Çık aradan Temel Bey!
THY Yeniçağ’ı yasaklamış! Rivayet o ki, karar Genel Müdür’ün eleştiriden hazzetmeyişiyle ilgili! Ne yani Temel Kotil okuyucuyla aramıza girmesin diye illa adak adayıp apronda deve mi keseceğiz!
Uçakla seyahate çıkan arıyor:
THY’de Yeniçağ okuyamıyoruz!
Yeniçağ istiyoruz, vermiyorlar!
Yandaş gazeteler var ama Yeniçağ yok!
Bir değil, iki değil... Bu kaçıncı şikayet!
TRT’nin canlı yayında dalga geçer gibi üçüncü beşinci sayfalarımızı okumakta ısrar ediyor olması, “iktidara bağlı özerk kurumlar(!)”ın doğru söyleyeni dokuz köyden kovması konusunda şerbetlenmemizi sağladı ya... Ne yalan söyleyeyim, hanidir eşten dosttan gelen “THY” merkezli yakınmalara kulak tıkıyordum...
Sonra şikayetlerin geldiği mecralar değişmeye başladı. Bir yerde eşe dosta “amaaaannn” deme kredin oluyor da, tek bağının gazete olduğu binlerce insana ne diyeceksin....
Birileri;
Sırf gerçekleri yazdığı için...
Ve o gerçeklerle “iktidarlıların gerçekleri” çeliştiği, çakıştığı, çatıştığı için Yeniçağ okumayı, 100 metre engelli koşuya çıkmak gibi bir hadiseye dönüştürüyorsa...
Ve senin okuyucun, ’o engelleri de aşarım, gazetemi de okurum’ diyerek senden vazgeçmiyorsa... Sen ondan vazgeçebilir misin? Önüne konulan engelleri kaldırmak boynunun borcu olmaz mı? Hem sonra ne demek Yeniçağ’ı kaldırmak!
THY olarak “gazete ikramın” varsa... Ve o gazete sana her gün, ikram edesin diye ücretsiz olarak yollanıyorsa... Ve yolcuların da senden o gazeteyi talep ediyorsa... Sen hangi hakla bir gazete ile okuyucusunun arasına girersin! Çık aradan Temel Bey!..
Bol bol baş-vurduk
Gazete yönetimi konuya el koyduktan sonra, kaynağı lazım değil, şöyle bir bilgiye ulaştık: “THY ikram gazetelerini kaldırdı, ama tamamını da kaldırmadı(!)”
- Hangilerini kaldırdı?
- Yeniçağ’ı!
- Sadece mi?
- Sadece!..
Bunun üzerine Türk Hava Yolları’na soruldu: “Yeniçağ’ı ikram gazeteleri arasından çıkarma nedeniniz nedir?”
Klasik, “Vallahi bilemiyoruz ki... Şeyyy... Şimdi şöyle... Eeee... Ne desek yalan olur...” ağızlarından sonra, “Yeniden başvuruda bulunun değerlendirelim” önerisiyle geldiler.
Başvurduk...
Ve bütün bu süreç boyunca başımızı da çok vurduk!
Kurumsal düzeyde ne yapılması gerekiyorsa yaptık, cevap beklemeye devam ediyoruz...
“Acaba” sorusunu boş bırakmak gazetecinin felaketi olabilir... “Acaba bu işin içinden bir Çapanoğlu çıkar mı?” diye huylandık.
Mevzu pek girift; ikramı kaldırdı da, hepsini kaldırmadı da, bir başvurun bakalım da...
Kararın adı “ikram gazetelerini kaldırmak”sa; bir kurum bu kararı ya almıştır, ya almamıştır... Ya hepsini kaldırır, ya hiçbirini kaldırmaz. Bütçem bu kadar “üç gazete alabilirim” dersin onu da anlarım. Yolcularına anket yaparsın, en çok talep edilen gazeteleri verirsin vs... Ama böyle bir durum da yok ki... Hem hergün 180 gazete eline bedavadan geliyor, bu işin sana maliyeti yok. Hem de sen bir tek Yeniçağ’ı ayırıyorsun...
Afişlerden, ilan panolarından sonra sıra gazete sansürüne mi geldi?
