Bu şehir...
Turgay Beşyıldız- Yeniçağ
Bu kentte doğan, bu şehrin çocukları ilk seni severdi, ana kucağından sonra...
Mahallesindeki sevgilisini düşünürken, henüz ilk sakal, bıyık tıraşını ustura ile olmamışken, ilk rujunu sürmeden, ilk sevdasıydı bu şehir…
Bir türlü değişmeyen, Köy Otobüsleri Terminali gibi yıllarca duran; sonunda nihayet yenisi yapılmaya başlanan ve yakında açılacak olan eski otogarında yaşanmıştı, vedalar ve kavuşmalar…
El ele tutuşup gezmişlerdi, yanak yanağa Büyük Liman ile Faroz’un mendireğinde.
Bir semaver çay ile yaşandı en derin sohbetler Aşıklar Parkı’nda, bir türlü ısınamadı bu kentin gençliği fiyatları tuzlu! Meydan Parkı’na.
*
Atapark’ı sevmiştin, kuğularına Trabzon simidini ufalayıp atarken havuzuna.
Zağnos Vadisi’nde sabahladığınız gece, açmıştı mis kokusuyla karşı surlardaki hanım elleri ile begonviller.
Karşısındaki yaklaşık yarım asırlık bina, nice karakterlere tozlu sahnesinde can vermiş Devlet Tiyatro’su salonu yeni oyunlarını beklerken gelecek sezona, aslında hiç ayrılmak istemedi bu şehrin çocukları, Ayasofya Müzesi’nin altındaki Orkide ile Çağlayan Gazinosu’ndan da...
Ganita sahilindeki, Emperyal Gazinosu yıkıldıysa da, halen kulaklarınızda değil mi? içeriden gelen “Kahverengi gözlerin” türküsü…
Kemerkaya sahilinin kıyısında eski kordon boyunda; insanlar yürüyüş yaparken sıcak yaz gecelerinde, rahmetli Şero ile semt arkadaşlarının oluşan sokak korosu, bir elde bağlama, bir elde darbuka, hep bir ağızdan söylerdiler gecenin karanlığında, bu şehre doğru bakarak neşeyle: “Damdan dama atlarken hooop sana yandım. Osman abim evde mi, evde mi. Üç odalı yerde mi yerde mi?” diye.
Yüksek çirkin, betonarme ve dışı cam kaplı iğrenç binalar yok iken bu şehirde, geceleri mahallesinde nara atan Ralli Mehmet ile sahilin gece yarısı assolistiydi kayaların üzerinden zıplayarak yürüyen Anthon Muzaffer .
Sokaklarında o da müzik yapar gibi bilmeden bağlamasını tıngırdatır, gönderirdi evdeki babaannesine, şarkısı vardı hep uydurup tekrarladığı “ Şoförsün dediler kız vermediler.”
Bir metre kar yağdığı gecelerde; soğuktan korunmak için yorgan niyetine, hayallerini örterdi üstlerine bu şehrin çocukları…
*
Sonra mı? Sonrasını hiç sorma…
Aylar, yıllar geçti , zaman zaman tanınmaz oldu bu şehir…
Nefes alamıyor sokaklar ve caddeler. Yıkıyorlar ama dönüştürdükleri çömlekçiye yine yüksek katlı bina dikiyorlar. Arafilboyu ve oradan geçenler, yine göremeyecek demir atmış limandaki yorgun gemileri ve denizini! Ne eski bağlar kaldı, ne portakal, mandalina ve de nar bahçeleri. Terk etti gitti bizi, Bozbakan’larla, Kırlangıç sürüleri…
Ana cadde üzerinde, kaldırım kenarlarında adım başı çirkin yüzü ile duran, dükkan önlerindeki plastik uyarı levhaları, honileri, kulakları delen klakson sesleri, cinayet öncesi gibi düğün konvoylarındaki gürültü ve havaya sıkılan ve bir canın nefesini kesen yorgun mermiler!
Buram buram kültür kokan kimliğinden rant uğruna çıkarılmaya çalışılan bu şehirde, Hamam Sokak’taki çok eski yazlık Yıldız Sineması’nı, üç ayda çok katlı pasaj yapmışlardı yıllar önce.
Dışı sıvalı, mozaikli, iğrenç binalar kapladı bu şehrin üst kesimlerini; köylerine, yemyeşil yaylasına apartman diktiler, göz göre göre.
Göllerinin çevrelerini yağmaladılar, sesleri çıkmadı. Göllerin ne uzunu kaldı, ne kısası.
Bari Sera’ya,Limni’ye ve yapılan 8 tane yapay göle, diğerlerine dokunmasalar.
Bir de güneşi kesmeye çalışan aralardan yükselen yüzü sıvalı ama yoğun nemli, bunaltıcı aşırı sıcak yapan apartmanlar.
Ne raylı sistem, ne teleferik, ne de turizm hariç deniz taşımacılığı!
Deniz memleketinde denize hasret kalmıştı bu şehrin çocukları. Nihayet açıldı; yeni yüzüyle Ganita ile Faroz Sahili de bir nefes alır oldular.
Yenimahalle, Ayasofya sahiline; 1 km kıyısı olan doğal plajını geri verdi Karadeniz’in azgın dalgaları. İnsanların kullanabilmesi için denizi, iki yıldır elden geçmesi bekleniyor o doğal plaj kıyısı!
Kimi zaman ağır kokulu tıkalı mazgalları açık olduğunda kumbara sanan bizler, Sunay Akın’ın dediği gibi “ Bozuk paraları biriktirmek için, sokağımızdaki o mazgala atardık hep ama açıp da alamazdık. O yüzden, en çok denizden alacaklıyız.”
*
Zamanla yeşil coşkusunu sahte makyajlı gülüşüne bıraktı, rant uğruna yağmalanan Boztepe ile Çukurçayır.
Maraş Caddesi’nde ve Uzun Sokaktaki Arnavut taşlarını söktüler, kadın ayakkabılarının sivri topuğu kırılıyor, dolmuş minibüslerinin lastiği, yürüyen aksanı eskiyor diye mi?
Bostan tarlalarını aldılar elinden Beşirli’nin…
Gargalaklı yalısına asfalt döktüler.
Her gelen bir şeyini aldı. Sizi, bizi parselleyip çocukluğumuzu, anılarımızı satın aldılar.
Yıllar sonra beddua edecekler bizlere, Trabzon’un rant çirkinliklerini!
İnsan gibi yaşamak, bir nefes alabilmek için yıkacak olsa da torunlarımız.