Çadır fetişizmi...
Suriye sınırımızdaki illerden birinden bildiriyor muhabir kardeş... Kafasını -hani küçük bebekleri güldürmek için “cö” yaparlar ya işte öyle- bir çadırdan dışarı çıkarmış, komik olan neyse artık beşlik simit gibi sırıta sırıta anlatıyor:
- Olası bir kimyasal saldırıya karşı burada bir çadır kuruldu sayın seyirciler!
- Her türlü önlem alındı; saldırıya uğrayanlar bu çadırda su ve ilaç karışımıyla yıkanacak ve kıyafetleri çıkarılarak önlük giydirilecek!
Kameranın objektifi, beşlik simitten sözde tam teçhizatlı mekanın içine dönüyor:
Ramazan’da kurdukları iftar çadırları daha donanımlı!
***
Haydi halkta korku ve paniğe, karamsarlığa neden olmayayım diye, bütün iyi niyetimle “Ey Hatay, Kilis, Gaziantep ahalisi; rahat rahat uyuyun! Maazallah eviniz barkınız bombalanırsa en azından başınızı sokacak bir çadırınız var” demeye hazırlanıyordum ki yine konuştu beşlik simit:
- Suriyeliler burada tutulacak!
Eee Türkler!
Onlar direk saldırı mahalinden dört kolluyla kabristana mı?
“Her türlü önlem” diye yapa yapa bir derme çatma çadır kurmuşlar o da size/bize değil, kimyasal saldırıya uğradıktan sonra Türkiye’ye kaçacak olan Suriyelilere!
Biyonik çünkü Suriyeliler;
Birkaç damlası dahi 1 ile 10 dakika arasında kitlesel ölümlere neden olabilecek sarin gazına maruz kalacaklar;
Ve fakat , felç etkisini geçtim hiç adaleleri kasılmadan, uyuşmadan, sendelemeden, görme yetilerini kaybetmeden yollarını bulup, bir de aşıp Türkiye’ye gelecekler;
O göğüs sıkışması, burun akıntısı, nefes kesilmesi, çarpıntı filan da; yıkayacaklar geçecek!
Tam da güney sınırına kurdukları o çadırlar da kurşun, bomba vs. işlemez bir tür “demir kubbe” ile korunuyor ya, mutlu mesut yaşar artık AKP aklına sığınan Suriyeli din kardeşlerimiz...
***
Truman Show türü bir yanılsatmada olduğumuza inanmak istiyorum bazen!
Yoksa göre bile insan aklıyla böyle de dalga geçiyor olamazlar ya; kesin şaka!
***
Bir de ayranın yok senin içmeye;
Suriye’den kaçacaklar için çadır kuracağına açık tehdit haline getirdiğin Türkiye’nin savunması/korunması için ne yaptın/ne yapıyorsun ondan haber ver önce?
1910’lardan beri savaşlarda “gaz maskesi” diye bir teknoloji kullanıyor insanoğlu; bildin mi?
Gezi olaylarından hatırlarsın belki; Hıh işte -madem eminsin bu kadar Esad’ın kimyasal silahları olduğundan- ondan dağıttın mı halkına?
Koruyucu kremler, özel giysiler ürettin mi;
Sahi üreten değil tüketen bir ekonomi modeliydi değil mi 10 yılda yerleştirdiğin;
Tamam, ithal ettin mi peki?
O da yok!
Sığınağın var mı?
Yok!
Halkı olası bir savaş-iç savaş durumunda nasıl davranması gerektiği konusunda bilinçlendiren ekiplerin geziyorlar mı il il, ilçe ilçe, köy köy; anlatıyorlar mı nasıl korunacaklarını, nerede toplanacaklarını, neler tedarik etmeleri gerektiğini insanlara?
Hiç duymadım!
Ya ilaç?
Hepsini geçtim ordun var mı?
Nerede?
***
Sanırsın savaş değil yayla şenliği kapıdaki; yayık ayranıyla-gözleme ziyafeti verecekmiş Esad bize;
Çadır kuruyor hâlâ...
Medyanın kripto iyileri...
Türkiye’nin en çok okunan yazarlarından biri, bir gece ansızın “ileri demokrat” biçimde kovuluverdi;
Görebildiğim bir Necati Doğru açık açık “n’oluyor” dedi, “hoooop” çekti, “itiraz” etti!
Oysa biliyorum ki, dünkü köşelerinde , Mustafa Mutlu diye biri de, başına gelenler de hiç olmamış gibi yapanların çoğunun içi yanıyor; cayır cayır hem de...
Ve yine biliyorum ki, kavruluyor olsalar da su bile dökemiyorlar söndürmek için kalemlerini saran, küle döndüren o ateşi!
Maazallah sonra “cesur” diye fişleyiverir biri!
“Korkusuz” diye hedef gösterir;
“Kara adam”lar biter mi!
Yoksa eminim, en sevdiğim, “örnek” dediğim köşe yazarı da kesin iki satır yazardı; Mutlu’yu kovan onun da patronu olmasaydı!
Eminim “doğrucu başı” varsaydığım o gazeteci çatır çatır hesap sorardı; “kovulabilme ihtimali” Demokles’in kılıcı gibi başının üstünde sallanmasaydı!
Bu savaşı kötüler kazanmadı; iyiler var hâlâ cephede bundan eminim de; beş duyunun kapsama alanında olamadıktan sonra...
Tarihe “kripto iyi” olarak geçmek neye yarar ki?
Hangisinin bedelini ödemek daha ağır, daha zordur karar vermenin tam zamanı:
Yazdıklarımızın mı?
Yazmadıklarımızın mı?