Çelişki, güç ve ilişkiler!
Siyaseti paradokslar (çelişkiler) yönetmektedir. Söylemde meşru, eylemde gayrimeşru, kuramda demokrat uygulamada diktatörlüğü çağrıştıran davranışların yaygınlığının nedeni budur.
Önce çelişkilerin uluslararası olaylarda nasıl meydana geldiğine bir bakalım. Bunu birkaç makro gelişmeyle örneklemek mümkündür: İnsan haklarını ve demokrasiyi dış politika enstrümanı olarak kullanan ABD ve Rusya gibi ülkeler bugün şiddete en fazla başvuran ülkelerdir. En çok insan ölümüne neden olan bu ülkeler en fazla insan haklarına saygılı ülke görünümündedir. Diktatör Saddam’dan Irak halkını kurtarmak için müdahale eden ABD, “demokratikleştirilme” umudu içinde olan bir milyondan fazla Iraklıyı özgürleştirmek bir yana canından etmiştir. Sonuçta Saddam’dan kendilerini kurtaranlar, canlarını Amerikalılardan kurtaramamışlardır.
Güce tapan ülkeler:
ABD ve Rusya
ABD, Irak’a müdahale etmeye karar verince BM’yi yok saymış, yaptığı tek yanlı müdahaleyi, savunduğu demokratik ilke ve uluslararası hukuka aykırı görmemiştir. Amerika, çıkarları söz konusu olduğunda BM’ye, NATO’ya, AB’ye, hukuka ve insan haklarına karşı silahlı güçlerini tereddütsüz harekete geçirebilmektedir.
Yugoslavya’yı resmen, Irak’ı fiilen parçalayan, Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan ABD’nin aynı şeyi Rusya, Gürcistan’da yapınca şiddetle karşı çıkması büyük bir çelişkidir. Elbette çıkara göre diploması yapılabilir, ancak çıkara göre uluslararası hukuk tayin etmek doğru bir tavır değildir.
Rusya’nın tutumu da benzerdir. Sırbistan’ın toprak bütünlüğüne saygı isteyen ve Kosova’nın bağımsızlığına karşı çıkan Rusya sıra Gürcistan’a gelince “Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü unutun!” diyebilmektedir. Dahası var, Rusya stratejik çıkarlarına uygun olduğu sürece ABD’nin askeri işgallerini hem desteklemekte hem de sessiz kalmaktadır. Ayrıca Rusya yine kendi çıkarları söz konusu olduğunda ahlaki ve uluslararası hukuk normlarını da unutmaktadır. Örneğin Abhaz ve Güney Osetleri katliamdan korumak amacıyla Gürcistan’a müdahale ettiğini söyleyen Rusya, daha önce Çeçenleri katlederken onların insan olarak bir hak ve hukuklarının olabileceğini hiç aklına getirmemişti. Çeçenistan’da halkının bağımsızlığı için direnenleri terörist; Güney Osetya’da benzer amaçlar için direnenleriyse özgürlük savaşçısı mazlumlar olarak nitelemek de uluslararası güç olmuş ülkelere yönelik bir başka
çelişkidir.
AB’nin çelişkileri!
AB’nin çelişkileri ve çifte standartlarını ise yazmakla bitiremeyiz. Ama biz bunu Türkiye’yle ilgili olarak AB’nin takındığı yüzlerce çifte standartlı tutumdan birkaçına değinerek özetleyelim.
AB, fiilen iki devlet halinde yaşayan, iki ayrı halktan birisini -Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni- AB’ye almakta hiçbir sakınca görmezken Türkiye söz konusu olunca “Kıbrıs Sorunu’nu çöz! Öyle konuşalım” demektedir. Kıbrıslı Türkler Annan Planı çerçevesinde Kıbrıs’ta birleşmeye “Evet”, Rumlar ise “Hayır” dedi. İzolasyona birleşmeye “Evet” diyen Kıbrıslı Türkler tabi tutuldu.
Diğer yandan Türkiye’nin AB’ye üyelik için müracaat ettiğinde “Türkiye, Avrupa kıtasında değildir” diye itiraz edenler, Kıbrıs’ı AB’ye alırken Avrupa’da olup olmadığına hiç bakmamışlardır.
Güç, temel tayin edicidir!
Bütün gelişmeler küçük güçlerin en küçük hatalarında bile büyük maliyetler ödemek zorunda kaldığını göstermektedir. Büyük güçlerin ise büyük çelişki ve suçları her zaman müsamahayla karşılanmaktadır. Hatta bazı zamanlarda büyük güçlerin hataları ödüllendirilmektedir. Bu konuda Kıbrıs, Irak, Afganistan, Kosova, Gürcistan olaylarının hatırlanması yeterlidir.
Güç; mazlumun siyasetini zalim göstermekte, adinin stratejisini soylu ilan etmekte, teröristin davranışını da kahramanlaştırabilmektedir. Bu bakımdan ülkelerin güçsüzken barışçı ve insan haklarına saygılı davranmaları onların gerçek stratejilerini tanımak için yeterli değildir. Uluslararası ilişkilerde önce güç, sonra uluslararası hukuk gelmektedir. Fiili durum budur. Arkasında gücü olmayan bir hak, ancak akademik çalışmalar için bir değer taşıyabilir. Dış ilişkiler romantizm ve idealizm kaldırmaz. Türkiye’nin AB, ABD ve Rusya nezdinde itibarının gücüyle sınırlı olduğunu unutmamak gerekir. Türkiye öncelikle her alanda güçlenmeyi esas almalıdır. Çünkü güç, günümüzde hakkı arkasından sürükleyen en büyük enerjidir.