Cizre’dekiler “terörist” değilmiş!
Bu haftanın ilk yazısında bir gazeteciye, Müyesser Yıldız’a kulak vereceğiz. Şırnak’ın Cizre İlçesi’nde bölücü terör örgütünün sözde gençlik yapılanması “Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi-(YDGH)” ile Hür- Dava Partisi (Hüda-Par) üyeleri arasında çıkan silahlı çatışma karşısında iktidarın tutumunu eleştiriyor Yıldız:
“Polis panzerleri sokaklara kazılan hendekler nedeniyle çatışmaya müdahale etmede zorlanmış.
O hendekleri aylarca önce kim kazdı; YDGH’liler...
Devlet ne yaptı; Seyretti...
Daha iki gün önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç şunları söylüyordu:
“Çözüm süreci içerisinde hiçbir şekilde cana, mala, güvenliğe yönelik tehdit olmamalıdır. Sayın Başbakanımız bu konuda çok kesin bir tavır koydu...”
Başbakan Davutoğlu da daha yeni kamu düzeni çerçevesinde adımlar attı... “Öncelikle görmek istediğimiz iyi niyet ve ciddiyetin ortaya konulması”diyordu.
Medyamız ise terör yuvası Kandil’in, PKK’lı “gençlere” talimat verdiğini, olay çıkaranların “ajan sayılacağını” davul-zurnayla duyuruyordu.
İşte Arınç’ın “ümit” tablosu!.. Bu olayları “terörist gençler” çıkarmamıştır, değil mi?.. Öyleyse, “ajan, provokatörleri” bulun!..”
Türkçeci padişahlar
Eğitimci Sakin Öner de ” Osmanlıca “ tartışmasına katıldı.III. Selim’in Türkçe’nin sadeleştirilmesine çalıştığını, II. Mahmut’un Viyana yolculuğunu kitaplaştıran Vak’anüvis Esat Efendi’yi ”...Gerçi çok güzel ve sanatlı kaleme alındığına şüphe yok ise de, bu türlü herkesin okuyacağı şeylerde herkesin anlayabileceği sözler kullanmak lazım gelir “ diye uyardığını, II. Abdülhamit döneminde Kanun-i Esasi’nin 18. maddesine ” Tebaa-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır “ denildiğini ve Heyet-i Mebusan’a kimlerin seçilemeyeceği belirtilirken ”...salisen Türkçe bilmeyen...mebus olamaz “ denildiğini, seçimlerde mebus olabilmek için Türkçe okumak ve yazmak şartının arandığını belirttikten sonra ” Görüldüğü gibi, II. MAHMUT gibi, II. ABDÜLHAMİT de TÜRKÇECİYDİ. Cumhuriyet döneminde dil alanında yapılan inkılap, Osmanlı padişahlarının Türkçeyi bilim dili yapma, dili sadeleştirme ve resmi hayatta Türkçeyi egemen kılma çabalarının bir devamıdır “ diyor.
İtibar sarayla olmaz
Nazmi Kal, Atatürk’ün Diktiği Ağaçlar kitabında ayrıntısıyla anlattığı olaylar üzerinden “itibar” dersi veriyor “saraylı” lara:
“1930’ların Türkiye’sinde insanlarımızın en güzel ayakkabısı çarıktı. İsmet İnönü’nün çocukları pençe çakılmış ayakkabı ile okula giderlerdi. Atatürk bağ evinde otururdu, yerli malı Merinos kumaştan elbise giyerdi...
Ama bakın Türkiye’nin dünyada itibarı nasıldı:
1930’larda Almanya’da öğrenci olan Ata Anbarcıoğlu anlatıyor:
“Almanya’da öğrenci idim.(...) Sık sık kahvelere Nazi polisleri gelir yabancı işçi, öğrenci, kaçak insan araştırması yaparlardı.(...) Yugoslav, Yunanlı, İtalyan, İspanyol gibi ülke insanlarının pasaportlarını polis dikkatle, uzun uzun, sayfa sayfa incelerdi. Bize yani Türklere sıra gelince ilk sayfayı açtıklarında Türk bayrağını görünce selam verir ve pasaportlarımızı iade ederlerdi. Atatürk döneminde Avrupa’da böyle bir saygınlığımız vardı.
***
Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Türkiye henüz üye değildir Atatürk’e üye olmamızı önerirler. Atatürk, “Bize başvursunlar düşünelim” der. (...) Türkiye Cemiyet tarihinde davet yolu ile üye olan ilk ve tek devlet oldu.
***
(...)Lozan’da Boğazlar, Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altına konmuştu. Atatürk bundan rahatsızdı. Boğazların güvenliğini bizat üstlenmek istiyordu. (...) İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri karşı çıkıyorlardı. (...) Montreux Boğazlar sözleşmesi 20 Temmuz 1936 tarihinde yani Türkiye’nin, konuyu dünya gündemine getirdiği tarihten 99 gün sonra Türkiye’nin istediği biçimde imzalandı...”
Bir de bugüne bakın...
(Kal’ın benzeri olayları derlediği kitabını 0 532 2635511 numaralı telefondan veya nazmikal@yahoo.com adresinden isteyebilirsiniz.)