Cadı avı devam ediyor
1 Mart tezkeresinin geçmemesi Türkiye için kırılma noktası oldu. ABD çok kızdı. Suçlu aramaya başladı. Olağan şüpheliler; TSK, CHP, MHP, bazı sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerdi
Bugün dünyada küresel güç dengeleri enerji paylaşımı nedeniyle yeniden kuruluyor.
Meselenin bizi ilgilendiren bölümü şudur:
Türkiye, dünya petrol rezervinin toplam yüzde 61’inin bulunduğu Ortadoğu’dadır.
Türkiye, gaz rezervinin toplam yüzde 66.5’unun bulunduğu Rusya ile Ortadoğu’nun hemen yanı başındadır.
Bugün hep sorudan gidelim:
Bu enerji kaynakları üzerinde en çok kim denetim kurmaya çalışıyor?
Yanıt basit; en az üretip en çok tüketen; yani enerjiye en çok ihtiyacı olan ABD!
ABD enerji alanlarındaki açıklarını iyi niyet mesajları, güleryüzlü diplomasiyle mi kapatıyor-gideriyor?
Silahla! Ya korkutarak ya da gerektiği zaman Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi müdahale ederek.
Giderek yoksullaşıyor
“Dünya jandarmalığı” da öyle kolay değil; çok para istiyor.
ABD’nin 60 ülkede 800 askeri üssü var.
1999-2009 yılları arasında ABD askeri harcamaları yüzde 66.7 arttı.
ABD’nin bu ağır silah harcamanın altından kalkacak ekonomik gücü giderek tükeniyor. 1980 başındaki Başkan Reagan döneminde öne çıkan finansal piyasalar ve serbest piyasa ekonomisi 2008 finans kriziyle çöüyor.
ABD çöküşü, yıllardır karşı çıktığı kamulaştırma yaparak önlemeye çalışıyor. Devletleştirmenin faturası sadece geçen yıl 850 milyar dolar! Demem o ki, ABD on yıl önceki ABD değil; hızla yoksullaşıyor.
Bu nedenle askeri müdahaleleri biraz müttefiklerinin üzerine yıkmaya çalışıyor.
Bunlardan biri Türkiye...
ABD, aynı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi kendine gözü kapalı biat edecek bir Türkiye istiyor. “Netekim” istedi.
Ancak Irak Savaşı öncesi 1 Mart 2003 Tezkeresi TBMM’den geçmedi.
İşte bu tarih Türkiye için bir kırılma noktası oldu. ABD çok kızdı. Suçlu aramaya başladı. Olağan suçlular şunlardı:
a) TSK
b) CHP, MHP gibi bazı partiler
c) AKP içindeki bir grup (ki bunlar 2007 seçimlerinde milletvekili yapılmadı.)
d) Atatürkçü Düşünce Derneği gibi bazı sivil toplum kuruluşları, üniversiteler
e) Hepsi.
Ecevit’i bunun için düşürdüler
ABD 1 Mart Tezkeresi’nin meclisten geçmemesine “haklı” olarak kızdı!
Çünkü adamlar, Saddam’a karşı yapacakları askeri müdahaleye destek vermeyeceğini açıklayan Başbakan Bülent Ecevit’i bu nedenle düşürmüşlerdi.
Sandılar ki, yeni iktidar isteklerini kayıtsız yerine getirecek. Aksilik. Olmamıştı. Üstelik Türkiye kamuoyunda ABD karşıtı sert bir hava oluşmuştu.
Toplumsal muhalefet örgütlenmeye başlamış; milyonlarca kişinin katıldığı mitingler organize edilmişti. “Ilımlı İslam” dayatması bu muhalefeti daha da büyütmüş, güçlendirmişti. ABD, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’nun tam ortasındaki Türkiye’yi kaybedemezdi.
Türkiye’yi soğuk savaşın başlangıcında yaptığı gibi yeniden “kurgulayacaktı.”
Yani muhalif herkes susturulacaktı.
Siyasi parti genel başkanları, üniversite sahipleri, rektörler, dekanlar, öğretim üyeleri, sivil toplum kuruluşları, gazeteciler, medya sahipleri, işadamları ve askerler gibi tüm muhalifler susturulacaktı. Bunu yaparken, dünya kamuoyunu ikna etmek için Rahip Santoro, Hrant Dink gibi suikastlerden, darbe söylentilerinden yararlanılacaktı.
