Çok özledim seni
Musul’a mı gitsem, Kerkük’e mi, Suriye’den mi girsem Rusya’dan mı çıksam, ABD’ye mi çatsam, iktidarı mı taşlasam diye haberlerin satır aralarında bugünkü yazıya yol ararken, hemen dibimizde, akıtılan kanın kokusu burnumuzun direğini sızlatan, dökülen gözyaşı köşelerimizi ıslatan, alınan canın, yapılan zulmün, girilen günahın vebali omuzlarımıza çullanan bir başka trajedi seslendi:
- Beni unutma!
***
Deniz Kurmay Albay Murat Saka’nın eşi Işın Hanım bir şarkı gönderdi:
- Çok özledim seni!
Şarkı Murat Saka’nın “yalan ve iftiralarla haksızlığa uğratılmış yüzlerce masum insan ve ailelerine, özellikle de, en çok özlem duyacakları yaşta, babaları vicdansız bir şekilde hayatlarından koparılmış olan çocuklara” babalar günü hediyesi. Malum bugün o çocukların kimi cezaevi kapılarında, kimi “telefon günü ise” telefonun başında, kimi de -bu insafsızlığa, adaletsizliğe lanet olsun ki- mezarlıklarda hasret giderecekler babalarıyla!
Saka şarkıyı cezaevinde yazmış, bestelemiş, İbrahim Aydın ve Taylan Çakır düzenlemiş, Grup Hasretim üyeleri de söylemiş!
***
Işın Hanım şarkıyla birlikte, “şarkının hikayesi”ni de gönderdi:
Hasdal’daki tutsaklık günlerinde, açık görüşe gelen ve görüş bitimi babalarından ayrılmak istemeyen küçük çocukların “koparılma” anına defalarca şahitlik eden Murat Saka, “elinizden, yavrunuzu kandırmak ve bu haksızlıklara sebep olanlara beddua etmekten başka hiçbir şey gelmez” diye girmiş söze:
“Bir gün, silahlı bir Mehmet’in başında durduğu demir parmaklıklı kapının ardında ziyaretçilerimizi bekliyorduk. Karşıdan gelmekte olan bir grup ziyaretçinin en önünde, dört yaşlarında bir çocuk vardı. Kapıya henüz 20 metre kadar mesafede idiler ki, Mehmetçik kapıyı yavaş yavaş açmaya başladı. Bizim taraftaki kalabalığın içinde babasını seçen çocuk büyük bir hevesle ve yüzünde çok net anlaşılan bir özlem duygusuyla koşmaya başladı. Daha birkaç adım koşmuştu ki küçük ayağı bir taş parçasına takıldı ve yere kapaklandı. Babası, bu ani kazayı sezdiği gibi yavrusunu yerden kaldırmak için demir parmaklıklar hattını süratle geçti ve kaptığı gibi kucağına aldı çocuğunu. Silahlı Mehmet, kendisine verilen emirler gereği bu mahkûm babayı durdurmalıydı; aslında yeltendi böyle bir hareket için ama insanlık adına doğru bir hareket olmayacağını anlayıp hemen vazgeçti. Babasını en az bir aydır görememiş olan çocuk ise, bir taraftan dizleri ve kollarında oluşan sıyrıkların acısıyla sızlanıyor, diğer taraftan ise babasını her tarafından olanca gücüyle kavramaya çalışıyor, öpüyor, kokluyor, dinmek bilmeyen bir özlemle sımsıkı sarıp sarmalıyordu. Çok kısa bir süre içinde gelişen bu durum, şahit olan herkesin duygu yüklü anlar yaşamasına neden oldu. Bu miniğin yaşadığı fiziksel acı, uzun süredir yaşamakta olduğu manevi acının yanında hiçbir öneme ve önceliğe sahip olamazdı.”
***
“Bu süreçte babalar için en zor olan şey, bu durumu anlamakta zorlanan yavrularına, haksızlığa uğramış oldukları gerçeğini açık açık anlatamamaktı” diyerek kısa süre önce cezaevinde geçirdiği beyin kanaması neticesi hayatını kaybeden Murat Özenalp’i hatırlatıyor Saka:
“İftira davasının duruşmalarında aylarca yan yana oturduğumuz sevgili arkadaşım Deniz Kurmay Albay Murat ÖZENALP, yaşamakta olduğu bu haksızlıkların, biricik kızı tarafından bilinmesini istememişti. Bu haksızlıkları düzeltme sorumluluğunu taşıyanlar ise, ümit dağıtmalarına rağmen, hukuksuzluğun devamına engel olmamışlardı. Bizlerden ve ailelerimizden zorla çalınan, fakat bir türlü geri gelmeyen özgürlük, bir buçuk ay önce Murat’ı acı bir şekilde kaybetmemize neden oldu. Bu, hepimizin büyük acısıydı.
Yaşadığımız haksızlıklar nedeniyle aramızdan ayrılan diğer bir arkadaşımız ise Öğretmen Yarbay Ali TATAR’dı. Cezaevine ilk girdiğinde genç Teğmenler ile sohbetinde kızının kalp ameliyatı geçirdiğini söylemiş ve “Ya benim için ağlarken, üzülürken ona bir şey olursa ben ne yaparım? Bu iftiraları bizlere niçin atıyorlar, ne istiyorlar bizden?” diyerek isyanını ve üzüntüsünü dile getirmişti.
Tutsaklığı 21 Eylül 2012 tarihinde başlayan Hüseyin Dilaver için daha değişik bir durum söz konusuydu... Tatbikat veya yurt dışı görevinde dahi olsa asker bir kişi yeni doğan bebeğini birkaç gün gecikmeyle görebilmekteyken, Hv.Plt.Kur.Alb. Dilaver yavrusu ile ilk buluşma için, kendisini hapiste ziyaret etmesini üç hafta süren büyük bir özlemle beklemek zorunda kalacaktı...”
***
Deniz Kurmay Albay Saka, Ali Türkşen’in Kardak’ta Kahraman Hasdal’da Esir kitabından aktardığı yaşanmış örneklerle devam ediyor mektubuna:
“... Babasının yokluğunda evlerine artan ziyaretçi akını, Erakyol’un beş yaşındaki kızı Eylül’ün küçücük yüreğine, babasının ölmüş olabileceği şüphesini düşürmüştü. 2010 yılı Şubat ayında yaptıkları ilk görüşte babasının sağ olduğunu görmesiyle minik Eylül’ün bu şüphesi sevince dönüşecek, ancak o da diğer minikler gibi babaya olan hasret duygusunu yaşamaya başlayacaktı.”
***
Saka, “Kısıtlı bir süre içinde babasına sarılabilmek, elini tutup koynuna yaslanabilmek için, neden uzunca bir zaman beklemek zorunda olduklarını anlamakta zorluk çeken çocuklar”a, Murat Özenalp’in kızı Duru’ya, Balyoz Davasında tutuklu tek kadın asker emekli albay Berna Dönmez’in çocuklarına armağan ettiği şarkıda “Elini tutmak için, kokunu almak için / Ne kadar çok bekledim” diyor..
Gerçekten çok beklediler...
Peki eyyyy Anayasa Mahkemesi, daha ne kadar bekleyecekler?