Bütün ‘Dursun’lar masum(!)
Kimisinin telefonu, başka bir Dursun Çiçek yüzünden aylarca dinleniyor ve tüm özel hayatı gözler önüne seriliyor... Kimisi ise başka bir “adaş”ının otele gitmesi ve bu iddianın asıl iddiayı güçlendirmesi yüzünden, cezaevinde sürünüyor!
Hiç düşündünüz mü; bu ülkede sizinle aynı adı ve soyadını taşıyan kaç kişi yaşıyor?
Sizi bilmem ama benim bildiğim üç binden fazla Mustafa Mutlu’nun olduğu!
Hem Mustafa, hem Mutlu...
Evet; bu kadar fazlayız, çünkü hem adımız, hem de soyadımız Türkçe’nin en yaygın ad ve soyadları...
Bir Mustafa Mutlu var mesela; Türkiye’nin en büyük Hacivat-Karagöz üstadı...
Bir diğeri, iletişim fakültesinde hoca... Hatta kitaplarının ismi, internette kitap satan bazı sitelerde benim “Rica etsem saçımı okşar mısınız?” ın altında, “Yazarın diğer kitapları” olarak geçiyor... Oysa ne o “hoca” benim, ne de o iletişim ders kitapları bana ait...
Bir başka Mustafa Mutlu ise benim “baş düşmanlarım” arasında... Her yazımdan sonra küfür içeren e-postalar gönderip durur... Karşısına çıksam, bir bardak suda boğacak kadar nefret eder benden... Çünkü kendisi su katılmamış bir “tarikat müridi!” Fotoğrafını buldum; cüppeli ve sakallı!
* * *
Ben bu durumu çocukluğumdan beri biliyordum da düne kadar “tehlikeli” olabileceğini aklıma bile getirmiyordum.
Ama dünkü gazetelerde okuduğum haber, durumun ne kadar vahim olduğunu anlamama yetti! Habere göre, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, yıllardır gündemden inmeyen ’ıslak imza’olayının bir numaralı sanığı Deniz Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek’in yerine, 6 ay boyunca inşaat işçisi Dursun Çiçek’in telefonlarını dinlemiş...
Bu kadar mı?
Öncesi de var!
* * *
Ergenekon iddianamesinin 47. sayfasında Albay Dursun Çiçek’in 2009 yılı yerel seçimleri döneminde Erzincan’a geldiği ve Erzincan Orduevi’nde Başsavcı İlhan Cihaner ile
toplantı yaptığı belirtiliyormuş... Gizli tanık Munzur, bu iddiasını kanıtlamak için Albay Dursun Çiçek’in 2009 yılının Mart ayında
Erzincan’daki Mazlum Konak Oteli’nde
kaldığını söylemiş...
Ama sonradan yapılan araştırmada anlaşılmış ki, otelin müşteri listesindeki Dursun Çiçek, “albay” değil 33 yaşında bir iş adamıymış! Albay Dursun Çiçek ise o tarihlerde ne Erzincan’a gitmiş, ne de o otelde kalıp, Başsavcı İlhan Cihaner’le toplantı yapmış!
* * *
Sadece isim benzerliğinin insanın başına açtığı işleri görebiliyor musunuz?
Ortada çok vahim bir iddia var; ama...
Sonuçta bütün “Dursun Çiçek” ler masum!
Kimisinin telefonu, başka bir Dursun Çiçek yüzünden aylarca dinleniyor ve tüm özel hayatı gözler önüne seriliyor...
Kimisi ise başka bir “adaş” ının otele gitmesi ve bu iddianın asıl iddiayı güçlendirmesi yüzünden, cezaevinde sürünüyor!
* * *
Peki; koca koca savcılar... Deneyimli terörle mücadele müdürleri...
Uzman polisler... Hiç mi düşünmezler ki, telefon dinlemelerine yönelik mahkeme kararları sadece isimle değil, yıllardır uygulamada olan “vatandaşlık numarası” ile alınsa, bu karışıklık asla yaşanmayacak!
Öyle ya; ad ve soyadı aynı olabilir ama vatandaşlık numarası herkesin farklı... Üstelik herkes telefon alırken de... Sabit ya da cep telefonu operatörlerine abone olurken de bu numarayı söylemek ve kimliğinin bir örneğini vermek zorunda...
Peki; tüm bunları, o deneyimli polis şefleri bilmiyor olabilir mi?
Biliyorlardır elbet...
Ama bu karışıklık onların da işine geliyor olmalı ki, itiraz etmiyorlar!
Bu sayede bir kararla, binlerce kişiyi dinleme olanağına kavuşuyorlar...
Yoksa mahkemeye itiraz edip, izlenecek kişinin vatandaşlık numarasını istemek, o kadar da zor olmasa gerek!
* * *
Neyse...
