Bu nasıl misafirperverlik!

Madem konuğunuzun kahkaha atası gelmiş, hiç böyle cimrilik eder mi insan? “Benim cezaevine giriş nedenim de bir şey mi” deyip başlasaydınız ya servise; bir de Mustafa Balbay var, bir de Tuncay Özkan var, bir de...
Erdoğan Kazlıçeşme meydanında bağırıyor:
“ U2 Bono(!) geldi...
Neden hapis yattığımı sordu?
Söyleyince kahkahayı bastı!..”
“Bono kahkahasını bir yargı kriterine mi dönüştüreceğiz yani?” sorusuyla, kendini bir kere daha ele veren ezik, kompleksli, kişiliksiz, garabet zihniyetin takdirini size bırakıyorum...
Eee madem “Bono Bey’ler (Allah’tan öyle demedi Erdoğan)” taaa okyanuslar ötesinden teşrif etmişler, bize yakışan misafirperverliğimizi tavana vurdurmaktır değil mi? Öyle bir tek kahkahalık “ikram”la cimriliğe kaçmak yakışık almaz; gözlerinden yaşlar gelene kadar güldürmeli “Bono Bey”i!
Madem bir garip hapse tıkılma serüvenleri “gıdıklıyor” içini; o zaman taze çıkmışı var; Ulusal Kanal’ın yeni tahliye olan İstihbarat Şefi Ufuk Akkaya anlatsın mesela neden aylarca tutuklu kaldığını...
Ama anlatamaz değil mi!
Kendisi de bilmiyor çünkü...
Ama daha soruşturma aşamasındayken bu davanın savcılığına soyunan Başbakan eminim biliyordur kim neden aylardır, yıllardır Silivri’de mahkum edilmediği cezayı yatıyor peşin peşin; anlatıvereydi de; bir değil, bin kahkaha basıvereydi Bono;
Benimki de bir şey mi, bir de Mustafa Balbay var deseydi; gazeteci! Haber kaynaklarıyla yaptığı görüşmeleri not ettiği için “hükümeti devirmeye teşebbüs”ten tutuklu; en son 500 günde bıraktık saymayı, 700’e dayanmıştır sanıyoruz; bir oğlu var 2 yaşında babasını sorsan, gösteremez; görmedi çünkü!
Benimki bir şey mi, bir de Tuncay Özkan var deseydi; o da gazeteci! Duruşmalara artık sadece “neden yargılandığını” öğrenebilmek için katılıyor ve bunu sorduğu için atılıyor adaletin tecelli etmesi beklenen salondan. Cumhuriyet mitinglerinde kalabalıklara 10. Yıl Marşı söyletmek olacak değil ya, suçunu kendisi ve avukatları dahil kimse anlayabilmiş değil ama 23 Eylül 2008 sabahı, evinden karga tulumba alındığı günden bu yana tutuklu...
Benim ki bir şey mi, bir de İlhan Selçuk var(dı) deseydi; o da rahmetli gazeteci! 83 yaşında, “darbe etkili telefon görüşmeleri” gerekçe gösterilerek, alacakaranlığın dağılmadığı saatlerde evi basılmak suretiyle gözaltına alındı; günler ve gecelerce gözaltında tutularak sorgulandı... Evine salıverildikten kısa süre sonra beyin tıkanıklığına bağlı olarak kısmi felç geçirdi, aylarca hastanede yattı ve 21 Haziran 2010 günü, o da diğerleri gibi “müebbetlik” suçunun ne olduğunu öğrenemeden “sanık” sıfatıyla ayrıldı aramızdan!..
Benimki bir şey mi, bir de Vedat Yenerer var deseydi; o da gazeteci! Dedesinden kalan antika tüfekle darbe yapacağı iddia edilerek tutuklandı. İki yıla yakın “hapis” kaldıktan, mesleğiyle, kalemiyle arasına korku duvarları örüldükten sonra tahliye edildi...
Benimki bir şey mi, bir de Güler Kömürcü var deseydi; o da gazeteci! Eş, dost, meslektaşlarıyla yaptığı telefon konuşmalarında haşmetlüüüü iktidarımızı pek bir “iltifatla(!)” andığından sebep midir, henüz bilinmiyor ama hala bir “darbe davası sanığı”!
Benimki bir şey mi, bir de Kuddusi Okkır var ki deseydi; işte o gazeteci değil; o “kasa”! Yani ölene ve cenazesi parasızlıktan kaldırılamayana kadar öyle sanılıyordu... Kanser teşhisi konduğu ve suçlu olduğuna dair hiçbir delil bulunmadığı halde ısrarla cezaevinde tutulduğu için zaten sayılı olan günleri tükenirverdi Okkır’ın, ölüme tahliye edildi...
Benimki bir şey mi, bir de Kemal Keirnçsiz var deseydi; avukat, hukuk dehası olarak bilinmesine rağmen, hala neyle suçlandığını çözemediği gibi, iddianamenin her bir satırına cevaben günlerce süren savunmasının ardından da halen neden tahliye edilmediğini çözemedi...
Benim ki bir şey mi deseydi; bir de Mustafa Özbek var, Erol Manisalı, bir de Doğu Perinçek, Mehmet Haberal, Oktay Yıldırım, Ergun Poyraz, Deniz Yıldırım... Hiç teğmenlere, astsubaylara, albaylara, orgenerallere girmiyorum bile... İntihar edenlere, hastaneye düşenlere... Mevzu bahis Bono’yu kahkahaya boğmaksa;
E ayıp vallahi, şu mübarek günde malzemeden çalınmaz ki!

