Çoğunluk diktatörlüğü
Türkiye’de tarafsız ve milli yayın politikası izleyen televizyon kanallarının sahipleri çeşitli bahanelerle tutuklanıp içeri atıldı. İktidar kendisini eleştiren televizyoncu ve köşe yazarlarını görsel ve yazılı basın dünyasından sildi. AKP iktidarı, kimi medya gurubunu korkutarak, kimisini satın alarak kimisine de el koyarak saf dışı bıraktı. Türkiye medyası bugün fiilen AKP medyası haline gelmiştir.
Başbakan Erdoğan 2010 Şubat ayında şu sözleri etmiştir: “Şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, ’ne yapayım, köşe yazarı, hâkim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Sen bunun sorumlususun arkadaş’ diyeceksin”.
Demokratik bir ülkede demokrat bir insanın ağzından çıkmayacak bu tehdit ve baskı içeren sözler, Türkiye’de Başbakan’ın ağzından çıkmıştır. Bu sözlerin ardından merkez medyanın önemli köşe yazarları ve televizyoncuları işinden olmuş, geride kalanlar ise sinmiş ve seslerini iyice kısmışlardır.
Gazetecilere ve karikatüristlere Başbakan Erdoğan tarafından açılan sayısız dava, medya patronlarının Dolmabahçe’ye çağırılıp tehdit edilmesi, patronlar üzerinde kurulan baskılarla gazetecilerin işlerinden kovdurulması, çeşitli davalar konu edilerek yüzü aşkın gazetecinin tutuklanması, internet sitelerinin kapatılması, AKP’nin siyasi muhalefet bir yana, entelektüel muhalefete bile sıfır tolerans uyguladığını gösterir.
Bizzat Başbakan Erdoğan, STK’ları ‘Bitaraf olan bertaraf olur’ tehdidi ile sindirdi.
Tutuklamalar, bitmek tükenmek bilmeyen yargılamalar, dinlemeler, suçlamalar, operasyonlar derken Türkiye korku cumhuriyetine döndürülmüştür.
AKP on yıllık iktidarı döneminde kendisine yönelik sivil muhalefeti sindirip teslim aldıktan sonra var gücüyle siyasi muhaliflerini etkisizleştirmeye ve marjinalleştirmeye yönelmiştir.
Gelinen aşamada Türkiye’de artık AKP basını, AKP medyası, AKP bürokrasisi, AKP burjuvazisi, AKP sendikası, AKP STK’sı, AKP aydını vardır. Devlet aygıtı ise AKP’nin aracı haline gelmiştir.
Türkiye’de asimetrik bir siyaset giderek daha da belirgin hale gelmiş bulunmaktadır. Durum maalesef giderek kötüleşmektedir.
Bilindiği gibi AK Parti iktidarı TBMM’nin açılışıyla birlikte genel kurul çalışmalarının televizyondan yayınlanmasını sınırlandırdı. Böylece parlamento içi muhalefetin sesi iyiden iyiye kısılmış oldu.
İktidar, TBMM’deki sayısal üstünlüğüne rağmen TBMM’den çıkardığı kanunlarla değil Bakanlar Kurulundan çıkardığı 35 KHK’yla adeta Türkiye’nin DNA’sını değiştirmiştir.
Bütün bu yasaya ve formaliteye uydurulmuş baskı yöntemleriyle yetinmeyen AKP, Türkiye’yi, ileri demokrasi söylemleri altında bir çeşit polis devletine çevirmiştir.
AKP iktidarı, muhalefetin sesinin duyurulmaması için bir yandan Meclisten televizyon yayınlarını kısarken diğer yandan da iç tüzüğü değiştirme kararı almış, iç tüzüğü değiştirerek çoğunluğun kesin ve tam egemenliğini kurmak üzere harekete geçmiştir.
AK Partinin tüzük değişikliğinin bir tek amacı vardır, o da muhalefeti marjinalleştirmektir.
Bu değişiklikle TBMM İç tüzüğünün mevcut bürokratik ve hiyerarşik yapısı, muhalefet aleyhine daha da sertleştirilmiş olacaktır. Değişiklik iktidar gurubunu daha güçlü ve baskın, muhalefeti ise etkisiz ve edilgen kılmaya yöneliktir. Muhalefetin konuşma sürelerinin kısılması ile iktidar, muhalefetin görüşlerinin halka ulaşmasını büyük ölçüde engellemiş olacaktır.
TBMM iç tüzüğü iktidarın istediği şekilde değiştirilirse bundan böyle TBMM’de muhalefet, formaliteye indirgenmiş olacaktır. Bu durum AKP’ye karşı siyasi muhalefetin toplumsal muhalefete dönüşmesine ve sonuçta muhalefetin TBMM çatısının dışına taşmasına neden olacaktır.
AKP iktidarının gücüne mağrur olup demokratik sınırları aşmaya kalkışmasının bedelini bütün Türkiye ödeyecektir. Umarız bu bedel ağır olmaz!