Bunun adı ajanlıktır
Gazetemizin dünkü “Dinleme çetesi sınır tanımıyor” başlıklı manşeti gündeme damgasını vurdu. Sağdan, soldan milli konularda duyarlı kişi ve kuruluşların tepkilerini okuduk. Yaklaşık iki yıl önce Doç. Dr. Hasan Ünal Hoca Yeniçağ’da Yunanistan’daki dinleme skandalını yazmış ve Yunan Hükümeti bu olaydan sonra malum şirketin anlaşmasını feshederek telefon şirketini millileştirmişti.
Tezatlar ülkesi haline gelen Türkiyemizde TSK mensubu generallerin, adaletin temsilcileri hakim ve savcıların, siyasilerin telefonları itina ile dinlenip kamuoyuna ifşa edilir hale geldi. Yakında gönül ilişkileriyle ilgili dinleme tutanakları gazetelere yansırsa kimsenin garibine gitmesin. Şimdilik mevcut iktidar mensuplarının iş, gönül ve torpil dinlemeleri basına aksetmediği için tuzlarının kuru olduğunu zannedenler, menfaat çatışması sonrasında ipliklerinin pazara çıkmasıyla feveran edebilirler. Bu Telekom pilavının daha çok su kaldıracağı belli.
Allah selamet versin. Ulaştırma eski Bakanı Prof. Dr. Enis Öksüz’ün başını da Telekom yemişti. Siyasi çizgisinden asla şüphe etmediğimiz Enis Hoca’yı kendi partisi azletmeye kalkışınca onuruyla istifa edip kenara çekilmiş, ancak milli kavgasını yürütmeye devam etmişti. Her fırsatta “Stratejik kurumun satışına izin vermem” diyen Enis Hoca’yı çok güvendiği bazı kurumlar da yarı yolda bırakmış, bu direnişi Türk Telekom’u, gerçek fiyatının çok altına düşürdüğü gerekçesiyle neredeyse hain ilan edilmişti. Ama Enis Öksüz ve dava arkadaşlarının haklılığı bir defa daha teyid edilmiş oldu. Buna rağmen Hariri ailesine satılan Telekom bu defa Suudilere pazarlanmaya çalışılıyor. Cep telefonları şirketlerinin durumu da neredeyse aynı.
Stratejik kuruluş olan telefon şirketlerinin bırakınız millileştirilmesini denetim altına alınması için birilerinin yatak odası ilişkileri ya da askeri istihbaratların açığa çıkması mı gerekiyor? Bunu zaman gösterecek ama sırası geldikçe patlatılacak olan dinleme operasyonlarının sınır tanımadığını yeniden hatırlatalım.
Sınır ötesi harekat ile ilgili tartışmalar sağduyu çağrılarına rağmen şiddetle devam ederken olan Türk insanının güven duygusu sarsılıyor. Ordu millet arasındaki gerginliğin kimlerin işine geleceğini öngöremeyenlerin tırmandırdığı polemiğe yeniden dönmek yerine dünyada uygulanan gizlilik ilkesine gelmek istiyorum.
Yediden yetmişe bütün vatandaşlarımız askeri ve stratejik yerlerde fotoğraf çekmenin yasak olduğunu bilir. Bütün dünyada uygulanan bu sistemin teknolojinin gelişimi ile ortadan kalktığını iddia edenler olacaktır. Uydu marifetiyle yatak odalarının bile görüntülendiğini ifade edenler, milli konularda yasak koymanın nafile gayret olduğunu söylerken bilgi ve öğrenmenin sınırsızlığından da dem vurur.
Değerli okurlarımızla beraber bütün Türkiye televizyon ve gazete haberlerinde askeri birliklerimizin intikal görüntülerini, operasyon hazırlıklarını saat saat öğrenebiliyorlar. Teröristlerin muhtemel kaçış noktalarından tutun da Mehmetçiğin hangi yönlerde tıkama yaptığına uçak ve helikopterlerin nereleri bombaladığına kadar her şeyini izleyip, okuyorsunuz.
Demokrasinin zaman zaman kesintiye uğradığı ülkemizdeki bu haber özgürlüğü dünyanın hiçbir ülkesinde uygulanmadığı gibi, birçoğunda bu yöndeki haber, görüntü ve yorumlar ajanlıkla itham edilip “Vatana ihanet ve güvenlik sırlarının ifşası” suçlamasıyla mahkemelere sevkedilir. Dünyanın hiçbir ülkesinde terörle mücadele operasyonu iki gün önce internet sitelerinde yayınlanamaz. Velev ki yayınlandı müsebbibleri en kısa sürede yakalanarak en ağır cezaya çarptırılır.
Dedik ya, tezatlar ülkesinde yaşıyoruz. İçinde elle tutulur tek delilinin olmadığı ama adının milli mukavemeti yok etme amacıyla “çete” konduğu davalara basın yasağı getirilir ama bütün dünyanın gözü üzerimizdeyken askeri hareketliliği görüntüleyip birilerini uyandırma görevi yapan ajanlar hoşgörü ile karşılanır. Ardından toplumda biriken beklentiyi dillendirenlerde hainlerle aynı kefeye konur. Ne ala memleket değil mi?