Bu ayıp size yeter...
Cenaze evleri sükûnetin hakim olduğu mekânlardır. O sükûnet içinde, cenaze sahibinin acısına saygı olduğu gibi bir nefis muhasebesi de vardır. Kendini cenaze sahibinin yerine koymak ve ölümü hatırlamak vardır o muhasebede: Cenaze sahibinin derdiyle dertlenmek, acısını acı bilmek ve onu anlamak.
Daha tasavvufi bir tabir ile “hemhâl” olmak diyoruz biz buna. Şahit olduğumuz her cenaze, toprağa verdiğimiz her vücut hata ve kusurlarımızı görerek yanlışları düzeltmek için bir başlangıç yapma fırsatıdır bir yerde.
Bu başlangıcı yapabilmek için olaylara şahit olmak, olanları görmek yetmiyor, iz’an sahibi de olmak gerekiyor. İz’an yani “anlayış ve kavrayış” kabiliyetine sahip olma.
Anlayış ve kavrayış mühim bir meleke. Mektep ve medrese ile sahip olunacak bir kabiliyet değil.
Olsa idi bugün Soma’da bir felaket yaşamaz, yaşadığımız felaket sonrası ortalığa saçılan açıklamalar ve “doğru mu görüyorum” dediğimiz olaylar hiç olmazdı.
Ev sahibi acısı ile kıvranırken yapılması gereken omuzundaki el olmak. Gelenekte olduğu gibi elinde bir tas çorba ile kapısına koşmak.
Fakat görüldü ki maden kazası sonrası Soma’ya koşuşturan bazılarının böyle bir derdi yok. Soma’daki 301 canın üzerinden kadim kavgayı sürdürme, bu kavgada bir gol daha atmanın derdinde onlar.
Somalı dağdan cenazesini toplama derdine düşmüşken birilerinin ellerde “sözde” işçi bayrakları ile acıdan faydalanma eylemlerinin, hükümetle “meşveret” halinde olanların vatandaş tekmeleme gayretinin, zihin fukaralarının kayıplarımızın oy tercihlerine göre neye müstahak olduğuna karar vermesinin, kimi devletlûnun patron aklama seanslarının, yandaş ve merkez medyanın birbirlerini “taciz” ateşine tabi tutmasının sebebi bu “gol” atma telaşıdır.
Herkes bu fırsattan pay alma peşinde. Somalı bir taraftan cenazesini bulma ve nihayet defnetme ile mücadele ederken bir taraftan da danışmanın tekmesi, başvekilin tokadı, polisin biber gazı, örgütçünün kızıl bayrağı ile mücadele etti.
Bu ayıp size yeter...
***
Ben onları ayıpları ile başbaşa bırakıp yaptıkları ile hepimize ders olacak iki adamdan bahsetmek istiyorum.
***
Ağrı’dan Soma’ya 12 yıl önce gelmiş. Geçim diyerek madene inmiş. Başka da çaresi yok. Bir ev, yirmi baş nüfus.
Murat Yalçın’dan bahsedeceğim. Sedyede iken “abi çizmemi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin” sözleri ile hepimizi ağlatan adamdan...
Yaptığı şeyi olanca doğallığı ile anlatıyor Murat...
“Ekipler bizi kurtardı, ambulansa bindiğimde ise o kadar insan can derdiyken, bulunduğum yeri kirletmemek nasıl aklıma geldi bilmiyorum. Yattığım yere benden sonra gelebilecek arkadaşlarımı da düşündüm.”
Gazeteci soruyor Murat’a, “Tekrar inecek misin madene?”
Cevabı, 12 yıl önce madenci kayıplarında aynı sırada olduğu Çin, kayıpları 3 kat düşürürken devr-i iktidarlarında kayıpları bırakın azaltmayı artıran hükümete ders olacak cinsten...
“Şu içinde bulunduğumuz ve yaklaşık 20 kişi yaşadığımız evi güç bela borçla yaptık. Çalışıp bu paraları ödemek zorundayız. Ne yapacağız mecburen yine o madene ineceğiz.”
Yeni Türkiye bu olsa gerek...
***
Ölüm anında yazdığı son not “oğlum hakkını helal et” olduğuna göre önemliydi.
Kim bilir, madenciliğin doğası yüzünden oğluyla az vakit geçirdiği içindi o not...
Belki de oğluna ayıramadığı vaktin helalliğini istiyordu.
Oynatamadığı oyunların, götüremediği lunaparkların...
Babasız geçireceği yılların...
Kim bilir?...
Bu millet böyle büyük ve asil bir ruha sahip...
Şu düşünce tarzı hiçbir eğitimle alınamaz. Ancak genetik bir haslet olarak tevarüs edilebilir. Ve bu memleketin her köşesinde benzer örneklerine rastlayabilirsiniz.
Haberi okuyunca yirmi beş yıl önce annemle aramda geçen konuşma geldi aklıma...
Ölüm döşeğindeydi, okul için ondan ayrılmak zorundaydım. Vedalaşmak için sarıldığımda bana söylediği şu sözler hep aklımdadır: Hakkını helal et, en az annelik sana yaptım!..
14 yaşında eğitim için ondan ayrılmak zorunda kalan çocuğuna edemediği hizmetler, geçiremediği vakitler için istenen helallikti anneminkisi...
O ölüm anında bir kâğıt parçası vasıtasıyla oğlundan helallik isteyen baba da aynı halet-i ruhiye içindeydi sanırım.
Görülüyor ki bu anlayış ve yüksek ruha bu toprakların her köşesinde rastlamak hâlâ mümkündür.
Başımız sağolsun...