Bu soytarılar “diktatör”ü aratmasın da!
Bugün’ün manşeti:
Diktatör
Devrildi.
HaberTürk’ün manşeti: Değişmeyene Ders Olsun!
Sabah, sanırsın Erdal Şafak var “NATO destekli isyancılar”ın başında; “Sıradaki Gelsin”.
Keza Radikal parmağını sallıyor en tepeden: Ders Olsun!
Taraf’ın sürmanşeti: Başkan Babaların Son Baharı...
Türkiye’nin sürmanşeti: Beklenen Son...
Zaman’ın manşeti: 42 Yıllık Diktatörlük Bitti.
Milliyet’in bir davul zurnası eksik: Kıvırcık Kafadan Kurtulduk! Ohhh, yandan diye de ekleseydi bari...
Hürriyet’in sürmanşeti müjde verir gibi: Yeni Libya.
Ve Star, Nostradamus’tan istihbarat almış sanki: Diktatörün Son Günü.
NATO destekli “isyancılar”ın Trablus’a girdiği haberini neredeyse zafer çığlıklarıyla duyurdu dünkü gazeteler okuyucularına. Sanırsın her biri birer NOMKA; NATO Orduları Medya Kolu Askeri! Psikolojik savaşın ileri karakolunda, -kuru sıkı da olsa fark etmez- atmak/tutmakla görevlendirmiş komutanları!
Kukla gibi kullanırken demokrasi havarisi miydi
Biz de kara kaşına, kara gözüne aşık değiliz, “devrilen” Kaddafi, Fikret Bila’nın dünkü Milliyet’te kaleme aldığı gibi;
Evet “On yıllardır ülkelerini ” babalarının malı “gibi gören” diktatörlerden biri... Evet, “Halkını demokrasiye, insan haklarına, evrensel değerlere (...) yöneltmedi.” Evet “Halkına cahilliği, işsizliği, yoksulluğu, açlığı reva gördü. Vatandaş değil tebaa muamelesi yaptı.” Evet “Bunu yaparken de kişisel servetlerine servet katmayı ihmal etmedi...”
De...
“Deviren” NATO maskeli ABD çok mu matah sanki!
“Deviren”in tek derdi, sınırları Atlantik kıyılarından, Karakurum yaylalarına, Karadeniz’den Yemen’e kadar uzanan Büyük Ortadoğu’dan aslan payını kapmak değil mi?
Ne yani, bu duyarlı abi, kukla gibi kullandığı günlerde neydi, diktatör değil de demokrasi havarisi miydi Kaddafi?
Libyalılar o gün de semerle gezmiyorlar mıydı kaderlerinde?
Bu ikiyüzlülüğü bile bile, Libya’nın artık daha demokratik bir ülke olacağına dair umut tacirliğine soyunan yazarları okurken, kulakları çınlasın Bülent Arınç’ın:
“Kusmak istedim...”
Obama’nın ABD Başkanı seçilmesinden sonra, egemen bir devlette değil de bir Amerikan sömürgesinde yaşıyormuş gibi “Padişahım çok yaşa” diye çığırtkanlık yapanlardan sonraki, ikinci “toplu çakılma” vak’ası olarak kaydedildi basın tarihimize Libya’daki emperyalist darbe!
Bila, yazısını akılalmaz bir iyimserlikle, “Diktatörlere karşı ayaklanan halklar, çıkarlarını sürdürebilmek için “demokrasi getireceğiz” diye yine söz sahibi olmaya yönelen ülkelere de mesafeli duruyor” diyerek bitirse de, ajansların geçtiği fotoğrafların anlattıkları çok başka:
Bayraklarını seccade yapıp, Beyaz Saray’ın önünde “Şükür Namazı” kılan soytarılar mesela... Kendilerini “al sana demokrasi” deyip zehre bulanmış elma şekerleriyle kandırmak üzere ellerini ovuşturmaya başlayan ABD’ye “mesafe” koymak bir yana, ilk günden “kul köle” olmuşlar bile! Büyük bir acz içinde, ibadet ediyorlar, tapınıyorlar katillerine!
Ya Fehmi Koru’nun, “itilaf devletleri”nin desteğiyle ayaklanan işbirlikçi Bingazi’yi, Kurtuluş Savaşı’nın “yıkık, dökük, fakir ama yine de manda ve himayeyi reddetmiş” olan Ankara’sına benzeten Davutoğlu’nun etkisinde şekillendiği aşikar tarih şuuruyla, Libya’daki “değişim”i, “Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş” e benzetmesine ne demeli?