****

Adalet Ağaoğlu kendi tarihine ihanet ediyor
O; cumhuriyet kimliğinin yaratılmasına katkıda bulunan bir aileyi temsil etmektedir.
(...) Televizyona bakınca gözlerime inanamadım. Adalet Ağaoğlu gibi saygın bir cumhuriyet kadını gitmiş, bir darbe çığırtkanı ile ’evet’ toplantısı yapıyor.
(...) Evete sonra gelmek üzere, işbirliği yaptığınız Osman Can’ı size bir kez daha tanıtayım:
Kendisi Anayasa rapörtörü iken hep AKP’yi haklı çıkartacak biçimde raporlar yazdı. Mahkemeden, onun yazdığı raporların tersi kararların çıkması sizi hiç şüphelendirmedi mi? Bir iktidar işbirlikçisi ile aynı idealde birleşmek sizi iktidar işbirlikçisi yapmış olmuyor mu?
Durun, kızmayın!
Bu Osman Can; raportörlüğünü yaptığı Anayasa Mahkemesi’nden çıkacak kararın, hükümet tarafından yok hükmünde kabul edilmesini söylemedi mi?
Sizin evet dediğiniz bu paket, Anayasa Mahkemesi’nde görüşülürken söyledi bunu Osman Can.
Adalet Hanım; siz leb demeden leblebiyi anlarsınız. Allahaşkınıza, bu lafı ile Osman Can ne demek istedi? Benim anladığım kabaca şudur: ’Ey hükümet, eğer senin işine gelmeyen bir karar verirse Anayasa Mahkemesi’ni bile çiğne geç!’
Bunun adı sivil darbe çağrısı değil midir?
Böyle olduğu içindir ki iktidar partisi yetkilileri bile Osman Can’ın bu çağrısını yanlış ve yakışıksız buldular...
Adalet hanım; sevgili yazarımız! Yanına oturup destek verdiğiniz, prestij kattığınız Osman Can işte böyle birisi...
Ve sizin evet paketinizi yaratan zihniyet de işte böyle...
Kafatasçılarla ne işiniz var?
Osman Can da siz de, ’Önemli olan soydur, soy!’ diyen bir başbakana destek veriyorsunuz. Bunun anlamı modern kafatasçılık değil midir?
Sevgili yazarımız, büyük cumhuriyet kadını Adalet hanımefendi! Acaba siz bu paket gelene kadar ayda mı yaşıyordunuz?
Bu paketi bize dayatan kişi; ’Ben kadın erkek eşitliğine inanmam!’ demedi mi; bunu birkaç kez de tekrarlamadı mı? Yine kendisine danışman olarak üç karılı bir sözde şeyhülislamı danışman olarak atamadı mı? Bu iktidarın tepesindekiler, ’Kadının yeri evidir!’ diyerek kadını kafes arkasına itmekten söz etmediler mi? Nikahsız evliliği, imam nikahı adı altında hızla yaygınlaştıran ve bunu neredeyse olağanlaştıran bu zihniyet değil midir? Kadına yeni hak getirecek olan bunlar olabilir mi?
Güneydoğu’da töre cinayetleri adı altında feodal sistem biraz kişilik gösteren kadınları katlediyor. Evet dediğiniz iktidar bu katil düzeni değiştirecek bir şey yaptı mı?

