D Planı: Aç kapıları
Grup toplantısında esti gürledi: “Ey BDP/HDP, bu annelerin yavrularını alıp gelmediğiniz takdirde bizim de B planımız, C planımız devreye girer.”
A planı “Ey” diye başladığına göre;
B) Tokat...
C ) Yusuf!.. Yusuf!..
Türkiye’de hayatın olağan akışına uygun olan bu!
İki büklüm, boynu bükük yaslı Somalının “yuh”una dahi tahammül edemeyip de bir paçozun “değil bir paralı köpeğiniz, çoluğunuz çocuğunuza kadar evlerinden alırız” meydan okumasını sineye çekecek değil ya!
Hem o da baba!
Büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan sonra “oğlunun kılına zarar gelmesin”diye emniyet, yargı demeden nasıl taş taş üstünde komadığını gördü bütün Türkiye! Çok görmez herhalde aynı iç huzurunu, ağlayan annelere!
***
Hayda bre;
Nasıl olsa silahlarını bıraktılar, “tövbe” ettiler, melaike gibiler, sırf yayla havası almak için dağdalar, kötü bir niyetleri yok yani; hendek filan diye abartıyor medya, organik tarım yapacaklar toprağı ekime hazırlıyorlar... Mağaralarda kış için çiçek motifli yün çoraplar örüyor kadınlar... Anlayacağın, en az o Somalı gariban kadar “savunmasız(!)”lar;
Salla en Osmanlı’sından tokadını şu PKK’lılara da!
***
Ha bak “muhatap” olmam dersen anlarım... Bence de bir Başbakan “muhatap” olmamalı terör örgütüyle.
C planına geçelim:
- Yusuf!.. Yusuf!...
- Devletin aracına sallanan tekmenin karşılığını misliyle verdiğin gibi, devletin aracını bombalayanlara da bildir hadlerini!
- Vur-kır-parçala... Tekmele... Başlarını ezene kadar tepin üstlerinde!
- Yusuf!..Yusuf!... Dur kaçma, nereye; anaların umudu tekmelerinde!
***
Sütten ağzı yandı yoğurdu üfleyerek yiyor tabii;
Hadi usulen görevden aldın neyse de; söz istiyor Yusuf geçmişte PKK’yla mücadele edenlerle aynı akıbete mahkum edilmeyeceğine!
Eh haklı çocuk, yoksa sonu belli;
İki alkış, üç madalya, sonra doğru Sincan’a, Engin Alan’ın yanına!
Aa bak Alan demişken,
En iyisi ben bir D planı önereyim sana:
Aç kapıları!
Şule Nazlıoğlu Erol’un, Balyoz mağdurlarının adil yargılanma haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne yaptıkları bireysel başvuruların karara bağlanması için başlattığı “Adalet Nöbeti” bir aya dayandı.
Aç kapıları;
Çıksın kahraman Türk subayları!
Bak gör, sabahına nasıl getiriyorlar millete çocuklarını!
Yol kesmeler, karakol taramalar, intihar saldırılarına hazırlıklar, uzman çavuş kaçırmalar, medyanın haber vermediği şehitler; zemin müsait(!) Bir de “asker nasıl sabrediyor anlamıyorum” konuşması yaptın mı;
Daha da yere gelmez bu ülkenin sırtı!
Arkadaşlar yabancı...
Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, gazetesinin -dinlenenler listesini içeren- dünkü “Vahim tablo” manşetini değerlendirirken “(...)Başbakan ‘örgüt lideri’ydi, siyasetçiler ve gazeteciler ‘örgüt mensubu’ydu, ajandı, haindi, darağacına gönderilecekti! Hazırladıkları dosyada aynen ‘Örgüt lideri Recep Tayyip Erdoğan’ ifadesi yazıyordu. Yabancı istihbarat servislerinden ihale alan bir kadro, onlar adına, kendilerine de uygun şekilde Türkiye’yi hizaya sokacaktı. (...) Ülkeyi satmışlar resmen... (...) Gerçekten trajik bir durum var ortada. Acıklı bir durum var. Herkese bir sahte isim, bir suç isnadı ve ver elini dinleme kararları. Burası nasıl bir ülke? Devlet ne hale gelmiş? Kişi mahremiyeti ve bireysel özgürlükler nasıl bu kadar kolay yok edilebiliyor? İnsanlar nasıl bu kadar ucuz şekilde harcanabiliyor?
Listede bir şey özellikle dikkat çekiyor:
Aselsan, Havelsan, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, TUSAŞ hatta İnsansız Hava Aracı Projesi gibi hassas, stratejik nokta ve hedefler özellikle seçilmiş.
Bunlarla kim ilgilenir? Kimler bu tesislere, tesislerin başındaki isimlere bu kadar odaklanır ve ne amaçla bunu yapar?..” yazdı.
Aynı şekilde, Abdülkadir Selvi de “Birbirine benzemez insanların, uzaktan yakından alakaları olmayan örgütlere sokulmasından” yakındı.
Pardon da siz hayret mi ettiniz şimdi bu duruma!
Genelkurmay Başkanı da “örgüt lideri” diye suçlanmadı mı bu ülkede? Gazeteciler “darbeci” diye fişlenmedi mi? Birbirine benzemez insanlar “Ergenekon” diye etiketlenen sepette yan yana yargısız infaz edilmedi mi? Balyoz’da tutsak edilen komutanlar da MİLGEM gibi “stratejik” projeleri yürütmüyor muydu? Donanma Komutanı’nın 14 yaşındaki kızının odasına kamera yerleştirilmesinden daha beter mahremiyet ihlali mi var!? Güya ev aramasında kadın gazetecinin iç çamaşırları ortalığa saçılıp bir de basına servis edilmedi mi? Hakimler, savcılar dinlenip-izlenip “ya tayin ya deşifre” diye tehdit edilmedi mi?
Bu “vahim tablo”yla ilk defa karşılaşıyormuş tepkileri verdiğinize göre; biz bütün bunlara şahit olurken siz Plüton’da filan mı yaşıyordunuz acaba?
Hımmmmm...
Ondan yani...
Oksijen yoktu tabii...