Çaresizliğin diğer adı: Otosansür
Asker savaş çıktığında “ben sadece barış zamanının askeriyim, savaşmam!” der mi, diyebilir mi?
İtfayeci yangına gitmekten kaçabilir mi?
Tıp doktoru “gece nöbeti beni açmaz, ben yokum”, diyerek ahkam kesebilir mi?
Peki, gazeteci “ekmeğimden olabilirim, onun için muhalefet yapamam”, demek hakkına sahip midir?
Beni bu meslekte en çok rahatsız eden meslekdaşlarımın bir kısmının bu kadar basit düşünmeleridir. Basın “ahval ve şartlara göre araziye nasıl uyarım” diye hesap yaparsa, dünyanın en aşağılık mesleği haline gelir.
***
Bugün 12 Eylül’e sövenlerin zamanında Kenan Evren’in önünde raks edenler olması, beyefendi ve hanımefendi duayenlerin bu durum yüzlerine vurulunca da sırıtarak “efendim, şartlar o zaman öyle idi!” diyerek yine gerdan kırmaları medyanın yüz karası değil midir?
28 Şubat döneminde Çevik Bir’in ulaklığını yapanların şimdi Erdoğan’ın danışmanlarının ulaklığını yapmaları herhangi bir şekilde anlaşılabilir mi? Zamanında “bunlar ülkeye şeriat getirecek”, “zaten Recep Tayyip Erdoğan koyun bile güdemez” diye avaz avaz bağıranların bu dönem genel yayın yönetmeni olunca “Hükümet harikalar yaratıyor”, diye manşetler atmaları tarihe medyanın yüz karası olarak yazılmayacak mı?
Anayasa Mahkemesi, HSYK Hükümet’in emrinde birer memuriyet kapısı haline gelirken “yetmez ama evet” diye bağıran sözde liberaller sadece ve sadece ceplerini düşünmüyorlar mıydı?
Asli görevi tasarruf sahiplerinin haklarını savunmak olan TMSF’den utanmadan ve sıkılmadan transfer parası alan, bu durum yüzüne vurulunca -neyse ki birisi ar etmiş parayı iade etmişti- pişkin bir eda içinde milletin cebinden ödenen paranın hakkı olduğunu savunan “entel gazeteci” liberal olabilir mi?
***
Yıllarca 2. cumhuriyeti AKP’nin getirdiğini savunan, her soruya ama her soruya “efendim, önce dünya şartlarındaki değişimi kavramak lazım” türü basma kalıp ama hep aynı cevabı veren, ünvanı hem “prof.”, hem “dr.” olduğu halde son 10 yıldır bilimsel hiçbir yayın yapmamış kişi sadece ve sadece “AKP” ile “cemaat”in arası bozulunca, gizli angajmanı gereği, AKP’yi eleştirmeye başlayıp da (başka seçimi yoktu) işinden olunca doğru yolu mu bulmuş oluyor?
***
Ben yukarıda sıraladığım insanların “zaafları” nın yüzlerine vurulmasına, onların yüzlerinin zerre kadar kızarmayacağını bile bile varım, ama konuşurken başka konuşan, yazarken başka yazan dostlara çok ama çok kızıyorum. Bir ülkenin kanaat önderleri korkudan susarsa, otokrat tabii ki zıvanadan çıkar!
Cüneyt Ülsever / Yurt Gazetesi
+++
Ya ABD
Ankara’yı aldattı...
Ya Ankara İran’ı...
İran’la ilişkileri dinamitleyecek iki açıklama aynı güne rastladı...
1. Malatya’da çalışmaya başlayan Kürecik radarı NATO’nun değil ABD’nin, yönetimindedir.
2. ABD Kürecik’ten alacağı istihbaratı İsrail ile paylaşacaktır...
Oysa bizim hükümet, İran’a, Kürecik’ten alınacak istihbaratın İsrail’e aktarılmayacağı konusunda garanti vermişti. Ya ABD Ankara’yı aldattı, ya Ankara İran’ı...
Peki İran’dan gelecek bir füze veya hava saldırısına karşı radarın çevresindeki halk nasıl korunacak? Bu konuda alınan herhangi bir önlem duymadık bugüne kadar...
Herhalde Amerikan radarını ve çevresini korumak için cebimizden para verip patriot füzeleri satın alacağız ama...Henüz o yönde bir girişim de duymuyoruz. Malatya halkı Allah’a emanet...