Panoyu sorunca “müstehcen” deyip çıkıyorsunuz işin içinden; peki Yeniçağ’da neyi sansürlüyorsunuz?
THY’nin bir gazeteyi ikram edilebilir saymak için baz aldığı kriterler neler?
Muhalif olmamak var mı mesela bu kriterler arasında... Milletin gözünü açmamak!..
Çözerse bu çözer
Kurumsal düzeydeki temaslar devam ededursun, kişisel araştırmacı gazetecilik faaliyetlerini de yürüttü arkadaşlarımız. İlginç bir söylenti çalındı kulaklarına... Rivayet o ki, THY’nin Yeniçağ’ı yolcularından uzak tutmasının nedeni, THY Genel Müdürü’nün, zamanın birinde kendisiyle ilgili olarak yaptığımız eleştirel yayından rahatsız olmasıymış...
Anlaşılan Temel Kotil, “Ben gazeteye gazete demem, beni yerlere göklere sığdıramadıkça...” havasında...
İyi de, bakalım biz Genel Müdür’e Genel Müdür der miyiz koca deveyi soktuğu aprona el kadar Yeniçağ’ı sığdıramadıkça!
THY’nin, resmi, akla ve mantığa uygun, kendi yolcularını ve bizim okuyucularımızı mağdur etmeyeceğini göstermesini umduğum cevabı gelene kadar, her türlü lobi faaliyetini yürüteceğimizden kuşkunuz olmasın...
Çözüm önerileriniz varsa lütfen siz de bildiriniz... Hatta; “Çözümün parçası ol ey halkım!..”
Ha bu arada bir “B planı” üzerinde de çalışıyoruz.
Düşünüyoruz: “THY yönetimi yolcularından Yeniçağ kaçırmasın diye, adak adayıp, apronda deve mi kessek acaba!”
Karar verince, onu da ilan ederiz...
+++++
Yeniden ümmet olma gemisi
İlk duyduğumuz anın öfkesi, kızgınlığı hiddeti geçtiyse.. Tansiyonumuz normale dönmeye başladıysa, gelin şu gemi işini bir kez daha konuşalım..
Enine boyuna..
* * *
Kuşkular çok, soru işaretleri sayısız.. Hepimiz biliyoruz, geminin sadece insani yardım götürmek gibi bir amacı yoktu..
Büyük hedef dünyanın ilgisini Gazze’ye çekmekti..
Çünkü; ocak ayında Mısır üzerinden yapılan sefer başarılı olmamıştı.. Konvoy, Mısır polisi tarafından taşlanmıştı, gönüllüler coplanmıştı ama Türkiye’de bile infial yaratmamıştı..
Dünyanın umurunda olmamıştı..
Mavi Marmara’nın hedefi bu yüzden Gazze’ydi..
Ablukayı yarmak!..
* * *
Gelelim sorulara..
Tatsız durumların doğacağından hükümetin haberi var mıydı? Denildiğine göre günlerce nefes kesen bir diplomasi trafiği dönmüş.. Dönmüştür; İsrail’in müdahale edeceğini sağır sultan duymuştu.. Komandoları yollayacağını.. Gemi yolcularının yanlarına gaz maskesi alması bundandı!.. Zaten gemidekiler de yola ’gaza’mız mübarek olsun’ diye çıkmışlardı..
* * *
Peki, hal böyleyken, risk varken hükümet İHH’yı neden uyarmadı..
Neden ikna etmeye çalışmadı.. Neden sessiz kaldı.. Ortada garip bir durum var..
* * *
Gemi yola çıkmadan, çıktıktan sonra, Kıbrıs’ta beklerken neler yaşandı ortaya çıkması lazım.. İsrail’e lanet okuyalım..
Ama bazı şeyleri de sorgulayalım.. Mesela geminin yardım götürmek, dikkatleri ambargoya çekmenin dışında bilmediğimiz bir amacı daha mı vardı..
Yeni Şafak’tan Hakan Albayrak’ın yazığı gibi..
Yeniden ümmet olmayı başlatmanın ilk adımı mıydı o gemi..
Kutsal amaç bu muydu.. Gerisi teferruat mıydı.. Bundan AKP iktidarının haberi var mıydı!..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
+++++
Üçlü mekanizma
Sınır boylarında çocuklarımızı takır takır vuruyorlar.