Eğer “Sarıay Tekbaşınayaşaroğlu” gibi “kişiye özel” bir ad ve soyadınız yoksa, iş size düşüyor: Ülkede yaşayan tüm adaşlarınızı bulacak ve kontrol altında tutacaksınız... Hiçbirinin yasa dışı bir işe karışmasına izin vermeyeceksiniz!
Yoksa...
Aman, poponuzu kaşıyıp, havaya üç öpücük atın ve tahtaya vurun; Allah korusun!
* * *
Bu vesileyle...
Hiçbir yasa dışılıkla işim olmayacağı halde, sırf sivriliğim yüzünden başlarına iş açabileceğim tüm “Mustafa Mutlu” lardan şimdiden özür dilerim!
Ne yapalım; bu durum da... Onların şanssızlığı!
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Mahkeme ve savcılar bu
hesabı nasıl verecek?
Temel bir anayasal özgürlüğün, mahkemelerce böylesine baştan savma incelemeler ile sınırlandırılması, ortadan kaldırılması kabul edilebilir bir durum değil. Ve bu durum, aynı zamanda suçu soruşturan güvenlik güçlerini de tembelliğe itiyor. Uluslararası hukuk standartlarına uymayacak biçimde soruşturmaların sadece telefon dinleme ile yürütülmesine de yol açıyor. Öte yandan savcıların telefon dinleme ile ilgili yasaları hiç takmadıkları da bir kez daha ortaya çıkıyor. “Yanlışlıkla dinlenen Dursun Çiçek’e”, telefonlarının mahkeme izni ile dinlendiği, suç bulunmadığı için dinleme kayıtlarının süresi içinde imha edildiği de bildirilmemiş. Oysa ilgili yasa bu konuda çok açık. Bu konuyla ilgili olarak hep aynı şeyi soruyorum, yine aynı soruyu sorarak bitireyim: Biz sıradan vatandaşların temel anayasal haklarımızı kim koruyacak?
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
++++++
Vur ensesine al lokmayı
Yabancı dil bilmeme sorunumuz sonunda kendini kurban kesiminde de gösterdi. İthal anguslarla hem dil konusunda, hem mücadele konusunda sınıfta kaldık. Ama en güzeli bayramın hemen öncesinde açıklama yapan uzmanın uyarısıydı; ’Kurban kesecekler anguslar konusunda dikkatli olsun. Onlar bizim yerli hayvanlara benzemez. Yerli hayvanlar dayağa alışık. Vurunca durur, sakinleşir. Angus öyle değil. Özgürlüğüne düşkün, şiddet görmemiş hayvanlar. Mücadeleci olurlar. Dikkatli olmak lazım’
Böylece bu kurban bayramında bizim hayvanlarımızın da ensesine vurunca lokmasını ağzından alabileceğimizi öğrendik.
* Nihat Sırdar / Akşam
++++++
Kurbana karşı ete değil
Kaçan boğa görüntülerinden ben de nefret ediyorum.
- Sokakların kan gölüne çevrilmesi olayından ben de iğreniyorum.
- Zavallı hayvancıkların acemi
kasapların elinde heder olmasına ben de üzülüyorum.
- Ama sanırım “Şu kurban işi doğru
dürüst yapılsın” demek ile “Kurban olayına karşıyım kardeş” demek arasında mahiyet farkı var.
- Hem kurban olayına kökten karşı çıkacaksın, hem de iştahlı bir etobur olacaksın... İşte bu tutarsızlıktır.
- “Kurban olayına kökten karşıyım” diyen adam, eğer kendini nebatata vurmuş biri ise en azından tutarlılık sorunu yoktur.
- Ama pirzola gördüğünde dayanamayan adamın, sadece ve sadece “daha düzgün, daha tertipli bir kesim” talep etme hakkı vardır.
- Yani benim sözüm, hem etobur olup hem kurban olayına kökten karşı çıkanların tutarsızlıklarınadır.
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
Ahmet Kaya’yı ananlar Kuddusi Okkır’ı da anacak mı!
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun
Paris’te Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’nın mezarına çiçek koyması dolayısıyla
Ahmet Kaya’nın genç yaşta (43) ölümü gündeme geldi.
Hakkındaki yalan haberler ve ağır eleştirilerin bu ünlü sanatçının erken yaşta kalp kirizi geçirip hayattan ayrılmasında etken olduğu yazılıp çiziliyor.
Zamanında Ahmet Kaya’dan yana bir tavır koymayanlar da suçlama kervanına
katılmış durumda...
Acaba diyoruz...
Ergenekon sürecinde sergilenen haksız ve hukuk dışı davranışlar sonucu ölümleri hızlanan Türkan Saylan, İlhan Selçuk, Kuddusi Okkır, Erhan Göksel, Uçkun Geray gibi değerler bir gün aynı şekilde vicdan
muhasebesine konu olacak mı?
Günün birinde mesela Balyoz soruşturması nedeniyle onlarca TSK mensubunun içeri atıldığı,itibarlarının yok edildiği ancak planın tertip olduğuna ilişkin haberlerin bir türlü gazetelerde yer bulmadığı konuşulacak mı?
