Cengiz Çandar güldürmeye devam ediyor:Medyada yer alan Amerikan işbirlik
Zannediyorum hayatımda ilk defa “iyi ki Cengiz Çandar var” diyorum... Mizah dergisi masrafından kurtarıyor sağolsun bizi bu ara... Sabah ilk onun yazısını okuduğunuzda, -hay sen çok yaşa- deyip katılarak gülmekten kızmaya fırsat bulamıyorsunuz günü daha ilk saatlerinden zehir etmek için yarışan irili ufaklı zararlılara...
Gün boyu, ne zaman aklınıza gelse yazdıkları, hınzır bir gülümseme yayılıyor yüzünüze...
***
Hedefi tam on ikiden vuran son kahkaha bombası, “yıllardır Amerika’nın bu dünyanın jandarması olduğunu, Irak dahil her ülkeye “tabii ki” gireceğini, “tabii ki” dünya imparatorluğunun devamı için rejimlere, iktidarlara müdahale edeceğini savunan, Amerikan düşünce kuruluşlarıyla, CIA ajanlarıyla kafa kafaya verip Türkiye’ye yol haritaları hazırlayan bir “kanaat önderi!” olarak, Amerikan Büyükelçisi’ne “iç işlerimize karışamazsınız” postası koymaktı biliyorsunuz...
Bu kez daha iddialı...
Karikatür dergileri için yeni bir “karakter” ilhamı olacak kadar iddialı...
Çünkü bu kez bir adım daha ileri gidiyor ve, “AB’ye, makbuz karşılığı Türk görüşü karşıtı yazılar yazan, Karen Fogg’un Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ta AB’ye sadakatle bağlı/teslimiyetçi bir kamuoyu oluşturma operasyonunda görev alan, Amerikan ajanlarıyla ortak makaleler yazarak Türk hükümetlerine rol ve model dayatan bir gazeteci” olarak, “Amerikalılarla işbirliği yapan gazeteciler”i tehdit ediyor dünkü köşesinde:
“Ergenekon soruşturması’ şayet ilk sinyallerinin alınmaya başladığı üzre, 2000’lerin gerisine, örneğin 28 Şubat dönemine yönelirse (...) Michael Rubin gibileriyle hangi askerin nasıl ilişkiler içine girdiği bir yana, çok ünlü ‘basın yüzleri’ de ortaya çıkacak. Bu ‘yüzler’in bir kısmı, Taksim’e doğru ‘basın özgürlüğü’ için yürüyenlerin en ön safındaydı. Azımsanmayacak genişlikte bir ‘koalisyon’ bu.
(...) İtiraf etmek gerekirse Türkiye’deki Ergenekon yandaşları, Galatasaray-Taksim arasında kendilerine katılan ‘yeni yol arkadaşları’ndan da güç alarak, liberal-Batılı zeminlerde gayet başarılı bir performans ortaya koydular.
(...) Böylece, Ergenekon tutuklamalarının ulaştığı nokta, Türkiye boyutlarını aşıp, uluslararası çerçeveye oturdu.
“Türkiye’nin tam da otoriter rejimlerden kurtulmakta olan Arap devletleri için bir model olarak öne sürüldüğü bir sırada, ‘Müslüman dünya’nın önde gelen demokrasisi olma iddiası tehlikeye girdi.”
Bu satırlar, Washington Post’un başyazısının girişi. Ortadoğu’da ‘Türkiye’ ve ‘İran modelleri’ arasında adı konmamış bir rekabet söz konusu iken ‘Türkiye modeli’ni “Türkiye model olamaz; çünkü demokrasi değil polis devleti” söylemiyle Amerika’da gözden düşürmek, devreden çıkartmak isteyen kimler, hangi çevreler olabilir?
Washington’daki o çevreler, Türkiye’den kimler ile buluşuyor acaba?”
***
Galatasaray-Taksim arasında yürüyen gazetecilerin fotoğrafına baktığında “AKP’ye dönük, ucu okyanus ötesine uzanan bir komplo” gören Cengiz Çandar’dan biz hala Bebek’teki İtalyan Lokantası’nın önünde dikilen gazetecilerin fotoğrafına baktığında gördüğü şeyi anlatmasını bekliyoruz...