Acıyı biz çektik rantı evetçilere
Gerek 12 Mart 1971 darbesinde, gerek 12 Eylül 1980 kırımında acı çekenlerin tümü, sizin evet dediğiniz sahte maddelere hayır diyor. Bunun sizce özel bir anlamı yok mu?
Yapmayın Adalet ana, yapmayın.
Kendi tarihinize, bu halkın tarihine, çağdaş yaşam tarzına ihanet etmeyin.
Söylediklerime hala inanmıyorsanız; lütfen bir gün İstanbul’un çevresinde hatta içinde şöyle bir dolaşın. O zaman binaların lüks hale geldiğini, kadınların ise gecekondulaştığını göreceksiniz.
Adamlar hayat tarzımızı elimizden alıyorlar; siz, ’Yetmez ama evet!’ diyorsunuz.
Yapmayın; kendinizi inkar etmeyin.
* Rıza Zelyut / Güneş

+++++

Entel-Dantellerin ’Evet’çi’ toplantısında genç kızların yumurtalı protestosunu görüp, takılıyorsunuz. Saldırıya uğrayan koalisyon ilginç. Anayasa Mahkemesi’nde, kurumunun eğilimine aykırı metinler düzenlemekle şöhret olan Osman Can orada. Olayı hasarsız atlatmak için Adalet Ağaoğlu’nun arkasına saklanıyor. Yiyip içtiklerinden T-60’lara benzeyen -Namlusu gövdeyle dönebilen Sovyet tankı- Emre Aköz orada. Tam ’Yandaş koalisyonu’. Hani insanın koli koli yumurta servisi yapası geliyor.
* Burhan Ayeri / Akşam

+++++

Yazarını kovduran satırlar(!)
...Cumhuriyetin ilkelerini savunan yargıçları, savcıları sürdüler, süründürdüler, hileyle, iftirayla tutukladılar. Dur bakalım, belki suçludurlar, dediniz. ...Cumhuriyet mitinglerini düzenleyenleri, mitinglerde konuşanları Ergenekoncu diye içeri tıktılar. Dur bakalım, onlar da o kadar bağırıp çağırmasaydı, dediniz ; biz sularına gideriz, haberini bile yapmayız, es geçeriz, ses çıkarmayız, dokunmazlar. Gencecik subayları çakma kanıtlarla içeri tıktılar, dürüst subayları intihara sürüklediler, PKK’ya karşı savaşan komutanları harcadılar, orduyu şamar oğlanına çevirdiler. Dur bakalım, ordu da çok oluyordu, zaten işimize de yaramıyordu, dediniz. Çakma suç ihbarlarına itibar eder, çarşaf çarşaf yayınlarken; itham ve mağdur edilenlerin suçsuz olabileceklerini bile dile getirmediniz! Özel yaşamların gözetlendiği, telefonların dinlendiği, mail’lerin okunduğu, resmi ya da mahrem tüm görüşmelerin kaydedildiği ve tehdit aracı olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Dur bakalım dediniz, susmakla kalmayıp, susmak istemeyen maiyetinizi de susturdunuz. Selçuk, Küçük ve daha pek çok gazeteci ya da yazar darbecilikle suçlandı, Balbay 547 gündür tutuklu, Poyraz üç yıldır... Dur bakalım, onlar zaten bizden değiller dediniz, sizin dümeni iyice sularına kırdınız. Derken sıra size geldi, vergiler bindirildi, sırtınız iyice eğildi, yine de “hınk” deyip fazla ses etmediniz. Hala dur bakalım, diyor, zaten suyuna gittiğiniz himmet buyurur, suyuna gittiğinize minnet gösterir, diye bekliyorsunuz. Anayasa referandumunda demokrasinin tüm kuralları çiğnendi, devletin tüm olanakları, beleş kömürden çeyrek altın dağıtımına, mühürden bültene psikolojik baskıya, “evet”e odaklandı. Muhalefete verilmeyen propaganda hakkından, muhalifler tehditle, darpla, polis zoruyla mahrum bırakılıyor. Durun bakalım, defter dürülecek de, hala “evet” mi çıkacak “hayır” mı diye bekliyorsunuz. Bekleyin bakalım. l Mine Kırıkkanat

