Cumhurbaşkanı’na tarih dersi
Yeniçağ’ın, Kraliçe davet etti diye uçarak İngiltere’ye giden Abdullah Gül’e özel hizmetidir.
Atatürk hakkında idam fetvası yayımlatıp Kuva-yı Milliye’yi sabote eden Vahdettin, Damat Ferit, Mustafa Sabri üçlüsünü himaye eden İngiltere’nin “Türkleri sırtından vurma tarihi” ile yüzleşmenin tam vakti!
Bir tatlı telaş içindeydiler; günler öncesinden başladı hazırlıklar...
Terziler geldi, o güne özel elbiseler dikildi...
Kıpır kıpırdı içleri...
Gerçi uğurlama töreninde davul zurna eksikti ama pek hissedilmedi çünkü zil çalıyordu etekleri!
Havada öyle bir “durmuş durmuş turnayı gözünden vurmuş kız evi” tansiyonu vardı ki bir ara refakatçiler “gelin halayı” çekecekler gibi geldi!
Hep kahır hep kahır nereye kadar, ben de “Düşler hayra yorula / Şen ola düğün şen ola” diye sıraya girmek isterdim ya...
Ya “turna” diye kapılıp gittikleri İngiltere, “akbaba” çıkarsa!
Sonuçta “Pax-Britannica”dan bu yana, “akbaba” gibi çöreklenmediler mi “petrol” kokusu aldıkları coğrafyalara!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün uçaktan yolladığı mesajda vurguladığı gibi “soğukkanlı” bakmak lazım bu tip mevzulara; nihayetinde “tarihi gerçeklerimiz” var değil mi ama!
Çağrışım bu ya... Gazetelerde “Cumhurbaşkanı, Buckingham Sarayı’nda giyeceği frak için ölçü verdi” haberlerini okudukça, İngilizlerin tarih boyunca “boyumuzun ölçüsünü alma” çabaları geliyor aklıma...
O yüzden dün Milliyet’te Derya Sazak’ın yaptığı gibi “Yılda iki kez devlet başkanı davet ediyorlar. Biri Obama, bir diğeri biz” sözlerine sevinç nidalarıyla karşılık veremiyorum bir çırpıda!
Hem bu tabloya bakıp nasıl sevinilebilir Allah aşkına!
“Seçilenler”in ortak bir özelliği olmalı. Hadi Obama Orta Doğu’daki “işgal ortağı”, Gül’ün seçilme nedeni ne bu durumda?
Hele “Abdullah Gül’den önce sadece Kenan Evren davet edildi” referansı yok mu; Cumhurbaşkanı’nın yerinde olsam sırf bu bile yeterdi Kraliçe’yi reddetmeme!
Kenan Evren, Abdullah Gül’ün yüksek teşvikleriyle hazırlanan “Yeni Anayasa” yla, canhıraş izlerinin silinmesine çalışılan darbenin yapıcısı değil mi? Darbeci Evren’le “aynı takdire mazhar olmanın” bir “sivil cumhurbaşkanı” için rahatsız edici olması gerekmez mi?
“Dizbağı” nişanlı ilk Müslümanlar
Bir “Neo-Osmanlı” öncüsü olduğunu düşününce, Gül’ün yolunun İngiltere ile bu kadar sık kesişmesinin arka planının, daha “köklü bir temel”e de dayanıyor olma ihtimali de var tabii. 2008 yılında “hak kazandığı” Dizbağı Nişanı’nın, 1856 ve 1876 yıllarında, “Yeni Anayasa”nın ilham perisi, günlerdir Dolmabahçe Sarayı’nda konserler, sempozyumlar, dualarla andıkları Abdülmecit ile Abdülaziz’e de takılmış olması sıradan bir tesadüf olabilir mi?
İktidarın “tanzim” ve “ıslah” yöntemleri Osmanlı padişahlarınınkilere bu denli benzerken hem de!
İslam halifeleri ve “muhafazakar” devlet adamlarının, orijinal adı “Knight Grand Cross of the Order of the Bath” olan ve “Ulu Haç” için mücadele verenlere takılan “nişan”la ödüllendirilmesi ilk bakışta “utanç verici” gibi görünse de “tarihi gerçeğimiz” deyip, onunla da “yüzleşeceğiz” elbette!
Abdülmecit’in İngiltere ve Fransa’nın dayatmalarıyla ilan ettiği Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla, Osmanlı Devleti’ni “azınlıklar”ın elinde oyuncağa dönüştürdüğünü de hesaba katınca, belki bununla kaldıkları için şükür bile etmeli;
İyi ki “dizbağı” nişanın adı, ya bir de göstere göstere “boyunbağı” deselerdi!