Ve büyük oyun tezgaha kondu.
Türkiye tarihinin en büyük cadı avı başlatıldı. Cezaevine tıkılan, susturulan herkesin ortak noktası; ABD politikalarına karşı olmalarıydı.
Bu toz bulutunun arasından bir adam çıktı. “İnanmıyorum” dedi.
Darbeye, Ergenekon’a, Balyoz’a, Kafes’e, tertip planlarına “inanmıyorum” dedi.
Bağımsızlıktan, demokrasiden, laiklikten, cumhuriyetten ödün vermeyeceklerini açıkladı. Hep adalete güvendiğini söyledi.
Ulus devletlerin bağımsız müdahale olanaklarını kısıtlayan neo- liberal politikalara sırtını döndü. Rant ekonomisine dönüştürülen özelleştirmelere karşı hukuk mücadelesi başlattı. Gerginler çıkaracağı belli olan ve Türkiye’yi içe döndürüp istikrarsızlaştıracak her dayatmaya yılmadan karşı çıktı.
“Ermeni Soykırımı” iddialarını elinin tersiyle itekledi.
Kıbrıs’ın, Azerbaycan’ın yanında durdu.
Bağımsızlıkçı olmanın bedeli
ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Büyük Ortadoğu Projesi’yle 22 ülkenin haritasının değiştirmeyi hedeflediklerini söylediğinde, Türkiye’nin bir karış toprağını vermeyeceklerini haykırdı.
Kürt sorununu Şeyh Barzani’ye havale edenlere tepki gösterdi.
“Sizin en büyük ihraç kaleminiz Mehmetçik” deyip kapalı kapılar ardından hükümete milyar dolarlar vermeyi teklif edenlerin oyununu bozdu.
Türkiye’nin Ortadoğu’da kanlı tezgahlar içine çekilmesini isteyen Batılı diplomatlara randevu bile vermedi. Bağımsızlıkçı bir dış politikadan yana oldu.
Toplumda yaratılmaya çalışılan korkunun üzerine gitti.
Hukuk rejimini değiştirmeyi amaçlayan anayasa değişikliklerine karşı çıktı.
Muhalefeti tekrar toplayıp CHP’yi iktidara aday parti yaptı.
Ve fakat...
Düşman hiç beklemediği bir yerden vurdu.
Şimdi siz hala soruyor musunuz Deniz Baykal’a bu hain pusuyu kimlerin kurduğunu?
Cadı avı sürüyor...
* Soner Yalçın / Odatv.com
++++++
Tarihe mal olmuş lider portreleri
Tarih bize gösterdi:
Lider bulunmaz.
Lider ısmarlanmaz.
Lider tayinle gelmez.
Lider emanetçilikle yaratılmaz.
Lider izin almayla
olunmaz.
Yine tarih bize gösterdi: Lider; halkla, sorunlarla kavrularak, savrularak, vurularak, gülerek, yerinde neşelenip ağlayarak, kavgayla ve mücadeleyle biçimleinir.
(...)
Atatürk, eski yapıya kılıç çekti.
Lider oldu.
İnönü, eski yapıya baş kaldırdı.
Lider oldu.
Ecevit, eski yapıya kafa tuttu.
Lider oldu.
(...)
Emanetçiye, eski yapıya taş atma izni vermezler.
* Necati Doğru / Sözcü
++++++
Elinden gelse kaçıp saklanacak
Atatürk’ten başlayalım.
Birisi çıkıp ona icazet mi vermiş, “Memleketi kurtar, Cumhuriyet’i kur” diye.
Kelle koltukta çıkmış yola. Başarmış.
Bana göre Menderes lider falan değil ama Celal Bayar lider.
O da “Milli Şef”e, yol arkadaşına karşı çıkmış yola. Başarmış. Yassıada’da bile “dik” duran ender Demokrat Partililerden.
Ya Ecevit.
Partiyle adı özdeşleşmiş, kurucularından İnönü’ye bayrak açmış. Sadece ona mı, 1971 Muhtırası’na kızıp genel sekreterlikten istifa etmiş önce. “Baskıya boyun eğmem” deyip. Sonra da İnönü’yü devirmiş.