Balbay’lar, Özkan’lar anılacak mı?
Peki neden bugün değil de yarın?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
İzmir’de bir banka 13 yaşındaki çocuğun 100 liralık hesabından 70 lira “işletme ücreti” kesmiş. Normalde insan banka soyar, bizde banka insan soyuyor...
* Haldun Ertem
++++++
Ah nerede o soğuk savaş günleri...
Güzelim Soğuk Savaş günlerinde her şey ne kadar net ve berraktı. Bir tarafta, “hür dünya” vardı, bütün erdemlerin odağı, karşısında, bütün bu değerleri yerle bir etmeye hazır “şeytan imparatorluğu”. Hür dünya her zaman haklıydı. Düşman ise öncülüğünü Sovyetler’in yaptığı komünizmdi. Her şey açıktı, netti, hür dünya (aslında onunla kastedilen kapitalizmdi) her zaman haklıydı. Düşman da belliydi. Şimdi öyle mi ya? Baksanıza, bir zamanlar şeytan imparatorluğunun önderi olan Rusya dahi, Afganistan’da NATO’ya lojistik destek verdikten sonra, Lizbon Zirvesi’ne bile katılıyor... Ne günlere kaldık!.. Peki, o zaman bu NATO kime karşı? Peki, o zaman kim dost, kim düşman? Peki, o zaman, askeri tatbikatlardaki dost kuvvetler (mavi renkli) - düşman kuvvetler (kırmızı renkli) kim olacak? Baksanıza, zirvenin ana konusu olan füze kalkanının kime karşı olduğu bile belli değil.
* * *
ABD önce ısrarlıydı, tehlike olarak İran’ı gösterip kalkanın ona yönelik olduğunu ilan etmeye, ama Tayyip Bey’in ısrarıyla, daha muğlak bir ifadenin kabulü zorunlu oldu. Zaten bir süredir, NATO’nun kime karşı olduğu belli değil. Bu zirvede belli olan bir tek şey varsa, o da şu sırada büyük mızıkçının kim olduğudur. Büyük mızıkçı Tayyip Bey’dir. Önce, füze kalkanı konusunda yan çizmeye kalktı. NATO bastırdı:
* Bu benim projem, sen üyemsin, karşı çıkamazsın! Tayyip Bey geri adım attı. Ama ardından da dayattı:
* İran’ı hedef göstermeyin!
O istek kabul görünce biraz daha ileri gitti, çocuk gibi diretti:
* Benim toprağımda kuruluyor, düğmeye basma hakkı da benim olacak!
* Olmaz, dediler. Bu bütün Avrupa’yı koruyor, NATO kolektif davranan kuruluş.
Sonra olayı yumuşatmak için formül buldular:
* Önce prensip kararı alalım, düğme meselesine sonra hep birlikte karar veririz.
Tayyip Bey Türkiyesi’nin çomak sokma siyaseti sürüyordu. AB-NATO toplantısını da veto etti.
* * *
“One minute”ten beri ABD, Tayyip Bey ile AKP’den rahatsız. Aslında, 1 Mart tezkeresinden beri hoşnut değil, ama tezkerenin faturası TSK’ye çıkarıldı, çuval geçirme eylemi ile yanıtı da verildi. Sonra 1 Mart’ın ertesinde AKP kendini affettirmek için az mı çaba harcayıp ödün verdi!.. Ama Davos’tan bu yana ilişkiler büyük bir rahatsızlık eğrisi çiziyor. Kimi yorumcular, bu NATO zirvesi ile füze kalkanı konusu ve Ankara-Tarhan ilişkilerinin Türk-Amerikan siyasetinde bir turnusol kâğıdı işlevi göreceğini söylüyorlar. Şimdi şu soru gündemde:
* ABD, AKP’den yani Tayyip Bey’den vazgeçer, onu bırakır mı? Hemen acele yanıt verip yanlışa düşmeyelim, soruyu soruyla karşılayalım:
* İnsan kendi kurduğunu hemen bırakır mı?
* Siyasette kullanma süresi dolmadan gözden çıkarılan var mı?
* Ali Sirmen / Cumhuriyet
++++++
MİNİ YORUM
Savunma birliğiymiş...
Abdullah Gül NATO zirvesi öncesi yaptığı açıklamada ısrarla birliğin “savunma” esaslı olduğunu ve “taciz”ci olmadığını vurguladı. Bir tek gazeteci de kalkıp sormadı;
İyi ama NATO Irak’ta kimi kime karşı korudu? Bu nasıl bir savunma ki masum, sivil halk katledilerek tesis ediliyor? Afganistan’da, Yemen’de ne işi var NATO’nun?
Sayın Gül’e tavsiyem dün yaptığı açıklamanın bant kaydını oturup tekrar ve tekrar izlesin; söyledikleriyle kendi kendisini ikna edebilecek mi...