Bufalo’nun intikamı(!)
Görüyor musunuz İbrahim Şahin’in başına geleni; ‘beyaz adam’ın kahramanlığına övgüler düzen misyoner filmi yayımlatacağım derken, Kızılderili tetikçisi Amerikan Başkanı’nı deşifre etmesin mi
Hep diyoruz ya kul hakkı en büyük günah!
Ne yazarsak yazalım, kalemimizin hak gaspına iştahlandığı noktada durmasını bilmek gerek; Sezar’ın hakkı Sezar’a madem; İbrahim Şahin’in hakkı da İbrahim Şahin’e!
Her ne kadar yaşadığı dönüşüm dolayısıyla sıkça eleştirilerimize hedef olsa da, koruduğu ekran gelenekleri de var TRT ekranında...
Pazar Sineması mesela...
Her hafta olduğu gibi geçtiğimiz Pazar da bir “Western” yayımladı TRT 1...
“Bufalo vadisi!..”
Orijinal adı “Cattle Queen Of The Montana” olan filmde, yine her hafta olduğu gibi “beyaz adam”la, “siyah adam”da kişileştirilen “iyi” ile “kötü”nün mücadelesi işleniyordu...
Montana’da verimli bir arazi satın alan(!) Jones ailesi, Kızılderililerin saldırısına uğrar... Bu saldırıda hem sürüsünden hem de babasından olan genç ve güzel Nevada Kızılderililer’e karşı “hak arama” mücadelesine girişir... Biz “zavallı, mağdur, masum Nevada”nın kimin toprağında, kime karşı hak aradığını anlayamasak da, onun “dağdan gelip bağdakini kovma” girişimindeki en büyük destekçisi tanıdık bir isim olacaktır!
“Beyaz atlı, beyaz şapkalı, iyi ve beyaz adam”... “Siyah atlı, siyah derili, karanlık giysili, siyah ve kötü adam”a karşı! Ha bir de “beyazlaşmış siyah adam” var; bir tür Obama yani; füme rengi; Hollywood için iyi, kendi halkı için kötü Kızılderili tipi; işbirlikçi!
H H H
İbrahim Şahin, belki emperyalizmin maskesini düşürmeyi hedeflemiyordu bu Amerikan misyoner filmini yayımlarken, hatta belki tam tersi “iyi-beyaz adam”ın son dönemde kirlenen imajını yıkayacaktı belki ekranı aracılığıyla ama...
Olmadı!
Görünürde, “durup dururken posta arabalarına, trenlere, çiftliklere saldıran, masum insanları katleden, cani”ye karşılık gelen “siyah adam”ı avlamakla görevli...
Özde ise işgal ettikleri toprakların asıl sahiplerini köleleştirmek, köleleştiremiyorsa yok etmekle görevli olan, “işgalci beyaz adam”ın emrine amade “Kızılderili tetikçisi” rolünü bilin bakalım kim oynuyordu filmde?
Sonraki yıllarda Amerikan Başkanı seçilecek olan Ronald Reagan!
Ki bu tek “Kızılderili avı” değildi Reagan’un Hollywood’daki!
Kurtuluş Günü’ndeki karakterini hatırlayın;
“Zengin olmak umuduyla geldikleri toprakların asıl sahibi olan Kızılderililere tren penceresinden zevk olsun diye ateş eden iyi beyaz adamlar”ı unutabilir misiniz!
Billy the Kid, Texaslı Wos Harding, Jesse James, Rex Bell, Hoot Gibson, Harry Carey... İsmi önemli değil...
Reagan, Hollywood’da “Hepiniz öleceksiniz, pis Kızılderililer” repliğinin yılmaz tekrarcılarından biriydi en nihayetinde...
Casablanca’da oynayamadı belki ama bu üçüncü sınıf yapımlardaki “pis Kızılderilileri öldüren beyaz adam” kimliğiyle “kahraman” olarak girdi Amerikan Başkanlık seçimlerine!
Çünkü “kahraman”lık; “en iyi Kızılderili’nin ölü Kızılderili” olduğunu idrak paralelinde kazanılan bir paye idi Amerikan geleneğinde...