Nitekim Atatürk, kendisine de teklif edilen aynı nişanı “Dizbağı sonra bize ayakbağı olur” diyerek neden reddetti sanki;
Boyunduruğa girmemek için değil mi?
“İsa yolunda” şövalye oldular
İngiliz piskopos şöyle der Abdülmecit’e “nişan töreni”nde:
“Siz bundan sonra, İsa yolunda çalışacak, onun için her türlü özveriyi yapacak bir şövalyesiniz.”
Kırım savaşında kazandığımız zaferi masada hezimete çevirdiğimiz Paris Antlaşması’nın hemen akabinde, bir nevi “teslimiyet teşekkürü” mahiyetinde sunulan bu ödülden çok değil 11 yıl sonra, 21 Haziran 1867’de bir başka “ilk” yaşanır İngiltere ile Osmanlı arasında. İngiltere Kraliçesi Victoria’nın kendi elleriyle “Dizbağı” taktığı ilk Müslüman da bir Osmanlı sultanıdır; Abdülaziz!
Bu arada İngilizler’de misafirlerini savaş teçhizatıyla ağırlamak gelenek mi acaba?
2008’de, Gül’ü, Karaköy limanına, tam da “HMS Ajax” adlı İngiliz savaş gemisinin İstanbul’u işgal sırasında yanaştığı yere demirleyen uçak gemisi “HMS İllustrious” da ağırladıkları gibi, Abdülaziz’e de savaş gemisinde sunmuşlar tebriklerini.
Bu anlamda “Vahdettin kaderi”de önceden çizilmiş sanki...
İngilizlerin emriyle(!) Bandırma Vapuru’nu geri döndürmeyi beceremeyince, kendisi İngiliz “Malaya Vapuru(!)” ile kurtuluş mücadelesi veren vatanından firar etti!
Dersim’le yüzleşmek için bulunmaz fırsat
Hazır “Dersim” defteri tekrar açılmışken, isabet oldu aslında bu ziyaret. Hem Dersim, hem Şeyh Sait, hem de diğer Kürt isyanlarındaki “İngiliz parmağı” da artık şeffaflaşmalı! “Dedelerimiz!”i “himaye” edenlere vefa borcumuzu ödeyeceğiz derken kendimizi “katil” diye yaftalatmak iş değil.
Allah’ın bildiğini kuldan niye/ne uğruna saklayalım; Erdoğan’ın dediği gibi “Kürt sorunu” diye bir şey varsa, bunun tasarımcısı “asimilasyoncu” iftirasını attığı Türk devleti değil, daha birkaç ay önce kendisinin de tıpkı Gül’ler gibi, eşli olarak koşa koşa gittiği “açgözlü” İngiltere!
Kaşındıkça hâlâ kanayan o “yara”nın açılma sebebi, İngilizler’in Musul’daki zengin petrol yataklarına sahip olmak için giriştikleri “etnik” temelli tahrikleri.
İngiliz tarihçi Arnold Joseph Toynbee’nin dediği gibi İngiltere, “Musul’u işgal ettiği andan itibaren Kürt milliyetçiliğini teşvik etti” ve “Şeyh Sait İsyanı’ndan istifade etmek suretiyle birtakım yararlar sağladı.”
Nasıl mı?
Cevabı kısa ve net:
“Musul’un gaspı”
“Kürt kartı”
hâlâ revaçta
Geçmişte “Musul” petrolleri uğruna Osmanlı’yı “Kürt Kartı”yla bölücü bir politika izleyen İngiltere, aynısını Irak’ta da yaptı yakın geçmişte. Hatırlayın bakalım Barzani’nin sözde devletini ilk “tanıyan” kimdi?
Son dönemde bölgenin işgal komuta merkezi ABD gibi görünse de, Libya ve Suriye’deki paylaşım haritası gösterdi ki İngiltere Orta Doğu’dan elini hiç çekmedi!
İşte kısa süre önce İngiliz Parlamentosu’nda yapılan şu konuşma da belgesi:
“..Bugünkü müzakerede, Türkiye, Irak, Suriye ve İran’la yan yana duran Kürdistan açısından bakarak, meselelerin üzerinden hızlıca geçmeliyiz. Sevr anlaşması dahil o tarihe kadar vermiş olduğumuz sözleri tutmaktaki başarısızlığımızı ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kürdistan Partisi’nin İngiltere tarafından Irak’tan sınır dışı edilmesi olaylarını göz önünde tutarak birçok açıdan bölgede sorumluluğumuz olduğunu unutmamalıyız...”
Bir de TBMM’deki PKK sözcülerinden Leyla Zana’nın İngiliz Lordalar Kamarası’na yaptığı “Beş çayı” ziyaretini bu resme ekledik mi; nasıl fotoğraf iyice netleşti değil mi!