Melih Aşık / Milliyet
+++
SİZDEN GELENLER
Hangi din, hangi
dindar gençlik
Sayın Başbakan yaptığı bir konuşmada hükümetin dinle ilgili hedefini net bir şekilde koymuş ve “Dindar bir gençlik yetiştirmek istiyoruz” demiştir. Peki sizin bu resmi din anlayışınızın dışında kalan dinler ve inançlar ne yapacak? Bu ülkede azımsanamayacak bir nüfusa sahip olan ve dine sizin baktığınız gibi bakmayan, sizin inandığınız gibi inanmayan Aleviler ne yapacak? Onların da gençliğini “dindar” yetiştirme hakkı yok mudur? Cem evlerinin ibadethane kabul edilmediği, din dersleriyle hala zorunlu Sünni anlayışın çocuklarımıza dikte ettirildiği, Alevi köylerine cami yapma uygulamasının yerel baskılarla devam ettiği ve desteklendiği, ibadethanelerimizin işgal altında olduğu, Alevi inancına mensup insanların resmi kurum ve kuruluşları bırakın özel sektörlerde bile işten attırıldığı bir süreçte biz Aleviler, çocuklarımızı, gençlerimizi kendi inançsal anlayışımıza uygun yetiştirebilme olanağına nasıl sahip olacağız? Peki bu ülkede yaşayan ve her türlü vatandaşlık yükümlülüğünden muaf olmayan, vergisini veren, askerliğini yapan Ermeni -Rum - Süryani Hıristiyanlar, (Katolikler- Ortodokslar-Protestanlar) Yehova Şahitleri - Yahudiler, Yezidiler, Caferiler, Bahailer... Bunların gençlerini “dindar” yetiştirme hakkı yok mudur?
Peki bu ülkede yaşayan ve her türlü vatandaşlık yükümlülüklerinden muaf olmayan Ateist anne ve babanın çocuğunu kendi inançsızlığına uygun olarak yetiştirme hakkı yok mudur? Yeni Anayasa umutlarıyla az da olsa inanç ve inançsızlık özgürlüğü beklentisinin oluşturulduğu bir dönemde yapmış olduğunuz bu açıklama Anayasanın nasıl şekilleneceğinin ve “Kendine Müslüman” bir Anayasa olacağının çok net bir belirtisidir.
Ali Kenanoğlu / Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği
+++
Hüseyin İnan’la Muammer
Aksoy ne konuşmuştu
6 Mart 1971 Pazartesi günü kirli, soğuk, hüzünlü bir Ankara akşamında parkalı, postallı, başı bereli, kaşkoluyla yüzünü dikkat çekici bir biçimde gizlemiş bir genç Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin boşalmış bahçesinin merdivenlerinden hızla çıkıyordu. Öğrenci nefesleriyle kokmuş, terk edilmiş duygusu veren yarı kararmış koridorda, aralık kapısından floresan ışığı sızan odanın kapısını çalmadan girdi.
Saçları kırlaşmaya başlamış, kareli yün ceketi sırtında profesör, gelen genci karşıladı:
“Şöyle buyurun,” dedi.
“Ben Hüseyin İnan, sizinle telefonda konuşan bendim!” Hoca, şaşkınlığını üzerinden atamamıştı. Ama toparlanıp önceden söylemeyi kararlaştırdığı düşüncelerini açıkladı:
“Kim olduğunuz önemli değil. Eğer devrimcilik adına bunu yapıyorsanız, devrimciler hiçbir zaman masum insanları hiçbir amaçla öldürmemişlerdir. Amaçlarınız ne kadar iyi olursa olsun, attığınız bu yanlış adımlarınızla amaçlarınızı lekeleyecek ve zedeleyeceksiniz. Bu davranışlarınızdan vazgeçmenizi rica ediyorum.” İki gün önce, Amerikalı generalleri kaçıracağız diye bastıkları Balgat’taki Tuslog tesislerinde topu topu dört Amerikalı çavuşu kaçırabilmişlerdi! 6 Mayıs 1972 yılında, hocayla konuşmalarından tam 1 yıl 3 ay sonra asılarak idam edildiler.
Hüseyin İnan’ın konuştuğu profesör Muammer Aksoy’du!
Türkiyemizin geldiği bugünkü utanç verici siyasal noktada, Muammer Hocamızın Hüseyin’in peşinden çınlayan sesi “Siyasal”ın koridorlarında kalmasın, tarihin belleğinin koridorlarında hep yankılansın istedim:
“Bu yaptıklarınızı fırsat bilip faşizmi getirecekler! Çok sert tedbirler alacaklar! Bütün ilerici kazanımlarımızı kaybedeceğiz! Zaten bunu istiyorlar!”