Ölüm şekli ne kadar vahşileşirse, ne kadar gözünü kırpmadan çekilirse tetik, işkence girerse devreye o kadar iyiydi...
Sayın TRT Genel Müdürü de belki millet “Kahraman Amerikalı” görsün diye ısıtıp ısıtıp ekrana veriyor bu “misyoner yapımları”nı ama neye niyet neye kısmet işte...
Yayımlandıkları yıllarda Kızılderililerin kendilerini “Ben iyi Kızılderili” diye tanıtmalarına neden olacak kadar büyük baskı unsuru olan bu filmler, hele de Amerikan Başkanı’nın “tetikçi”lik yaptığı sahneleriyle “emperyalizm”in ne menem bile bela olduğunun tarihi vesikalarına, “beyaz adam”ın toprak ve toprağın üzerindeki bütün zenginlikler uğruna işleyebileceği insanlık suçlarının “delilleri”ne, psikolojik savaşın “arşiv belgeleri”ne dönüşüyor bunca yıl sonra izleyince...
Ve bu arşivi Türk izleyicisiyle paylaştığı için -niyeti bu değil belki ama- yine de koca bir alkışı; koca bir teşekkürü borç biliyoruz İbrahim Şahin’e!
Amerika’nın ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız... Emperyalizmin ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız...
Demokrasi, barış ve adaletin timsali, Özgürlük Heykeli’yle maskelenen “soykırım”ı görmek istiyorsanız...
Her Pazar siz de TRT 1’e takılın derim ben!
Beyaz adamın “Kızılderililerden sonra” avlamaktan en zevk aldığı canlı olan “bufalo”nun lanetinin dolaştığını hissedeceksiniz Montana meralarında...
Ve Şef Seattle’ın nasihatını “Beyaz Saray’daki Beyaz Şef’e”: “Sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yaratıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için Kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır.”
++++++
Kimse bir şey anlamadı...
Balyoz Planı ve en önemli ekleri 11 numaralı CD’de yer alıyordu.
Jenkins, örneklerle, bu CD’nin üzerinde yazıldığı gibi 5 Mart 2003 tarihinde değil, çok daha sonra hazırlandığına ilişkin örnekler verdi.
Mesela...
CD 11’e göre darbe sırasında kontrol altına alınacak ilaç firmalarından biri “Yeni Recordati İlaç”tır... 2003 yılında bu isimde bir firma yok; “Yeni İlaç” diye bir firma var ve bu firma Ekim 2008’de İtalyan Recordati firması tarafından satın alınarak adı 2009 ’daki genel kurulda “Yeni Recodati İlaç” olarak değiştiriliyor.
Planda adı geçen Medical Park Sultangazi adlı hastane bu adı 2008’de, dernekler arasında adı geçen “Liberal Avrupa Derneği” de o adı 2006 yılında almış. Örnekler uzayıp gidiyor.
Gareth Jenkins bir kanıtın sahte olması bütün davayı çökertmeye yeter, derken biz en çok bu soruya Taraf gazetesi yazarı Emrullah Uslu’nun vereceği yanıtı merak ediyorduk... Uslu, Jenkins’in kuşkularında haklı olduğunu ancak bu çelişkilerin sonradan arşiv çalışmaları sırasında meydana gelmiş olabileceğini söyledi. Salonda kimse bu açıklamadan bir şey anlamadı.
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Gazeteler Güneydoğu’da BDP’nin “iki dilli hayat” için düğmeye bastığını yazıyordu. Bu oldu bitti hamlesinin asıl “Kürtçe eğitim” hedefi güttüğünü herkes biliyor. “Rüzgâr eken fırtına biçer” demişler. İktidar türbanı nasıl çözdüyse BDP de Kürtçe sorununu aynı yöntemle çözmeyi deneyecektir. Devlet zayıfladıkça bu yöntem, hak aramanın olağan yolu haline gelecektir. Verdiği acı ise bu anarşiye “ileri demokrasi” adı konularak uyuşturulacaktır!
* Güngör Mengi / Vatan
+++++++
CHP’nin blok listesi PKK’lının avukatını korumak için mi!
