Cumhuriyet kazandı
6 adayın yarıştığı seçimden farklı galip çıkarak İstanbul Barosu Başkanlığı’na seçilen Doç. Dr. Ümit Kocasakal yönetim stratejisini anlattı: İlkemize sahip çıkacağız, ülkemize sahip çıkacağız, cüppemize sahip çıkacağız
Aramak isteyenleri uyararak başlayayım; şu bir kaç gün Doç. Dr. Ümit Kocasakal’a ulaşmak hiç kolay olamayabilir... Seçildiğinin ilan edildiği dakikadan itibaren sürekli olarak “meşgul” tonu veriyor telefonu... “Dün gece bir ara şarjım bitti” diyor; hemen doldurmuş “seçildi telefonlara çıkmıyor” gibi algılanmasın diye... Ama nafile... Bunca saat konuşmaya şarj mı dayanır!
Dayanamadım sordum:
“Sahi çeneniz ne durumda?”
“Sormayın” dedi gülerek, sesi “kanatlanmış” uçuyor sanki...
Nitelik olarak değil ama şekilsel bazda bir tür “Obama Sendromu” aslında yaşanan İstanbul Barosu’nda... “Hayalperest” likle suçlanan, “oyları bölüyor” diye suçlanan Doç.Dr. Ümit Kocasakal seçimin farklı kazananı oldu sonuçta;
“Sürpriz diyor çoğu kişi. Dışarıdan bakınca sürpriz gibi de gözükebilir gerçekten. Çünkü ilk defa Hukukun Üstünlüğü grubu bu kadar yaklaşmıştı veya mutlaka aradan çıkacağını düşünüyordu ama epey gerilerde kaldı. Bazılarına göre sürpriz olabilir ama biz bekliyorduk bu sonucu” oluyor ilk cümleleri...
Küçük bir yanılgıyla da olsa sonucu tahmin etmiş Kocasakal;
“Ben Genel Kurul günü saat 14.00’te insanların içten ilgisini görünce “5 bin 900 oy alırız” dedim. Sonuçta 6 bin 88 aldık.”
Genel Kurul’a yaklaşık iki hafta varken konuştuğumuzda bir “dip dalgası”ndan bahsetmişti; gücünü oradan aldığından... Dün telefonda da “Bu dip dalgasıdır dedim hep. Bunun önünde duramaz kimse dedim. Herkes beni hayalcilikle suçladı ama bakın sonuç ortada” diye tekrarladı iddiasını...
Gençler gümbür gümbür geldi
- Oyları böleceğiniz söylenirken bu fark da nereden çıktı Ümit Bey?
“Gençler sağ olsun” diyor. Uzun bir teşekkür listesi var ama en büyüğü onlara...
“Özellikle genç sandıklarda müthiş önde çıktık” diyor.
Halbuki genç avukatların topyekün başka bir listeye oy vereceği söylentisi yayılmıştı Genel Kurul öncesi kulaktan kulağa...
Bu hatırlatmam karşısında “Bravooo” diyor heyecanla;
“İşte bu! Aksi düşüncenin aslında bir şehir efsanesinden ibaret olduğu ortaya çıktı. Gençler geldi, orada gümbür gümbür bize teveccüh gösterdi. Dolayısıyla onların etkisi ve katkısı çok büyüktür bu sonuçta...”
Haliyle “önce genç avukatlar” diyor projelerini sıralarken de;
“Gençler bu Baro’nun geleceği! Onlar çok önemli. Çok büyük sıkıntıları var mesleğe yeni atılan meslektaşlarımızın. Benim kafamda önce bu genç, stajyer arkadaşlarımızın sorunlarının çözümüne ağırlık verilmesinden yanayım. Çok zor bir dönemde bu mesleğe başlıyorlar ve baroyu yanlarında hissetmeliler...”
- Çok zor derken?...
Hukuka saldırıların artacağı bir dönem olacağını kast ediyorum.
6 adayın yarışından çıkan bu sonuca herkesin dikkat etmesi gerektiği görüşünde Kocasakal:
Siyaset değil hukukun gereği
“Herkesin bir muhasebe yapması gerekiyor. Dikkat edin bizim aldığımız oyla, Muammer Bey’in aldığı oyun toplamı 11 bin civarında oy çıkıyor... O zaman birileri oturup düşünecek. Bizim en büyük özelliğimiz çok rahatlıkla Cumhuriyet ve Atatürk diyebilmemizdi. Demek ki halen bu ülkede ve avukat kamuoyunda Cumhuriyet’le ilgili, Atatürk’le ilgili büyük bir duyarlılık mevcut; ben bunu görüyorum.”
Bu arada sık sık bölünüyor konuşmamız. “Tebrik ederim... Tebrikler...” sesleri geliyor kulağıma... Öğretim Üyesi olduğu Galatasaray Üniversitesi’ndeymiş meğer...