Çandar, ele verirken talkını kendi yutarsa salkımı...
Neresinden tutarlarsa tutsunlar, okuyanların elinde kalacak, lime lime olacak bu satırlar..
+++
Düşmanı çok kelebek gibidir gazeteci...
Bizler sabahları farklı kalkarız yataklarımızdan...
Telaşımız, huzursuzluğumuz, mutsuzluğumuz bizden az önce uyanmıştır... Bir-iki dakikalık intikal süresinden sonra, kendi dünyalarımızı terk ederiz...
Güneşin o ilk ışıklarının keyfini hiç fark etmeyiz biz...
Tıpkı geceleri başımızı yastıklarımıza koyarken, gündüzden kalan ve asla peşimizi bırakmayan o muhasebeler, o telaşlar, o tedirginlikler, o kargaşalar, o sesler gibi...
*
Diyelim ki gece duyduğunuz bir patlama sesi, sizin için çok çok bir merak konusu olabilir...
Ama gazeteci için o ses, aynı zamanda onu göreve çağıran sestir...
Kalkar, koşar gazeteci...
Bir yoksulun çığlığı çağırdığında, bir sancılı hasta, bir masumun canı yandığında, bir kaza-bela... Kimi zaman bir savaşın ortasında, kimi zaman arkasında kirli işlerin döndüğü siyasetçilerin kapısında...
Hiç fark etmez, gazeteci oradadır...
Bu işte; toplumun “gözü-kulağı-sesi olma” görevidir...
Yani sizin adınıza...
*
Bu yüzdendir...
Düşmanı çok kelebekler gibiyiz...
Ortalıkta çok gözüken, güzel ya da kötü havaların habercisi... Sayfalardan kanatları cüssesinden büyük...
Tutulunca ölen kelebekler...
Saçlarımız erken ağarır, yüzümüze erken yerleşir çizgiler... Lokmalarımız yarım, uykularımız yarım, aşklarımız yarımdır...
Ama bizi en çok...
En çok bu özgürsüzlükler öldürür...
*
Gazeteciler İstiklal Caddesi’nde yürürken bunları düşündüm...
İşte... Bir kara dönemin faturasını yine en çok gazeteciler ödüyorlar... Yine yaşamlarımız birer cehenneme dönüşüverdi... Kimimiz cezaevinde hapis, kimimiz dışarıda tutsak...
*
Düşmanımız çoktur bizim...
Her fırtınada ilk sürüklenen, her kötü havada önce ölen...
Kelebekler gibiyiz...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Gazetecilerin eylemi için, “Gazeteci kılıklı kişiler için ayağa kalktılar” demiş. Kim mi? Devlet adamı kılıklı bir Manisalı...
Fahrettin Fidan
+++
AKP hükümlü vekillerini unuttu
Sayın Bülent Arınç; hafta sonunda yaptığınız bir açıklamayı hayretle izledim. Muhalefet partilerinin kimi Ergenekon sanıklarını aday göstermeleri konusunu kastederek “Hukuken bir sorun yok ama ahlâki olarak yanlış” diyorsunuz. Elinizi vicdanınıza koyunuz... 2002 ve 2007’de olduğu gibi, milletvekili arkadaşlarınız arasında “sanık durumunda olan” ve “dokunulmazlık sayesinde şimdilik kurtulan” kaç kişi olduğuna bir bakar mısınız? En azından sayın Başbakan’ın hakkında açılmış dava var mı yok mu, bu bile sizin için bir şey ifade emiyor mu? Çankaya’ya seçtiğiniz Sayın Gül, akçeli bir konu nedeniyle davalık değil miydi? Siz “Bu tür adaylıklar hukuki olabilir ama ahlâki değil” dediniz, iki gün sonra bir gazeteci partinizden aday olmak için başvuruda bulundu. Bu arkadaşımız, hepimiz biliyoruz ki hakkında açılmış davaların sonuçlanması halinde çok uzun süre hapiste kalabilir. Acaba burada bazı partililerin “Aday ol davalardan kurtul” telkinlerini hiç mi duymadınız?
