Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ

Cemaat, tarikat, felâket!

Sevgili okuyucum; 6 yıl önce yayımladığım yazıyı, yaşadığımız felâket karşısında -uyanmak adına- güncelleyerek tekrar sunuyorum:

İstanbul'da 1630'lu yıllarda "Kadızâdeliler" adıyla dinî bir topluluk (cemaat) türedi. İstanbul'un camilerinde vaaz veren bu adamlar, bıyık tipleriyle uğraşıyor; dudakları taşan bıyıkların şeriata uygun olmadığını söylüyor; Arap giysileri dışında giyinmenin, dinden çıkmak olduğunu öne sürüyorlardı… Avrupa'da müspet bilim fırtınası eserken, onlar matematik eğitiminin dine aykırı olduğunu savunuyorlardı. İstanbul'un fikir hayatı bunların yarattığı tartışma konuları üzerine oturmuştu.

Padişahları etkilemişler; halkı sindirmişlerdi. Öylesine şirret ve terbiyesizdiler ki; birisi herhangi bir camide kendi fikirlerine uymayan bir konuşma yapsa, o konuşmacıyı -vaizi-kürsüde taşlıyorlar; fırsatını bulunca da öldürüyorlardı. Yakaladıkları insanları ölüm tehdidi altında, anlayışlarına göre "imana davet" ediyorlardı. Oysa kendileri iğrençlik derecesinde ahlâksızdılar!

Devletin başkentinde Kadızâdeliler cemaatinin terörü esiyordu! Saray'da tuttukları köşe başlarıyla, bir anlamda devleti yönetiyor; tayinler yaptırıyor; görevden aldırıyorlardı. Bu arada, Kadızâdelilerin etkisini kırmak için Abdülmecit Sivasî Efendi de kendi tarikatını öne sürüyordu… Kısacası, bilim zihniyetiyle silkinen Batı karşısında o değerli yıllar, cemaat-tarikat oyalanmalarıyla, boşuna geçti gitti…

O yıllarda, dinin siyasete bulaştırılmasına fikirleriyle direnç gösteren bir kişi vardı: Kâtip Çelebi! Gerçek bir aydın olan Kâtip Çelebi, cemaat-tarikat fırtınasında Mizanü'l Hakk (En Doğruyu Seçmek İçin Hak Terazisi) adlı kitabını yazarak bu din tüccarlarıyla mücadele etti. Sonunda; Çelebi'nin yol göstermesi, Köprülü Mehmet Paşa'nın sıkıyönetimi sayesinde halk, bu zalimlerden 1656'da kurtuldu. (İliştiri: Geniş bilgi için bakınız: İ.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 17. yüzyıl; Mevlüt Uluğtekin Yılmaz, Osmanlı'nın Arka Bahçesi).

Bir başka felaketi Osmanlı yönetimindeki Arabistan'da yaşadık…

Muhammet bin Abdülvehhab'ın 1750'li yıllarda kurduğu fikir tabanlı dinî hareket, İngilizlerin Hindistan'a girmesiyle beraber, kısa sürede bir mezhep konumuna geliverdi. Sonra da bu hareket silahlı güç olarak belirdi. Onlara Vehhabiler deniyordu.

Vehhabiler, 19. yüzyılın başından beri çıkarttıkları isyanlarla -İngilizler yararına- Osmanlı'yı tırmalamaya başladılar. 1. Dünya Savaşı sırasında da tam bir İngiliz oyuncağı oldular; Osmanlı'nın güney kanadını çökerttiler!

Tüm bu felaketlerin temelinde, halk dalkavuğu sözde 'devlet adamlarının' siyaset karışımlı 'dinî cemaat'lere -aynen günümüzde olduğu gibi- hoşgörüyle bakması yatıyordu! Sözgelimi 1. Abdülhamit Han 1774 de tahta çıkınca, tehlikeyi fark eder ve Vehhabilik hakkında bilgi ister. Cevdet Paşa Tarihi'ne göre; İstanbul uleması -günümüzdeki Fethullah haininin hafife alındığı gibi- padişaha verdikleri raporlarda konunun önemsiz olduğunu belirtirler. Gerçek şu ki, sadece İstanbul'dakiler değil, Hicaz yöresinde görevli Osmanlı'nın devlet adamları da burunları dibindeki olayı -din algısıyla-değerlendiremiyor; İstanbul'a gönderdikleri raporlarda: "Vehhabilerin tehlikeli olmadığını, İslâm ilmi ile meşgul bulunduklarını" ifade ediyorlardı.

İşte, o sözde 'İslam ilmi' ile meşgul olanlar, yıllar sonra 1. Dünya Savaşı'nda, kutsal İslam toprağını 'kâfirlere' teslim ettiler!

İngiliz Generali Allenby, 1917'nin Ocak ayında Kudüs'teki kutsal taşın üstüne çıkıp "Haçlı ordularının yüzyıllardır başaramadığını başardık" dediğinde, en çok alkışı o sözde 'İslam ilmiyle' meşgul olanlardan aldı!

İşte, Fethullah haini de başarsaydı; o da, en coşkun alkışı, ABD denilen sözde müttefikimizden alacaktı!

Kahraman Türk milleti ve kahraman polisimiz sayesinde, çok büyük bir ABD projesini atlattık… Uluların ulusu yüce Tanrım, bizlere bir daha böyle bir felâketi yaşatmasın.

Esen kalın efendim.

Yazarın Diğer Yazıları