(Bu yazı Turgut Türksoy’un yazdığı “Deniz: Güneşin Çocukları” adlı belgesel romandan yararlanılarak yazılmıştır.)
Ahmet Yıldız
+++
Bahçeli boşuna söylememiş
MHP lideri son yaptığı yazılı açıklamada şöyle demiş:
“Sıra Anıtkabir’e geldi”
(...)
Bir tetikçi Anıtkabir’e saldırı başlatmış:
“...bugünkü ’Anıtkabir’e şiddetle karşıyız. ...Yeni bir Anıt Mezar yapmak, büyük Türk milletine Şahlanış Hareketi olarak sözümüzdür.”
Her yıkım projesi böyle başladı. Bir tetikçi konuştu ve gerisi geldi.
Bunlar Ankara’nın tepesinde Anıtkabir durdukça ne yapsalar rahat edemeyecekler...
Anıtkabir’in nasıl yapıldığını, özelliklerini iyi bilmeliyiz ki bu işbirlikçi, hain ağızları susturalım. Yıkıcılık yapılırken Atatürk’ten övgüyle söz ediliyor ki, kafalar karışsın, bu konuyla ilgilenmeyenler bilmeden buna kansın, tuzağa düşsün...
Feza Tiryaki / ilkkursun.com
+++
Uludere’nin Doğu’nun Paris’i
olamaması garip
Kaçakçılıktan her ay 50 TL kazanıyoruz dedilerdi.
Masum köylüler...
80 bin kaçak sigara ile yakalandılar.
Yılmaz Özdil’in ifadesine göre tanesi
3 TL’ye satılıyormuş.
Ne eder bu?
240 bin TL! 80 bin paketten sadece
16 paket onların kârı ise, geriye kalan 79 bin 886 paketten kim kazanıyor?
Bir Türk mü?
Bir Kürt mü?
Türk Hava Kurumu mu?
Ergenekon mu?
Hapiste terör örgütü kurmak suçundan yatan askerler mi?
Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ mu?
Yoksa PKK mı?
Bu “masum köylüler” ayda 50 TL kazanıyorsa geriye kalan 239 bin 652 TL acaba nerede?
Masum köylüler pek de masum olmasalar bile paranın onlarda olmadığı ortada. Eğer olsaydı Uludere “Doğu’nun Paris’i” olurdu herhalde!
Hayati Yılmaz
+++
Kütüphanemize
kitap istiyoruz
Biz doğuda değil kuzeyde ya da batıda değil güneyde Adana’da Çukurova ilçesinde Güzelyalı İlköğretim Okulu’nda okuyan 6. sınıf öğrencileriyiz . Benim adım Volkan ve bu okulda okuyan 800 öğrenciden biriyim. Eskiden ben kitap okumayı sevmiyordum ve bana okumak yerine oyun oynamak ya da başka şeylerle uğraşmak daha güzel geliyordu ve bir gün bir öğretmenimizin her dersin başında 10 dakika kitap okunacak demesi ile kendisine ait bir mizah kitabını okumaya başlamamla kitapların bende yeni pencereler açtığını gördüm. Hem okuyor hem de kendi kendime gülmeye başlamıştım. Diğer kitap okuyan arkadaşlarım kendi kitaplarını okumayı bırakarak yanıma merakla geldiler ve benim neye güldüğümü anlamak için okuduğum kitabın sayfasını birbirlerini iterek okumaya başladılar ve onlar da kıkırdamaya sonrada kahkahalarla gülmeye başladılar ve öğretmenimiz o zaman sesli okuyun da hepimiz gülelim demesi ile tüm sınıf kitabın her satırı ve her sayfası ile gülmekten bayılacak hale gelmiştik. Ben anladım ki kitap okumak bilgisayar oynamaktan ve televizyon izlemekten daha iyiymiş o tek kitap için okuma sırasına girdik ama biz başka kitaplar da okumak istiyoruz ama bir kütüphane oluşturmak için çok ama çok kitap gerekli.
Sizlerden sadece kitap istiyoruz sizlerden en fazla sayıda kitap gönderenlerin adlarınız raf ya da bölümlere adını vererek isminizi yaşatacağız biz ve bizden sonra gelen tüm arkadaşlarım bu kitapları okudukça sizlere daima minnettar olacağız.
Volkan Korkmazer
GÜZELYALI İlköğretim Okulu Güzelyalı mah.
Çukurova ADANA