Can Ataklı / Vatan
+++
Paramı bunun için mi veriyorum TRT’ye
Arabama bindim, gazeteye gidiyorum.. Yol boyu duvarlar TRT’nin dev afişleri ile dolu.. Yeni bir dizi başlıyor, onu reklam ediyorlar..
Dev boyda bir mafya babası.. Belinde bir kocaman silah.. Tatlıses’i vuran cinsten.. Yanında biri daha.. Onun elinde silah.. Ve.. Ve.. Görmediyseniz inanmazsınız.. Bu iki silah reklamcısının yanında bir çocuk.. On yaşında bir çocuk.. Bu afişe bakacaksınız ve TRT’nin başına koşacaksınız, o diziyi izlemek için..
TRT’nin geldiği yere bakar mısınız?.. Halkın paraları ile yaşayan TRT’nin.. Benim vergimle maaş alan, benim paramla program yapanların.. Yasaları koyanlar, TRT’nin kamunun değerlerini yükseltme görevini yerine getirmesi, reklamlara bağlı kalmaması, yani reyting oyuncağı olmamasını istedikleri için, ona halkın vergilerinden bütçe koymuşlar. TRT, Özel TV’lerin Polat Alemdarları ile yarışmasın istemişler..
Yapılana bakın.. Bu ülke çocuklara kötü örnek olmasın diye, ekranlarda sigaraları mozayıklar, buzlarken, TRT, ayni ülkenin duvarlarını, silahlı katillerin yanındaki çocuk görüntüleri ile doldurup özel TV’lerle reyting, yani, sidik (Affedersiniz) yarışına giriyor.. Ben paramı bunun için mi veriyorum, bu kuruma, İbrahim Şahin Beyefendi?.
Hıncal Uluç / Sabah
+++
Kıkır kıkır ’halt’ediyor
Hadi adını vermeyelim; Sabah’ın bir yazarından.. Cumhuriyet Halt Partisi diyen o..
Daha önce de söylemediği kalmamıştı.. Kimse ayıp oluyor falan demedi.. Böyle bir yakıştırma, AKP için yapılsaydı eminim kıyamet kopardı.. Koptuydu da..Hürriyet’in başyazarı Oktay Ekşi kantarın topuzunu kaçırınca mesleği bıraktı.. O gün.. Ekşi’yi yerden yere vuranlar, yakışıksız tanım diye kınayanlar bugün ’halt’ benzetmesinin üzerine mal bulmuş mağribi gibi atladı!. Acı olan bu.. AKP Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ elinde mikrofon Sabah yazarından aşırdığı lafı kullanıyor.. Kıkır kıkır.. Anlayış artık şu mu?
Bize söyleyince kötü.. Biz
söyleyince iyi..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
“Ev sahibi” İzmir gezisini analiz etti
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural aradı İzmir dönüşünde...
İki gün boyunca hemen her an yüzyüzeydik ama sohbet imkanımız olmamıştı. Vural “ev sahibi” olduğundan şehrin diğer milletvekilleriyle birlikte MHP liderine eşlik etti. Devlet Bahçeli’nin kürsüde olduğu anlarda da, İzmirliler’den oluşan bir halkayla çevriliydi. Nereye yönelse, ardından gidenleri görünce “Oktay Bey pusula gibi” benzetmesi bile yaptı biri... Neyse vesile oldu, “gezi kritiği”ni telefonda yapma imkanı bulduk böylece.
- 2007 öncesiyle mukayese eder misiniz; İzmir’de nerdeydi nereye geldi MHP?
İzmir’de “istikrarlı” oy artışı sürüyor Vural’a göre. Temel etkenlerden biri AKP’nin sürdürmekte ısrar ettiği gerilim stratejisi. “Bu şehir gerilimden hoşlanmıyor” Oktay Bey’in ifadesiyle.