Türkler’e karşı cihad bildirisi
Osmanlı İmparatorluğu, tarihi boyunca uğradığı en ağır ihanetlerden birini, Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ajanı Thomas Edward Lawrence’ın kışkırtması sonucu yaşadı.
Şerif Hüseyin’in 1916’da yayımladığı “Türkler’e Karşı Cihad Bildirisi”, Osmanlı’nın “yedi düvele karşı” savaş verdiği günlerde, İngiliz altınlarının cazibesine kapılan Arap eyaletlerinde nasıl sırtından hançerlendiğinin özeti gibi:
“...Arap ümmetinin bugün geri bir vaziyette ve cahil kalmış olmasının bütün sorumluluğu Türkler’e aittir ve Araplar’ın Türk idaresine karşı cihada girişmeleri farzdır...”
Sırf Kürtler ve Araplar mı; paylaşım mücadelesinde Fransa ve Rusya’nın gerisinde kalmamak için Anadolu’da bir “Ermeni Protestan Milleti” yaratan ‘Misyoner Okulları’nın ilk kurucuları da İngilizlerdi. Bu okullardan yetişme komitacıların Türklere uyguladığı mezalimi hatırlatmaya gerek var mı? Anadolu’nun ne yanına kazma sallasanız, katliama uğrayan Türklerin kemikleri fışkırıyor hâlâ topraktan!
Kuva-yı Milliyecilerin kanı var o kadehte
Dünkü gazetelerde “layık görülme bahtiyarlığı içinde” yazılanları gördükçe bilseniz daha ne “tarihi gerçekler” canlandı gözümde.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün uçağından bildiren köşe yazarlarını değil de Amiral Webb’in raporunu okuyordum sanki:
“Damat Ferit İngiltere’ye teveccüh göstermek için her istediğimiz kimseyi tutuklamaya hazırdır. (...) İtaatli bir ata fazla antrenman yaptırıyoruz. Daha iyisini bulamayız. Sadrazam her valiye bir İngiliz danışman atamak istiyor. Bizi mahcup ediyorlar...”
Damat Ferit’in şu sözlerini okuyunca, Webb’e haksız mı diyebilir miyiz yazdıklarında:
“Ben ve Sultan, Allah’dan sonra umudumuzu İngilizlere bağladık.”
Velhasıl...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı da umudunu;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve bugün oturduğu koltuğun ilk sahibi Atatürk hakkında idam fermanı yayımlayan Vahdettin, Damat Ferit, Mustafa Sabri üçlüsünü himaye eden İngiltere’ye bağlamış haldeyse, vay halimize!
Çünkü o İngiltere; Yunan işgaline karşı direnişi baltalayan Anzavur’dan tutun da, primitif liberalimiz(!) Prens Sabahattin’e, “şeriat elden gidiyor” diyerek Türk’ün kafatasından kan içen Derviş Vahdeti’den İngiliz bayrağını Türk’ünkine yeğleyebileceği mesajı veren İskilipli Atıf Hoca’ya, “istiklal” savaşımıza “istikbal” uğruna ihanet eden ne kadar hain varsa hepsinin beslendiği yerdir!
Daha fenası “mütareke” şartlarına dahi uymayıp Anadolu’yu işgal edendir!
Boğazları Rusya’ya kaptırmama telaşıyla Osmanlı’yı Sevr’e itendir!
Manzara her ne kadar mütarekeyi andırsa da biz, “tarihi gerçeklerimiz”in farkında olarak, Refii Cevad’lık yapıp “Türkler kendi güçleri ile adam olamıyorlar. İngilizler elimizden tutacak, bizi kurtaracak” yazamayız sayfalarımızda...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bütün bu hatırlatmalarımızdan sonra dilerse yanında taşıdığı ve uçaktan atlayıp da İngiltere’ye kanat çırpa çırpa gidebilecek kadar coşkulu olan “kalemşorlar”la, “İngiltere’nin seçimi” olma kutlamalarına devam edebilir ama şu gerçeği unutmamak kaydıyla:
Kraliçe ile tokuşturdukları kadehlerin içinde sadece Irak’taki milyonlarca Müslüman’ın değil, sadece Orta Doğu’da ayaklandırdıkları toplumların değil, işgal yıllarında ırzına geçilen binlerce Türk kızının da, boğazladıkları binlerce Türk çocuğunun da kanı var...
Hem koltuğuna otur, hem canına-davasına-vatanına kast edenlerle kadeh tokuştur; büyük cesaret doğrusu...
Hiçbir şey olmasa, insanı Mustafa Kemal’in ahı tutar!
Yetmez mi!