Emekli diplomat Daver Darende’nin dediği gibi: “Hani Türkiye-ABD ve Irak arasında üçlü mekanizma kurulmuştu. Hani bu mekanizma etkin faaliyetlerde bulunacaktı. Hani istihbarat paylaşılacaktı. Hani biz stratejik müttefiktik? Hani, hani nerede?” Örtülü bir başka üçlü mekanizma var, onu unutmayalım: ABD-Barzani-PKK.
*Işık Kansu / Cumhuriyet
+++++
Türkiye rantlar ülkesi oldu...
Türkiye gibi bir ülkenin Başbakan’ı; iki Haydut’tan ikisine de “durun” demesi gerekirken; birine Tevrat’tan emirler okuyarak azarlıyor, diğerine ise yandaş çıkıyor. Bizim Başbakan, geçen seçimde kendisine oy vermiş tabanın bir bölümünün Saadet Partisi’ne meylettiğini gördüğünden, Türkiye’nin eksenini kaydırmayı göze alıp, tabanının erimesini önlemeye uğraşıyor.
Arpa eken, arpa biçer.
Kılıç çeken, kılıçla dövüşür.
İç siyasete Kuran’dan sonra Tevrat’ı da sokarsan karşındaki Kılıçdaroğlu da sana Tevrat’la cevap verir.
Altıncı emir: Öldürmeyeceksin.
Sekizinci emir: Çalmayacaksın.
İşine öyle geldiği için sadece altıncı emri okuyup, sekizinci emri “ötelemeye” kalkarak kaynayan kazana klapak tutturmayı başaramazsın.
Toplumun kaynayan tenceresinde bugün “işsizlik-yoksulluk ve yolsuzluk” fokurduyor. İşsizliğin mengenesine düşmüş ve harcanabilir gelir bulmanın sıkıntısına kapılmış milyonlarca insan bir yandan da iktidar yandaşlarının zenginleşmekte olduğunu görüyor.
Türkiye eşitlik ülkesi olacaktı.
Fırsat eşitliği yarışacaktı.
Uçurumlar ülkesi oldu.
Hortumlar kesilecekti.
Rantlardan beslenme bitecekti.
Türkiye rantlar ülkesi oldu.
Şehirlerde imar rantı, arsa rantı, ihale rantı, devlet bankasından kredi rantı, özelleştirmeden devlet malını ucuza kapatma rantı, belediyelerden ihale kapma rantı, devlet kadrolarına adam yerleştirme rantı doğdu.
Tevrat; çalmayacaksın diyor.
Kuran; yolsuzluk yapmayacaksın.
* Necati Doğru / Sözcü
+++++
‘Gazze faciası’ ve ‘yeni Türkiye’
İsrail’in vahşi baskını herkesi olduğu gibi beni de şoke etti. Hemen ardından, ne yazık ki aklıma ilk gelen, Kissinger’ın, İran-Irak savaşı için söyledikleri oldu.
İkisi de kaybetse
ABD ve Arap dünyasının büyük kısmı Irak’ı doğrudan veya dolaylı destekliyordu. O esnada, sorulan bir soru üzerine, Kissinger, “Ne yazık ki ikisi birden kaybedemez” veya “Keşke ikisi de kaybetse” diye tercüme edilebilecek bir yorum yapmıştı. “Ne alakası var?” diyeceksiniz. Şöyle bir alakası var; malum İsrail yönetimi iyice zıvanadan çıkmış vaziyette. Ama sonuçta, bir süredir, ABD ve Batı dünyası için, artık iyice kontrol edilemez ve “pahalı” bir “müttefik” haline geldi. ABD’nin İsrail yüzünden tüm Müslüman dünya ile kavgalı olması artık kabul edilemez durumda. Bir süredir Türkiye’nin İsrail’e karşı bunca sert bir tutum takınabilmesi için elinin rahatlamasında bu durum önemli bir etken oldu. Diğer taraftan, Türkiye’nin dış politikası da, özellikle İran krizi etrafında, artık memnuniyetsizlik yaratmaya başladı. Şimdilik bu kadarını söyleyeyim ve bu krizin iki ülkeyi de farklı ölçü ve biçimde de olsa, yıpratmasının kimseyi “üzmeyeceğine” dikkatinizi çekeyim. Dönüşte, Türkiye’yi sadece haklı olarak öfkeli ve yaslı bulmadım. Bu olay üzerinden, bir “savaş dili” ve neredeyse “savaş ortamı” hâkim hale gelmiş. İsrail’i eleştirmekle, antisemitizm arasında olması gereken çizgiyi aşmak sorun olmaktan çıkmış. “Araplar erkekliği Erdoğan’dan öğrensin!” diline itiraz edene aşk olsun! Muhtemel bir PKK ile İsrail bağlantısı, analiz boyutundan, Kürt ve Yahudi karşıtı bir ton kazanmış! Ekranlarda, “PKK ile Hamas karşılaştırması yapanlar, PKK dili ile konuşuyor” diyen profesörler boy gösteriyor! Hemen söyleyeyim, bu “Yeni Türkiye” tablosu hiç de hayra alamet değil! Diğer taraftan, Irak işgaline karşı ses vermeye çalışan bizlere, demediklerini bırakmayanlar, aralarında en iyilerinin savaş karşıtı gayretlerimize en küçük bir desteği bile çok görüp, ekranlarda maç muhabbeti yapmayı tercih ettiği birileri, Filistin davasının keskin destekçileri haline gelmiş.
