Cenazesinde son şiir kitabı dağıtılan Şair

“Ve bir gün cenazenize kaç kişinin geleceği önemli değildir, siz gerçekten orada olun yetişir.” Üstün Dökmen
Biliyordum kanser olduğunu, o da biliyordu. Son karşılaşmamızda “Beş yıl verdi doktorlar, bana yeter, fazlası lazım değil” demişti. Bir ay sonra telefon açmıştı bir gece, yeni bir şiir dosyası vardı, onu, bedelini ödeyerek kitaplaştırmak istiyordu, yayınevi için yardım rica ediyordu. Yardımcı olmaya çalıştım. “Ahmet Bey” dedim “Çıksın kitabın, Aras’ın Türküsü’nü (İlk Kitabı) yazdığım gibi, bunu da yazacağım köşemde.”
Dediğim gibi oldu, o kitap çıktı, ben de yazıyorum bugün, ama o kitap bana musalla başında verildi. Yaklaştım, başsağlığı verdim, tabutun arka tarafına uzandı oğlu, “Buyurun son kitabı” diyerek uzattı “Denizlerin Türküsü”nü.
Daha vardı ikindi namazına, girdim Yahya Kaptan Camii’nin içine, okumaya başladım kitabı. “Sarsıyor bedenimi tanımadığım biri/ Parçalarcasına” diye yakınıyordu Şair Ahmet Özaydın ve sonunu biliyordu o öykünün: “Söz bitti artık her şey inişte/Vedanın böylesi yakar içinizi biliyorum/Belli hiçbir şey duyamayacağım bir diyara gidiyorum”. O diyarda beratın, şiirlerin ve insanlığın olsun kardeşim.
“Dirseklerim kürsüye dayalı/Gözlerim gözlerinizde/Bir film izler gibi/Kendi yalnızlığımı dikizler gibi/Yüreğiniz ellerimde/Okumak istiyorum içtenliğinizi.
Belki siz/Özgürlüğünüz ve benliğinizden habersiz/Bir yaban gülü yalnızlığında/ve dumansız bir bahar ılıklığında/Yaşamanın ve sevmenin bu denli farkında değilsiniz”
Öyle tabii ki, ölüm, hele de Şair ölümleri olmasaydı farkında olamazdık ki...

Neden Dokuz Koldan?
Köşemin adı “Dokuz Koldan” ya, soruyor okurlar “Ne demek bu?” diye. Aslında 7-8 yıl önce bir yazımda yanıtlamaya çalışmıştım ama, demek ki unutuluyor, yeni okurlar da bilmiyorlar. Bugün tekrar anlatalım.
Aşık Veysel diyor ki bir şiirinde: “Halkevinin dokuz kolu/Bir kolu var binbir dalı/Yaprak dahi köke bağlı/Halkın evi, Hakkın evi”
Evet, Atatürk’ün 1932’de kurduğu Halkevlerinin (bugünkü halkevleri ile uzaktan yakından ilgisi yoktur)Dokuz Kolu vardı. Bu kollar şunlardı: 1- Dil, Edebiyat ve Tarih Kolu, 2- Müze ve Sergi Kolu, 3- Güzel Sanatlar Kolu, 4- Temsil Kolu, 5- Spor Kolu, 6- Halk Dershaneleri ve Temsil Kolu, 7- Kütüphane ve Neşriyat Kolu, 8- Köycüler Kolu, 9- İçtimai Yardım Kolu.
Atatürk dokuzu neden önemsiyordu? 8 Nisan 1923’te CHP programına koydurduğu umde sayısı neden “dokuz”du? Halkevi çalışmalarını “dokuz kol” a ayırması bir tesadüf müydü? Hayır, bilinçli bir seçimdi dokuz, çünkü kutsaldı bu rakam Türklerde. Dokuz’un kutsallığı bağlamında önceki yazımda yarım sayfalık bilgi vardı, yinelemiyorum burada, yalnızca Köroğlu Destanı’nın Kuzey-Doğu Anadolu’da dokuz koldan anlatıldığını ifadeyle yetiniyorum. Halkevleri Dokuz Kol’dan yaptığı çalışmalarda Ülkü Dergisi’nin önemi büyüktü. 1933 yılında yayına başlayan Ülkü Dergisi “Milli kültür, milli tarih, milli dil ve milli ekonomi yaratma” yı ülkü edinmişti. Koca Veysel de bu ülküyle coşarak şöyle sesleniyordu: “Asil Türk Milleti çalışır Veysel/Çalışana ekmek çağırır gel gel/Asla mağdur olmaz çalışan el/İnanç var, iman var Halkevlerinde”.

Yazarın Diğer Yazıları