“Bu filmdeki kişi ve kurumların gerçek hayatla ilgisi vardır!̶

Anayasa Mahkemesi’nin önce bireysel başvuru sonra da tutukluluk süreleriyle ilgili kararları gözleri yeniden “Silivri davaları”na çevirmişken -gözden ırak olduğu için gazete köşelerinden de uzakta kalan- Şirinyer’den, “İzmir Askeri Casusluk ve Fuhuş Davası” sanıklarından gelen -bilgilendirici ve fakat hayli uzun- mektubu özetliyorum:
“316’sı asker olmak üzere toplam 357 sanığın yer aldığı dava süreci, 10 Ağustos 2010’da ABD’den gönderilen sözde bir ihbar e-postası ile başlamıştır.
“İzmir’de genç kızları kandırarak, zengin kişilere veya üst düzey bürokratlara para karşılığında pazarlayan bir çete olduğu” ihbarına istinaden İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı 24 Eylül 2010 tarihinde soruşturma başlatmıştır.
9 Mayıs 2012’de bir iş adamının Sapanca’da çiftlik evinde yapılan usulsüz aramada, kütüphane rafında rastgele bırakılmış halde bulunmuş hard disk ve flash belleklerde, devlete ait birçok belgenin, TSK ve çeşitli kamu kurumlarında görevli üst düzey kişilerin ad-soyadı ve T.C. kimlik numaralarıyla kaydedildiği, belgelerin bir kısmının eskort bayanlar aracılığıyla örgüte kazandırıldığı ileri sürülmüştür.
(...)
13 Haziran 2012’den itibaren, özellikle terfi sırasında bulunan general/amiral ve kurmay subaylar ile milli savunma projelerinde çalışan ve iç güvenlik harekâtında başarılı görevler icra eden, 316 TSK mensubundan 57’si tutuklanmış, 259’u tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır.
3 genç ve bekâr TSK mensubu ile 5 sivil bayanın kendileri evlerinde yokken yapılan usulsüz aramalarda, Sapanca’dakine benzer dijitallerin bulunduğu iddia edilmiştir.
Davada şüpheli olarak yer alan hiçbir şahsın kişisel bilgisayarlarından alınan imajlarda sözde örgüte ait herhangi suç unsuruna rastlanmamıştır. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik; DNA, Parmak İzi, Dijital vb. bir inceleme yapılmamıştır. (...) 1,5-2 sene fiziki ve teknik takip altında tutulmasına rağmen, gerçek dünyada sözde örgütün hiç bir eylemi tespit edilememiştir.
(...)
Duruşmalarda davayla ilgisi olmayan, kişilerin özel yaşamları ile ilgili bu hususlar, hem itibarsızlaştırmanın bir aracı olarak kullanılmak istenmiştir.
Savunmalarını yapan sanıklara, gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik tek bir soru dahi sorulmamıştır.
Yapılan savunmalarda, iddianamede yer alan hususlar bir bir çürütülmüş olmasına rağmen, dijital komplo mahkeme tarafından görülmek istenmemiştir.
Bu davada “Bu filmde yer alan kişi ve kurum isimlerinin gerçek hayattakilerle bir ilişkisi bulunmamaktadır” uyarısının tam tersi yaşanmaktadır. Casusluluk senaryosundaki karakterler, kurguya uygun olarak gerçek hayattan alınmış, ancak gerçek hayattan alınan bu kişilere, senaryonun kurgusundaki eylemlerinden dolayı hesap sorulmaktadır.
(...)
5 Haziran 2013 tarihinde, mahkeme başkanının şerhine rağmen, halen tutuklulukta geçen sürenin, öngörülen cezanın alt sınırlarını geçmiş olması dikkate alınmadan hiçbir rütbeli TSK mensubu tahliye edilmemiştir. Daha yargılama bitmeden cezanın infazı tamamlanmıştır.
TSK mensuplarının, dünya tarihinde emsali görülmemiş bir casusluk ve ihanet suçlaması ile itibarsızlaştırmaya maruz bırakılmasına, adil yargılanma hakkımıza ve hukuksuzluğa dikkat çekmek maksadıyla, 10-15 Haziran 2013 tarihleri arasında 5 gün süreyle açlık grevi yapılmıştır.
Ne yazık ki bu masum eylem bile, basında ya hiç yer almamış, ya da iç sayfalarda, kenar ve köşelerde yer bulabilmiştir. Oysa PKK ve KCK’lı teröristlerin yaptığı, nihayetinde kilo bile aldıkları söylenen açlık grevine basınımızın ve üst düzey kamu görevlilerimizin nasıl yakın alaka gösterdiklerini çok iyi hatırlıyoruz.”

Medyanın “Temel”leri...

Geçtiğimiz pazar Medya Polemik’te, Sözcü’nün “Felluce ve Dolmabahçe camileri karşılaştırması” manşetinin Yeniçağ’ın 12 Haziran tarihli 1. sayfasının kopyala-yapıştır hali olduğuna dair bir haber vardı.
Dün benzer bir olayı Cumhuriyet yaşadı. Gazetenin Perşembe günü “Can simitleri diyanet oldu” başlığıyla dokuz sütuna manşet yaptığı Fırat Kozok imzalı haberini, dün Habertürk “O rapora ulaştık” diyerek, kendi özel haberiymiş gibi yayınladı; üstelik birinci sayfadan, utanmadan.
Bu minvalde bir garabet de benim başıma geldi. Bengütürk TV’de Çarşamba günü konuğum Onur Öymen’di. Mısır’ı konuştuk. Söz haliyle baskıcı rejimlere; haliyle de basın özgürlüğüne geldi. Öymen canlı yayında çok sıcak bir örnek de verdi. Dediğine göre, CNN Türk İlhan Kesici’nin konuk olacağı Aykırı Sorular’ı iptal etmişti. Kesici, yayın için davet edildiği Bodrum’a gitmiş fakat “teknik bir arıza nedeniyle” programın yapılamayacağını öğrenmişti. Ancak aynı gün aynı program “teknik bir arıza”ya takılmadan Haluk Levent’le yapılabilecekti! Öymen haberi verir vermez birçok meslektaşımızın takip ettiği twitter’dan da paylaşarak “duymayanlara duyurdum”. 48 saat geçti, dün internet siteleri CNN Türk’ün Kesici sansürünü “Flaş haber” diye verdi.
Bu vesileyle hatırlatayım; “referans” bilgisizliğin değil tersine araştırmanın belgesidir. Ve
“Ben yeni duydum” fıkrasındaki Temel durumuna düşmekten iyidir!

Yazarın Diğer Yazıları