Koru, Libya’dan yansıyan karelerle, “Türk istiklal mücadelesi” nin verildiği günler arasında ille de bir benzerlik arıyorsa, Ankara’da Büyükelçiliğin bahçesinde ülkelerinin bayrağının üzerine tepinen Libyalılara baksın... O fotoğrafta, 5 Kasım 1919 günü, bir Fransız subayının emriyle Akyol Karakolu’nda dalgalanan Türk bayrağını indiren memuru görebilir pekala... Veya “Ayaklanmak için sebep yok. Fransızlar bizim iyiliğimizi istiyorlar” diyen Adana Valisi Abdurrahman Bey gibi bir “idareci” çıkabilir karşısına... Ama o fotoğrafta ne Fatma Bacı’ların, ne Demirci Mehmet Efe’lerin... Hele de Mustafa Kemal’lerin esamesini okumaya kalkışmak düpedüz iftira olur, hakaret olur bu milletin karakterine!
İşgali meşrulaştıran medya maşaları tarih mahkemesinde
Güngör Mengi çok iddialı bir dille yazmış:
“Hiç şüphe yok ki Libya’nın yarınları bugününden daha iyi olacaktır. Arap baharından sıçrayan kıvılcım için Libya halkı mutlaka kaderine teşekkür edecektir.”
“Yarınları” bekelemeye gerek yok; soralım bakalım Iraklılara “teşekkür” ediyorlar mı Saddam idam edildiği gün “dönüşen” kaderlerine!
Ve bakalım...
Birleşmiş Milletler’in “sivilleri savaşın sonuçlarından ve insan hakları ihlallerinden korumanın ortak bir uluslararası sorumluluktur” diyerek kabul ettiği “Güvenlik Konseyi tarafından, egemen hükümetlerin önlemekte yetersiz ya da isteksiz olduklarını ispatladıkları, soykırım ya da başka büyük ölçekli kırım, etnik temizlik ya da ciddi insan hakları ihlalleri durumunda, son çare olarak askeri müdahaleye izin vermek suretiyle yerine getirilebilir” ilkesinin, Türkiye için “aba altındaki sopa” olarak istihdam edildiğini pekala bildikleri halde, NATO’nun tecavüzlerini meşrulaştırmak için canını dişine takan medyaya kim “teşekkür” edecek tarih mahkemesinde!
Diyorlar ki...
Portekiz diktatörü Salazar 1968’de felç geçirdiğinde yerine Caetano atanmış ama “Ya kendine gelirse” ürküntüsü yüzünden bu karar gizli tutulmuştu. Acaba Kaddafi’ye “Son”un geldiğini kim söyleyebilecek.
Mehmet Barlas / Sabah
Herhalde “dış güçler”in müdahalesi olmasaydı, Kaddafi isyancılara karşı savaşını daha uzun zaman ve daha gaddarca sürdürebilirdi.
Sami Kohen / Milliyet
Yeni BM konseptine uygun olarak, daha çok insan hakları ihlallerine dayandırılan bir askeri operasyon, “egemen devletlerin içişlerine müdahale etmeme” ilkesini de rafa kaldırmıştır!
Derya Sazak / Milliyet
“Fikir babası benim” demesine az kaldı
Benim açımdan günün sürprizi geçtiğimiz Haziran’da Arap Birliği Genel Sekreterliği’ndeki 10 yıllık görevinin ardından Mısır Cumhurbaşkanlığı için aday olan Amr Musa’nın, Kahire’de verdiği iftar yemeğinde Hürriyet’ten Muammer Elveren’e ’Hedef 2’nci Cumhuriyet’ demesi oldu...
Mehmet Altan / Star
Washington’un isyancılara kıyağı
ABD’nin o dönem Moskova’daki Büyükelçisi Jack Matlock, darbe planını 1991’in Haziran’ında öğreniyor. Hemen Kremlin’e gidip Gorbaçov’u uyarıyor:
“Size karşı bir darbe hazırlanıyor. Her an uygulanabilir” diyor.
Gorbaçov başta ciddiye almıyor, gülüyor.
Ama daha sonra yayımlanan kitaplardan öğreniyoruz ki, KGB Başkanı’nın Rus Savunma Bakanı ile yaptığı konuşmayı Amerikan gizli servisi dinliyor, ABD Başkanı Bush, bu görüşmeyi, Rusya Federasyonu Başkanı Yeltsin’e bildiriyor.
Erken uyarı sonuç veriyor. Ve darbe önleniyor.
Bugün Libya haberlerini 20 yıllık bu anıların ışığında okuyunca -şu anda bu kez isyancılardan yana- nasıl bir istihbarat akışı olduğunu hayal edebiliyorsunuz. Washington’un darbeleri, isyanları ne zaman ihbar, ne zaman teşvik ettiğini düşünüyorsunuz. Mesela 12 Eylül’de askerlerin darbe hazırlığından haberdar değiller miydi? Niye 20 yıl önce Gorbaçov’a yaptıkları “kıyak”ı 30 yıl önce Demirel’den esirgediler?
Can Dündar / Milliyet