Hatırlarsınız... Üniformalarıyla gelen PKK’lıların memlekete girişi, coşkulu törenlerle kutlandı. Aslında terörist olmadıkları, olsa olsa sevimli terörişko’lar olduğu açıklanan PKK’lılar, sınır kapısına serilen kırmızı halı üzerinde, protokol tarafından çiçeklerle karşılandı. Ayaklarına mahkeme götürüldü. “Teslim olmaya geldiniz di mi?” diye soruldu, “Hayır, liderimiz sayın Apo çağırdı” dediler. Üstü açık otobüse bindirilip, havayi fişekler eşliğinde, zafer turu attılar. Kurbanlar kesildi, nazar değmesin diye alınlarına sürüldü. PKK’lıların yurda girişi şerefine, yurdun çeşitli karakollarına molotofkokteyli atıldı. Türkiye armut gibi seyretmişti.
*
Bilahare... Apo’yla yapılan protokol görüşmeleri kısa süre tıkanmış, o tıkanma sırasında, terörişko oldukları açıklanan arkadaşların, aniden, terörist olduğuna karar verilmiş, bazıları tutuklanmıştı. Birinin avukatı, Diyarbakır eski Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu’ydu. Terörist de olsa, elbette kendini savunma hakkı var, avukatı olmalı... Ancak, ya kendi tutar, ya devlet verir ya da gönüllü olunur. Tanrıkulu’nun durumunu bilmiyorum, merak da etmedim, çünkü, Apo’nun protokolünde yer alan “anadilde eğitim” i gönülden savunduğunu biliyorum. Ayrıca, hiç eveleyip gevelemiyor, tıpkı BDP’nin istediği gibi, Anayasa’da yer alan “vatandaşlık” tanımının değiştirilmesini, hatta, referanduma sunulmasını mantıklı buluyor.
*
Kemal Kılıçdaroğlu, CHP genel başkanı olur olmaz, bismillah, ilk iş, Sezgin Tanrıkulu’na telefon etti, “Sizi CHP’de görmek istiyorum” dedi. Nereden biliyoruz? Tanrıkulu açıkladı, öyle öğrendik. Ancak, CHP’de görülemedi. Çünkü, Kılıçdaroğlu’nun kendisi bile son dakkada başkan adayı olduğu için, Tanrıkulu son dakkaya yetiştirilip, üye yapılamadı. Gel zaman git zaman, Önder Sav’ın ayıklanmasından hemen sonra, rozeti takıldı, CHP’ye üye yapıldı.
*
Kılıçdaroğlu, parti meclisi için blok liste yapıp, Tanrıkulu’nu o monoblok gövdenin içine sokmak istiyor... Ki, monoblok olsun, komple, langırt diye sandığa atılsın. Peki ya çarşaf olursa? Delegeler elde kalem bekliyor... Habur otobüsünden inip, CHP otobüsüne binen son dakka yolcusunun biletinin üstü çizilecek, hayatı boyunca CHP otobüsüyle seyahat edenlerin isimleri yazılacak. E böylece, otobüste sınırlı sayıda koltuk olduğu için, muavin olması planlanan Tanrıkulu, bagaja bile giremeyecek. Başka son dakka yolcusu var mı? Var da, yerimiz dar. Dizi filmlere geçebilirsiniz.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++++++
NTV ekranından garip sesler yükseliyor
NTV’de haber dinlemeye mi çalışıyoruz, Yavuz Asöcal’ın “Zeki Müren Anısına” yayınladığı LP’yi mi dinliyoruz belli değil;
“İnleyen nağmeler ruhumu sardı...”
Ama yok yoookkk;
Zeki Müren’e hakaret böylesi bir benzetme; dillerde marş olan sözlerin yazarı Zeynettin Maraş’a hakaret...
Çünkü tam “bir rüya ki orda hep martılar vardı...” diye devam etmeye yelteniyoruz; nerdeeee, “bir kabus ki orda hep garip, irkilten sesler vardı”ya dönüyor NTV’nin kimi haber saatleri!
Haber okumaya başlıyor mesela Can Dündar:
“Aralarında emekli kuvvet komutanlarının da yer aldığı 196 sanıklı Balyoz davası Silivri’de başlarken....”