“Bundan sonrası” diyorum. Coşkuyla anlatıyor:
“İlkemize sahip çıkacağız, ülkemize sahip çıkacağız, cüppemize sahip çıkacağız... İlkemiz derken Cumhuriyete, Cumhuriyetin temel niteliklerine, laik-demokratik-sosyal hukuk devletine, üniter devlete, ulus devlete sahip çıkacağız.”
Tıpkı röportajda olduğu gibi burada da önemle altını çiziyor:
“Bu siyaset filan değildir. Baronun bir siyasi parti yandaşlığı veya karşıtlığı üzerinden hareket etmesine ben de karşıyım. Ancak biz hukukçuyuz; Baro dediğiniz şey bir hukuk kurumudur. Bir hukuk kurumunun hukukla ilgili duyarlılığın olmaması, hukuka yapılan saldırılara ses çıkarmaması mümkün mü? Kaldı ki Avukatlık Kanunu açık, Madde 76’yı, Madde 95’i açın okuyun; barolara hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını koruma kollama görevi veriyor. Bu anlamda kimden ve nerden gelirse gelsin siyasi iktidardan da gelebilir -ki daha çok ondan gelir, güç onda olduğu için- bu tür ihlallere, yargı bağımsızlığına, hukukun üstünlüğüne karşı saldırılara karşı koymak baronun ‘kanundan kaynaklanan’ görevidir. Ulusuna karşı görevidir. Bunu yapması demek, meslektaşının sorunlarını bir kenara bırakması anlamına gelmez. Çünkü sahiplendiği, koruduğu ilkeler anayasamızın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri içindedir. Anayasal ilkelerdir. Bir hukuk kurumunun da anayasal ilkeleri savunması gerekir....”
Sonraki iki hassasiyeti de es geçmiyor elbette:
“İkinci olarak ulus-devlet yapımıza sahip çıkacağız ve üçüncü olarak cüppemize; yani mesleğimize ve sorunlarına sahip çıkacağız.”
++++++
Şöhret-i kazibeler
Geçen gece rahmetli Uğur Mumcu’nun ruhunu şad ettik, ne derdi:
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi
olanlar”, derdi. TV kanallarından birinde tartışma vardı, tabii Kürt sorunu, biz çoktandır, bunları seyretmiyoruz, hele hele
“şöhret-i kazibe”ler varsa...
Programda Ümit Özdağ ile Ümit Zileli
vardı. Adını bilmediğimiz, tanımadığımız genç bir konuşmacı, belli ki yeni yetme liberallerden AKP’yi kollamak için CHP’ye sataştı: “AKP’nin Kürt yaklaşımı, CHP’nin eski tarihli bir raporu kadar sivri değil!”
Belki kelimesi kelimesine böyle değildi
ama anlamı bu! Ümit Zileli müdahale
etti: “Siz CHP’nin o raporunu okudunuz mu? “Hayır okumadım, Başbakan öyle diyor!” Hoppala! Uğur Mumcu’ya rahmet okumaz da ne edersiniz.
* Hasan Pulur / Milliyet
++++++
Dut yemiş bülbüldür o
Zihin bu, durmuyor.
Ve şu sorunun peşine düşüyor:
Acaba benzer bir olay Kemal Bey’in başına gelseydi, yandaş medyamız, “Papağan bile lafını dinlemiyor. Bundan ne köy olur, ne kasaba” der miydi?
Ya da... Papağanın Başbakan Erdoğan’ın karşısında dut yemiş bülbüle dönmesini... “Muazzam karizma karşısında geçirilen hafif çapta bir sarsıntı”ya bağlar mıydı?
Bilemedim.
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
Her papağan bir olmuyor...
Her papağan bir değil. Onun için bu papağan Başbakan’ın istediğini söylememiştir. Haysiyetli hayvan. Ey onurlu kuş...
*
Televizyonda da gördüm; papağan “Selamünaleyküm” diye durmadan tekrarlayan Başbakan’a şaşkın şaşkın baktı:
“.........!”
Arkadaki heyetten papağan ruhundan en iyi anlayan bakan, “Aslında konuşuyor” dedi... Başbakan o zaman daha da kararlı bir şekilde: “Selamünaleyküm... Selamünaleyküm...”
“.........!”
Papağanda tık yok...Ey şerefli canlı...
*
Oysa Başbakan ne derse ekseriyetle insanlar tekrarlıyor...
O ne derse o...
Bu nedenle; işsizlere 2 milyon işsiz daha eklenirken, bir çuval kömüre ve bir paket nohuda muhtaç aile sayısı 2008’e göre dört kat artarken, Türkiye’ye “yıldız ülke oluyoruz” dediler papağanlar, Başbakan öyle dedi diye...
“Demokratikleşme” diyor... Her şeyin “tek adamın” dudakları arasındayken ve eşi görülmemiş bir “tek adam” faşizmi tepemize çöreklenirken, tekrarlıyor papağanlar:
“Demokratikleşme...”
Sesini yükselten herkes hapishanelere doldurulduğunda... Ne suç işlediğini dahi bilmeyenler demir hücre pencerelerinden çığlık çığlık adalet istediklerinde... Başbakan buna “hukuk” dediği için papağanlar onaylıyorlar:“Hukuk...”