* Nuray Mert / Hürriyet
+++++
Geriden geliyorlar
Cumhuriyet’in pazar ekinde ‘The Simpsons’ dizisiyle ilgili bir yazı vardı. Yazıya vesile ailenin en küçük üyesi Maggie’nin konuşması... ‘Bir saniye ne kaçırdım’ diye bakıp yazıya daldım: ‘Bir ilk yaşandı’ ve ‘Geçen günlerde Maggie konuştu’ ifadelerine takıldım... Maggie konuştu... Ama geçen günlerde değil... Tam bir sene önce! Geçen sene mayıs ayında (...) Bütün bunlar Cumhuriyet’in haberinde de var. Ama epey gecikmeli olarak var! Bir de düzeltme: Maggie ilk kez uzun uzun konuşmuş olabilir, ama 1992 yılında Elizabeth Taylor’ın sesinden Homer’a ‘Daddy’ dediği de unutulmasın.
* Oray Eğin / Akşam
+++++
KISA... KISA...
/ Star TV Dış Yapımlar Direktörü Gökhan Tatarer 2006’dan beri yürüttüğü görevinden istifa etti.
/ Doğan Medya Center’daki Milliyet binasında Vatan gazetesinin yeri hazır. Gayrettepe’den Bağcılar’a gelmeye hazırlanan Vatan personeli, Fanatik’ten boşalan 4. kata yerleşecek.
/ Milliyet gazetesinin 25 bin sayfası taranarak belirlenen 300 manşetin hikayesini anlatan “60 Yılın Tanığı” adlı kitap çıktı. Gazetenin 60. yılı dolayısıyla hazırlanan eserde Tahir Özyurtseven, Ayça Atikoğlu, Gazete Habertürk’e bağlı olan Ajans Habertürk (AHT)’te editör olarak çalışan Barış Erdoğan, Yeni Yüzyıl Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Yrd. Doç. Dr. olarak çalışmak üzerine görevinden ayıldı.
/ Bertan Ağanoğlu ve Miraç Zeynep Özkartal’ın imzası var. Kitapta ayrıca Milliyet’in “en”leri, “ilk”leri ve sosyal sorumluluk projeleri de yer alıyor.
/ Yeni sezondaki program ortağının Mustafa Denizli olması beklenirken Şansal Büyüka’ya yeni bir yorum arkadaşı geldi. Büyüka, yeni sezonda izleyicilerinin karşısına Sinan Engin’le birlikte çıkacak.
+++++
MİNİ YORUM
Naklen kıyamet
Yazdıklarım kadar yazamadığım da öyle çok lafı oldu ki Mesut Yar’ın. Medyadaki teknolojik gelişmeyi konuşurken “Kıyametimiz böyle güzel olacak” dedi mesela, “Deccale filan gerek yok, bir bilgisayar virüsüyle işimiz tamam...” Şaka değil; yaşadığımız da o değil mi zaten? Farkında bile olamayacak kadar uyuşmuş halde kendi kıyametimizi izlemiyor muyuz ekranda?