“IIIIIhhh”
Bir panik bizde; dikkat kesiliyoruz ekrana;
“Darbeciler” stüdyoyu bastı, Dündar’ı rehin aldı ve haberi okutmamak için boğazına bıçak (yok ya Ergenekon ile ilişkilendireceksek kılıçtır o) mı dayadı ne?
Öyle bir ızdırap efekti yükseliyor ki ekranda!
“...Emekli Orgeneral Çetin Doğan duruşmaya girmeden ”Lütfen davaya ilgi gösterin“ dedi.”
Tamam herşey yoluna girdi deyip yeniden bilgisayara dönmeye kalmadan uzun bir “eeeee” takılıyor bu sefer kulağımıza...
Yanlışlıkla kumandaya bastık da, kanal filan mı atladık, şu yarışma programında sorunun cevabını bilemeyen yarışmacının düşünme arasına mı denk geldik acaba?
Yooo!...
Ekranda hâlâ NTV logosu var!
Ve bitmek tükenmek bilmeden inleyen nağmeler:
Iıııı... Iıhh... Aııı... Aoo.. Ooo... Eeee... Hımmm... Aaaahh... Ohhhh...
Umarım gazeteyi kahvaltıda okumuyorsunuzdur. Az sonra yapacağımız benzetmenin, rafadan yumurta keyfine kafadan limon sıkmasını hiç istemeyiz. Ama tam bir kısa metraj “konuşma kabızlığı” belgeseli değil mi her akşam NTV ekranına getirilen “haber” adı altında!
Ekrana çıkan baylar ve bayan ıkınıyorlar, sıkınıyorlar, kıvranıyorlar; kıvranırken “hela ekosu”nda daha bir yankılanarak güçlenen bütün o sesleri çıkarıyorlar ve sonunda;
Oleeeyyyy!
Başardılar!..
Prompterda yazan o kelimeyi okudular; o rahatlama anının işareti olarak “oohhh”ladılar.
Sade onlar mı; bir sonraki bültene kadar çilesi biten izleyi de “oohh”ladı tabii bu arada.
Ki buradan yola çıkarak bir reyting ölçümü bile mümkün; oturma odalarından garip sesler yükselen evler otomatikman NTV izliyordur!
Şaka bir yana oylama yaptık aramızda;
Soru şu: “En iyi inleyen NTV spikeri kim?”
Benim favorim “Banu Güven artı iniltileri” ydi ama çoğunluk Can Dündar’dan yana tavır aldı. Ve “yılın inleme Oscarı goes to Can Dündar(!)”
Hep mi yanlış insana oynanır yahu; altın heykeli kılpayı kaçırmışızdır ama bir gümüş ayıyı da esirgemezler diye ikincinin açıklanmasını bekliyorum:
Oğuz Haksever demesin mi oylamaya katılan arkadaşlar!
Haksever’in “aaııııı”ları, Güven’in “eeeeıııı”larını sollamış; kader işte.
Top İnilti listesinde üçüncülük de Banu Güven’e kaldı böylece. (Üzülmesin, iddialıyım ben; jest-mimik yarışmasında inşallah şeref kürsüsünün tepesinde göreceğiz kendisini...)
++++++++
MİNİ YORUM
Üç kuruşa biat rejimi
İnilti analizi için geç saatlere kadar NTV açıktı televizyonumda önceki gece... Mirgün Cabas’ın “egemen erk”in baskın temsilcilerinden Suat Kılıç’a başkaldırışını hayretle izledim. Cabas’ın, Kılıç’ı kısa süreli şoka sokan “Bence hükümet olarak Yunanistan’da yaşamadığınıza şükredin” çıkışına, bir anlık afallamadan sonra şu yanıtı verdi Kılıç; “Bence de hepimiz Türkiye gibi, hükümetin emeklinin, işçinin, memurun maaşını ödeyemez hale gelmediği bir ülkede yaşadığımıza şükredelim..”
İktidarın “insani yönü” bu işte; cebine üç kuruş koyuyoruz ya, sus, otur, biat et!