Kime gidip anlatacaksınız?..
İşte bir toplum çoğunluğu ki; papağan.
“Evet” dedi Başbakan...
Yanıt geldi: “Evet...”
Eminim siz de gazetelerde-televizyonlarda gördünüz; kuş papağan ise öyle baktı Başbakan ve arkasındakilere... Bir rivayete göre Tayyip Erdoğan’ı görünce dili tutuldu... Bir rivayete göre kendisine öğretilmiş “selamünaleyküm”ü tam söyleyecekken, Başbakan söyleyince donup kaldı...
Bence söyleyecek söz bulamadı...
Ve sustu: “Selamünaleyküm...”
“...........!”
Ey onurlu kuş... Ey haysiyetli hayvan...
* Bekir Coşkun / Cumhuriyet
++++++
Partizanlık değilse ne
Cumhurbaşkanı Gül, Londra’ya uçarken gazeteciler yanında.Sorular soruluyor, cevaplar veriliyor. Söz atamalara geliyor. Gül konuşuyor;
‘Bana haksızlık ediyorlar. Görüyorum onları. Yeteri kadar bilgi sahibi olmadan değerlendirme yapıyorlar. Önemli olan atadığınız kişi partizanlık mı yapacak, bağımsız, dürüst, objektif kararlara mı hükmedecek? Tüm atadığım adaylara çok dikkat ediyorum.’
Bu konuşma üzerine itiraz eden gazeteci var mı diye gazeteleri karıştırıyorum...
Yok...
Kimse mesela şunu sormuyor; ‘İyi ama HSYK’ya atadığınız Kayseri Barosu Başkanı Ali Aydın’a referandumdaki ‘EVET’ çalışmaları nedeniyle bizzat AKP Kayseri İl Başkanı tarafından teşekkür yazısı gönderilmiş. Bu partizanlık değil midir?’
Unutmadan...
Cumhurbaşkanı Gül, Londra’daki bir düşünce kuruluşundan ödül almaya
gidiyor...
Uluslararası ilişkilere katkılarından dolayı!
* Nihat Sırdar / Akşam
++++++
Gül unutmuş olabilir
Cumhurbaşkanı Gül Londra’ya giderken havada gazetecilerle sohbet etmiş..
Gazeteciler, HSYK’ya Anayasa Mahkemesi’ne seçtiği kişilerle rektörlük atamalarını sormuşlar.. Cumhurbaşkanı kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyormuş.. Demiş ki; tüm atadığım adaylara çok dikkat ediyorum.
Ben hiç kimsenin eşini hanımını takip etmiyorum. Siyasete bulaşıp bulaşmadıklarına bakıyorum.
Herhangi bir partiden aday olanları çok değerli olsalar dahi atamıyorum.
* * *
Cumhurbaşkanı unutmuş olabilir.. Küçük bir hatırlatma.. YÖK üyeliğine atadığı Durmuş Günay AKP Isparta milletvekili aday adayıydı..
Muş Alpaslan Üniversitesi rektörü yaptığı Prof. Dr. Nihat İnanç AKP Van milletvekili aday adayıydı..
Dicle Üniversitesi Rektörlüğüne atadığı Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç AKP Diyarbakır milletvekili aday adayıydı...
* Mehmet Tezkan / Milliyet
++++++
Yandaş medyada şampiyon biziz
Basın özgürlüğü sıralamalarında nal topluyoruz ama dünyadaki “yandaş medya” sıralamalarında tartışmasız en önlerdeyiz!
Medya sahipliği ve gazete tirajları üzerinden yapılan araştırmalara göre; ülkemizde iktidarı açıkça destekleyen gazeteler, toplam tirajın yüzde 46’sını paylaşıyor...
Buna; merkez medyanın içindeki “iktidar yanlısı yazarları ve yayınları” da eklersek, yandaşlık oranı, yine tiraj üzerinden yüzde 60’ları buluyor... Yani satılan her 10 gazetenin 6’sı, iktidara sempatiyle bakıyor...
Zaten kalanına da iktidar tahammül
göstermiyor!
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
MİNİ YORUM
Silivri’de üç yıl!
“Silivri’de 1 Gün”ü merak eden ve Ümraniye Davası’nın görüldüğü mahkemeyi “bir günlüğüne” yerinde izleyen Mehveş Evin, izlenimlerini yazarken en çok okunan gazetelerin isimlerini vermiş: “Yeniçağ, Sözcü, Cumhuriyet...” Bu bilgiyi bu yayın organları ile sanıklar ve hatta suçlar arasında “bağ” kurmak için vurguluyor meslektaşlarımız genelde... Oysa neden sadece bu gazeteler okunuyor sorusunun çok basit olan cevabı, Evin’in attığı başlıkta saklı... “Büyük(!)” gazeteler, nedenini bilmedikleri tutukluluklarının 500., 600., 700. günlerindeki insanları arada “1 Gün” hatırladıkları için olabilir mi mesela!