+++++

‘Liberalim diyen ‘evet’çileri utanarak izliyorum’
Kendilerine liberalim diyen insanların çoğu dünyadaki gerçek liberallerin gördüklerinde utanacağı ve hayretle izleyeceği söylemler içindeler.
(...) Bu insanlar kişisel özgürlükler, inanç ve kadının toplumdaki etkin yeri, ilişkiler ve tercihler ve hayat tarzı seçimleri üzerine anlamlı tek bir laf etmeden sadece asker düşmanlığının liberal olarak tanımlanmaya yetebileceğini zannetmektedirler.
Bu dalga geçtikten sonra insanlar gerçek klasik liberalizmin ne olduğunu anladıklarında bir dönem nasıl da kandırıldıklarını ve bazı insanlar tarafından nasıl da manipüle edildiklerini anlayacaklar ve kaybedilen zamana üzülecekler.
Kendilerine liberal diyen insanların “evet” oyu çıkması için verdikleri çabayı bazen utanarak bazen de üzülerek izliyorum. Evet denilmesi için her gün yeni bir neden bulmak zorunda olan bu insanlar, gerekçeler oluştururken liberal düşüncenin bazı temel prensiplerini silip atmakta sakınca görmüyorlar. Bu çelişkilerini kimse söylemiyor onlara. Klasik liberal düşüncenin özgür bireye yaşam ortamı sağlanması için gerekli gördüğü güçler ayrılığı, çoğulcu demokrasilerde dengelerin sağlanması için gereken karşılıklı fren mekanizmalarını, demokrasiye ancak müzakerelerle ulaşılacağını bu arkadaşlar unutuyorlar ve acaba evet denilmesi için her gün bir ayrı kılıf uydurdukları bu anayasanın bu koşulları sağlayacağını gerçekten de düşünüyorlar mı? Bunu gerçekten de merak ediyorum.
Buna cevap evetse o zaman da gerçekten mükemmel ve pes doğrusu.
* Serdar Turgut / Hübertürk

+++++

Demokrasilerde “zulmetmek” mubah mı!
* “Demokrasi getiriyoruz” diye... Kumpas kurmak, sahte suç delilleri oluşturmak mubah mı?
* “Darbeci zihniyetlerle mücadele ediyoruz” diye... Hakkında herhangi bir kanıt sunulmayan demokrasi özürlü şahısları hapislerde süründürmek mubah mı?
* “Bir kast sistemi oluşturan yüksek yargıyı darmadağın ediyoruz” diye... Adamların telefonlarını ya da ortamlarını yasa dışı yollardan dinlemek ve elde edilen malzemeyi internet sitelerinden servis etmek mubah mı?
* “Darbeleri önlüyoruz” diye... Cemaat kumpasına ses etmemek mubah mı?
* “Türkiye’yi temizliyoruz” diye... Demokrasiyle başı hoş olmayan antipatik isimleri Silivri’ye postalamak mubah mı?
* “Demokrasi mücadelesi veriyoruz” diye... Önüne gelenin telefonunu dinlemek mubah mı?
* “Çetelerle mücadele ediyoruz” diye... İnsanların hayatlarını karartan uygulamalara “basit hukuki sorunlar” deyip geçmek mubah mı?
* “Niye zulmediyorsunuz?” diye sorulduğunda... “Ama onlar da bize zulmetmiş idi” diye cevap vermek mubah mı?
* Ahmet Hakan / Hürriyet

+++++

MİNİ YORUM
Onursal Yayın Yönetmeni
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Hürriyet Ankara Temsilcisi Metehan Demir’le birlikte gazetenin dünkü yazıişleri toplantısına katılmış... En pratiği... Sen bütün gün koştur koştur gazeteyi hazırladıktan, ilk baskı döndükten sonra “iktidarlı bir makas” devreye girip en özene bezene yaptığın sayfaları yıkacağına, sabah kabineden bir bakan gelsin, gündemi belirlesin, mümkünse manşeti atsın gitsin... Şaka değil; ayakları alışmaya görsün, yakında bunu da yapar iktidarlılar...

Yazarın Diğer Yazıları