Keza Özal. Darbeciler Sunalp’ı desteklerken çıkmış yürümüş. Almış seçimi. Türkiye’yi değiştirmiş. dönüştürmüş. Kâh iyiye, kâh kötüye.
Ve son örnek Tayyip Erdoğan. O da siyasi hayatını ve siyasetini borçlu olduğu adamlarla yolunu ayırmış. Lider olmuş.
Ya Kılıçdaroğlu.
Neredeyse saklanacak, elinden gelse kaçacak. “Aday değilim, dilekçe bile vermeyeceğim.”
Peki Kemal Bey. Vermeyin.
* Fatih Altaylı / Habertürk
++++++
Erdoğan’ın işaret fişeği
AKP’nin izleyeceği politika belli oldu.. AKP yanlısı medyanın yayın politikası da şekillendi.. Başbakan Erdoğan, Yunanistan’a giderken işaret fişeğini attı.. İstikameti belirledi.. Belli ki, ‘ihanet’, ‘aldatma’, ‘muhafazakâr değerler bu şekil yaşam tarzı’ AKP’nin ağzından düşürmeyeceği kavramlar olacak.. CHP’ye, Baykal’a bu merkezden yüklenecek..
Kampayanın habercisi
Başbakan’ın.. ‘Eşine ihanet eden mağdur olamaz’ sözü.. ‘Türkiye’nin özellikle toplumsal ahlak değerleri açısından erozyona uğratılma gayreti var’ yaklaşımı.. ‘En büyük tehlike buradadır, bu işleri meşru gösterme gayreti içinde olanlar var’ göndermesi.. O an aklına gelen.. Bir soru üzerine söylenmiş, hazırlıksız sözler değil.. Üzerine çalışılmış, kafa yorulmuş, stratejisi belirlenmiş sözler.. Büyük bir kampanyanın habercisi.. Bu yüzden işaret fişeği dedim..
Yenişafak duyurdu
Nereden mi biliyorum? Başbakan bu konuşmayı cuma günü yaptı.. Yeni Şafak’ta Yasin Doğan takma adıyla yazan siyasi danışmanı perşembe günü yeni stratejinin çerçevesini çizmişti.. ‘Olayın üç boyutu var 1. Yaşandığı iddia edilen ilişki. 2. Özel görüntülerin kaydedilmesi ve servis yapılması. 3. Baykal’ın bu işi siyasallaştırması’ diyen başdanışmanın şu satırlarına dikkat çekerim.. “Bir partinin genel başkanının böyle bir anlayışa ve yaşam tarzına sahip olması o partiye destek olan insanların ahlak anlayışına bırakılabilir. (..) Toplum sandığa gittiği zaman böyle bir insana oy verip vermeyeceğine kendi karar verir. Ancak elbette farklı ahlaki hassasiyetlere sahip olan insanlar, bunu geleneksel değerlerin çürümesi, ahlaki yozlaşma, Türk aile yapısının erozyona uğraması, çirkinliklerin normalleştirilmeye çalışılması gibi algılayabilir.”
Tahrik edecek
AKP’nin seçim kampanyasının ana hatları bu satırların içinde yatıyor.. Demek ki AKP meydanlarda soracak.. CHP’lileri tahrik edecek.. Eşini aldatan birine oy verir misiniz? Bu hayat tarzını kabul ediyor musunuz? Kampanya, muhafazakâr toplumda yaşamanın yeni kurallarını yazmaya, ilan etmeye kadar gidebilir.. Uymayan!!! Kendi bilir..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
++++++
Bir AKP klasiğini daha yaşadık. Yüksek Seçim Kurulu “Anayasa değişiklikleri ile ilgili referandum 120 gün sonra yapılacak” kararı alınca AKP ve yandaşları ile maskeli faşistler yine ayaklandı: “Bu karar siyasidir. CHP’nin dediği oldu.”
Harika. Yargı AKP’nin istediği doğrultuda karar alırsa “yaşasın yargı” kazara tersi olursa “Ben böyle yargının...”
