşlarımız kararın bozulması için İdare Mahkemesi’ne gidecekler.
***
Hasan’ın anlattığına göre İdare Mahkemesi’nin emsal sayılabilecek “bozma” kararları olmuş geçmişte:
- Hazırlığımız Cuma günü başvurumuzu yapmak üzere. Sonrasında üniversite yönetiminin de mahkeme kararına itiraz hakkı var ama biz sonucun lehimize olacağına inanıyoruz. Güvenlik kamerlarının kayıtlarında her şey ayan beyan ortada. Görüntülerde biz yokuz bile. Güvenlik görevlilerinin tutanakları da bizim kendimizi savunduğumuzu belgeler nitelikte. O zaman bu suçlamanın dayanağı ne? “Okulda huzur ve sükunu bozmak, karşılıklı fiziki saldırıda bulunmak” diyorlar. Kalabalık bir grup üzerimize çullanacak ve biz de linç etsinler diye bekleyecek miyiz? Dumlupınar Üniversitesi’nde bir arkadaşımız bu şekilde can verdi. Aynısı bizim de mi başımıza gelseydi? İlla biri uzaklaştırılacaksa, öğrencisini koruyamayan yöneticiler uzaklaştırılsın. Dilerseniz size de kamera kayılarınının, tutanakların birer kopyasını yollarız. Biz haklıyız. Tam vizelerimizin başladığı tarihe denk getirilen ve bu nedenle 1 yılımızı kaybettirmemize neden olacak bu cezaları kabullenmeyeceğiz. Hukukla direneceğiz.
***
Bakalım, hakkın hukukun fendi Marmara ve Ankara Üniversitesi öğrencilerinin geleceklerini tehdit eden bu uygulamaları yenebilecek mi?
Takipçisi olacağız.
Sıra “içki yasağı”na gelmeyebilirdi...
THY “talep düşüklüğü” gerekçesiyle “içki servisine kısıtlama” getirince medyada infial oluştu;
- Bu hayatımıza müdahaledir...
- Tercihlerimize karışamazsınız...
- Talep düşüklüğü ne demek; ya benim talebim?!
- Vay efendim, nasıl olur?
Çok kısa, sıkıştırılmış bir özet sunmak gerekirse;
Önce “talep düşüklüğü” bahanesiyle “milliyetçi” çizgide yayın yapan gazeteleri yasaklarlar ve siz, kendinizi “milliyetçi” olarak tanımlamadığınızdan,bu insanların “talepleri”nin “yok sayılması”na sesinizi çıkarmazsınız...
Sonra “milliyetçi”leri hedef alan “ambargo” genişletilir ve bütün “muhalif” yayın organlarını yasaklarlar. Patronunuzun meslektaşlarınızı talimatla kovması sayesinde “muhalif” yaftasından kurtulmuş/korunmuş olduğunuzdan sesinizi çıkarmazsınız...
Toplumun okumasını, öğrenmesini engellemek yetmez; “yaşatmamak” tır nihai hedefleri. “Nefes boruları”nı hedef alırlar!
Biat etmeyen kim varsa ona “reklam-ilan pastası”nın dilimlerini yasaklarlar. Çalıştığınız “büyük” gazeteler haberden çok reklam sayfası bastığından bir şey söylemezsiniz...
Aynen böyle olur (böyle oldu) işte;
Bir de bakmışsınız, sizin tercihlerinizi yasaklamaya gelmişler!
Sana da “günaydın” benim sevgili medyam...
Da...
Atı alan Üsküdar’ı geçeli çok oldu!