Ben hayli kozmopolit gördüm İzmir’i, hal böyle olunca sordum “İzmirli” diye homojen bir seçmen tipinden söz edilebilir mi diye...
Nüfus yapısındaki çeşitliliğe rağmen “İzmir seçmeni” diye bir olgu olduğuna inanıyor Vural. İnsanlar bu şehre nereden, hangi ekonomik, sosyal, kültürel kökenden gelirlerse gelsinler, İzmir’in “hoşgörü”yü çatı edinmiş kimliğini giyinirlermiş anlattığı gibiyse.
- Bu gezi ne değiştirir seçmen hareketlerinde?
“MHP’nin, İzmir’in en küçük beldesine kadar hemen her köşesinde Genel Başkan düzeyinde temsil edilmesi, Sayın Bahçeli’nin ilçe ilçe gezip burada yaşayan insanlara gitmesi, onlara dokunması, sohbet etmesi, çaylarını içmesinin etkisi çok olumlu olacaktır” diye aktarıyor kanaatini...
+++
“Belki dank eder diye kafadan vurdular!..”
Uçak işine girdi, hava taksicisi oldu.
Kebapçı zinciri açtı.
Tekstilci oldu, gömlek dikiyor.
Turizmci oldu, otel işletiyor.
Televizyon işine girdi.
Radyocu oldu.
Gazete çıkardı.
Lahmacuncu oldu.
Bi ara siyaset işine girdi.
Manken ajansı kurdu.
Müteahhitlik yaptı.
Piyangocu oldu, Kuzey Irak’ta.
Yoğurtçu oldu, Almanya’da.
Çiğköfteci açtı.
Petrol taşımacılığı işine girdi.
Tankercilik yaptı.
Özel güvenlik şirketi kurdu.
Düğün-sünnet organizasyonu yaptı.
Peynir fabrikasına ortak oldu.
Sosyal tesis işine girdi.
web tasarım şirketi kurdu.
Catering işine girdi.
Otobüsçülük yaptı.
Fotoğraf stüdyosu açtı.
Büfe işine girdi.
Hayvancılık yaptı, çiftlik aldı.
*
Hep para kaybediyordu.
Bu defa canını kaybedebilir.
*
İbrahim Tatlıses’i İbrahim Tatlıses yapan mesleği, meslek olarak görmüyor çünkü.
*
İlla başka iş yapacak.
*
Türkiye’de “ekonomik” sebepler yüzünden başına felaket gelen girişimci tiplerine tek tek bakın... İddiayla söylüyorum, yüzde 99.9’u işinden başka işlerle iş tutmaya kalktığı içindir.
*
Müteahhit tekstilciliğe başlıyor, tekstilci kuyumculuğa dalıyor, kuyumcu turizme soyunuyor, turizmci müteahhitliğe özeniyor. Avukat köşe dönmek için restoran açıyor, doktor voli vurmak için dozer ithalatı yapıyor, tıbbi cihaz işine giren gazeteci var. Geçenlerde bi vatandaş yakaladı sokakta, matbaasına aldığı krediden batmış, faizleri şikâyet ediyordu, necisiniz dedim, arkeolog çıktı, komşusuyla ortak olmuş, komşu emekli albay... Hastalığımız bu bizim.
*
Hepimiz İbo’yuz.
*
Ve, sanırım o nedenle kafadan vurdular... Ki, belki dank eder.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Fasulye gibi...
Her sansasyonel olaydan sonra böyle, kendisini “fasulye gibi nimetten” sayan tipler çıkar “bana da, beni de, benimle de...” diye başlayan vak’aya dahil olma atakları sergiler... “Gazeteci kılıklı” kadın CHP’lilere musallat olmuş ya, şimdi bu “fasulye gibi” olma heveskarlarından biri çıkmış “bana da” gazeteci kılıklı “kadınlar geldi” diyor... Yahu deli mi bu kadın milleti; ününü karısının kafasına fırlattığı dışkı dolu kavanozdan alan birinin evine gider mi!