* Can Ataklı / Vatan
++++++
CHP’nin başına Başbakan geçsin
Cumhuriyet Halt Partisi olsun.
Veya... Cumhuriyet Ak Partisi.
Böylece, hem Başbakan’ın hakaretlerine maruz kalmaktan kurtulur CHP... Hem de “tek parti” suçlamasından kurtulur Başbakan... “İki parti”si olur.
İktidar gezilerine Ata uçağıyla, “ana” muhalefet gezilerine “ana” uçağıyla gider... Bu sayede, bavullarla beraber kargoda gitmeye razı oldukları halde, Başbakan’ın uçağına binemeyen laik görünümlü yalaka solculara fırsat eşitliği sağlanmış olur... “Yandaş medya” nın solundaki koltuğa oturur, “yoldaş medya” olurlar...
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
‘Mustafa Kemal asılmalı!’ demişlerdi
Ülkemizde yaşanan üzücü olaylar nedeniyle “Mütareke Basını” sık sık gündeme geliyor.
Nedir bu Mütareke Basını?
Kimdir hain olarak tarihe geçenler?
1918’de, Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik olarak çıkmıştık. Mütareke (ateşkes anlaşması) imzalanmış ve yabancı güçler yurdun her yanını işgal etmişti.
İşgal altındaki İstanbul’da, basının bir bölümü işgalcilere ve büyük devletlere alkış tutuyor, onları yağlayıp ballıyordu.
Osmanlı Devleti’nde İçişleri Bakanlığı da yapmış olan gazeteci Ali Kemal, Mütareke Basını’nın en keskin kalemi idi. “Anadolu halkı, Mustafa Kemal denilen hayduda haddini bildirecektir” diye yazıyordu. (20 Nisan 1920, Peyamı Sabah Gazetesi)
Ali Kemal’den sonraki en sert isim olan Refi Cevat “Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler bizi kurtaracak. ’Kuvayı Milliye’adı altına sığınan bu haydutların kafasına neden bir yumruk indirilmiyor?” diyordu. (16 Mart 1920, Alemdar Gazetesi)
Diğer yazarlar da şöyle haince yazılar döktürüyorlardı:
“Mustafa Kemal isyancıdır, cezası idam olmalıdır!”
“Eşkıya başı Mustafa Kemal mutlaka asılmalıdır!”
“Çaresiz millet, bu yankesicilerin hilelerini hâlâ anlayamamıştır.”
“Gafletin bu derecesi görülmüş, işitilmiş şey değildir!”
“Milleti öldürerek, mahvederek, milletin hakkını savunacaksınız, öyle mi?”
“Ey yalancı ve anlı şanlı eşkıyalar! Rezil yağmacılar!”
“Hainler! Artık yetişir! Yakamızı bırakın! Cenabı Hakk’ın laneti üzerinizde olsun!”
Mütareke Basını işte budur!
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, günümüzün basınından bir bölümünü Mütareke Basını’na benzetmekte haklı mıdır?
Buna okurların karar vermesi gerekir.
* Rahmi Turan / Hürriyet
++++++
Kısa bilmece
İnsanların telefonda konuşmaktan, internette yazışmaktan korktukları...
Basının kendi kendini sansürlediği, sansürlemeyenin de tepesine vergi cezasıyla binildiği...
İnsanların uyduruk gerekçelerle tutuklandığı, hangi suçla itham edildiklerini bile bilmeden aylarca, yıllarca hapis tutulduğu bir ülkede siyasi iktidarın demokrasiyi güçlendirdiğini iddia edenlere ne ad verilir?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
MİNİ YORUM
Yeni dönüş hikayeleri
Cengiz Çandar “Hasan Cemal’i yazma zamanıdır” demiş ve “ hayatında yer alan en hoş ‘vak’a’lardan biri” olan Cemal’i anlatmış dünkü yazısında. Kendisinden yeterince okuyoruz bir de başkasından öğrenmeye ihtiyacımız yok Hasan Cemal’i. Ama ille de yazmak istiyorsa arkadaşının izinden gidebilir ve kendisini yazabilir Cengiz Çandar; Gerillalıktan kaderini Amerika’yla bağlamaya uzanan hayat hikayesindeki dönüşler Cemal’inkilere taş çıkartacaktır...