Böyle savcı ve polis her ile lazım!

Yolsuzluk yapanın yanına kâr kalmamalı. Kim olursa olsun, yolsuzluk yapanın üzerine gitmemiz ve hesabını sormamız en azından vatandaşlık sorumluluğumuz.
Ancak çağdaş bir ülkede yolsuzluğun üzerine gidilirken de hukuka ve daha da önemlisi adalete uymak zorundayız.
Günlerdir İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde yaşanan “yolsuzluk operasyonunu” izliyoruz.
Polis, özel yetkili savcıların emriyle Büyükşehir Belediyesi’ne ait bazı şirketleri ve merkez binayı bastı, saatlerce süren aramalar yapıldı. Çuval çuval kağıtlar çıkarıldı dışarıya, bilgisayarlara el kondu, birçok kişi gözaltına alındı.
Sonuçta 17 kişinin tutuklanmasına karar verildi.
Eğer ortada bir yolsuzluk varsa yapılanlarda bir terslik var mı?
Yok. Hatta tam tersine alkışlanacak bir tavır.
Ama garip olan, AKP’li birçok belediyede yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkarken operasyonun hep CHP’li belediyelere yönelik olması.
Üstelik İzmir’deki özel yetkili savcı ve polis de müthiş çalışmış.
Aylar öncesinden içeri adam sokmuşlar. Elektrik prizlerine video izleme cihazları, ses kayıt aygıtları takılmış. Gireni çıkanı aylarca izlemişler, dinlemişler. Kim rüşvet verdi kim aldı tek tek saptamışlar!
Hepsi harika da, bu tür ince çalışma neden başka belediyelerde uygulanmaz acaba?
Haklarındaki yolsuzluk iddiaları günlerce gazete manşetlerinden ve televizyon haberlerinden inmeyen belediyelere de video alıcıları, ses kayıt cihazları takmak başka savcıların, polis müdürlerinin aklına neden gelmez?
Diyorum ki, keşke her ilde böyle özel yetkili savcılar ve onların talimatıyla müthiş çalışan polis müdürleri olsa, yolsuzlukların önüne nasıl da geçeriz değil mi?
Can Ataklı/ Vatan

+++

Soruşturma kardeşliği

İzmir Anakent Belediyesi’ne yönelik soruşturma aynen Ergenekon’daki sistemle yürütülüyor... Basit anlatımıyla...
Kanıtlar üzerine kısıtlama kararı konuluyor.
Avukatlar, kanıtları göremedikleri için müvekkillerini yargıç önünde savunamıyor.
Şüpheliler ne ile suçlandıklarını bilemiyor...
Bu yüzden onlar da kendilerini savunmakta zorluk çekiyor.
Böylece tutuklanıp hapse atılmaları fevkalade kolaylaşıyor...
Belediyeyi savunan “Gönüllü Avukatlar Koordinasyon Kurulu” sözcüsü Cihan Türsen, kanıtlara kısıtlama kararı koyan yargıçla tutuklama kararını veren yargıcın aynı kişi olmasına dikkati çekiyor... Türsen ekliyor:
“Kanıtları biz göremiyoruz ama bunlar savcılık ve emniyetten yandaş medyaya sızdırılıyor. Biz iddiaları ancak oradan öğrenebiliyoruz...”
Tabii bu arada şüpheliler kamuoyu önünde çoktan suçlu duruma düşürülmüş oluyor.
Ne masumiyet karinesi, ne soruşturmanın gizliliği, ne adil yargılama..
Hukukun bütün ilkelere çiğneniyor. İktidar bu konuda en küçük rahatsızlık belirtmiyor. Çünkü tezgâh açık ki iktidar tarafından düzenleniyor.
Amaç hukuku kullanarak İzmir’de başarılı bir belediyeyi karalamak... Rakibi bu yoldan vurarak birkaç oy fazla koparmak...

***


Bu arada İzmirli avukatları kutlayalım... 200 avukat belediyeyi savunmak için derhal bir araya gelerek “Gönüllü Avukatlar Grubu” oluşturmuşlar. Aynı sistem tutuklu TSK mensuplarını savunmak için önerilmişti. Emekli askeri yargıç ve savcılar bir grup oluşturarak hukuksuzluğa uğrayan silah arkadaşlarını hem mahkemelerde hem ekranlarda savunabilirlerdi... Pek yankısı olmadı...
Melih Aşık/Milliyet

+++

Vardiya kimde

Annemin deyişiyle, insanların bazen “basireti bağlanıyor”...
En bariz hataları veya eksikleri görmüyor...
Göz göre göre yanlış yapıyor veya eksiklerini tamamlamayı akıl etmiyor.

***


Bu satırları başta kendimi eleştirmek için yazıyorum:
Defalarca Silivri’de görülen davalardaki insan hakları ve hukuk ihlalleri üzerine yazı yazdım...
Fakat şöyle bir geriye baktığımda, bu yazılarda genellikle siviller ve özellikle de medya mensupları üzerinde durduğumu gördüm.
Peki ya tutuklu ve tutuksuz yargılanan askerler...
Bir anda aralarında generaller ve amiraller de olan 164 muvazzaf ve emekli askerin tutuklanması?
Annemin bir başka deyişi aklıma geliyor:
Bir haksızlığa uğradığımızda, “Onların canı can da bizimki patlıcan mı!” diye isyan ederdi.
Şimdi aynı eleştiriyi ben de kendime anımsatmak istiyorum:
“Sivillerin, medya mensuplarının canı can da askerlerinki patlıcan mı?”
Onlar da aynı “özel koşullarda” yargılanmıyorlar mı?
Onlar da kaçma olasılıkları olmadığı, görevlerinin başında bulundukları, hatta bir kısmı yurtdışı görevlerinden gelip teslim oldukları halde tutuklu değiller mi?
Galiba, geçmişte darbeler yapılmış olduğundan ve askerlerin ellerinde darbe yapacak silahlı güç bulunmasından dolayı, bütün yargılanan askerleri “olağan şüpheliler” arasında görüyor ve onlara yapılanlar karşısında suskun kalarak haksızlık ve hukuksuzluklara katılmış oluyoruz.

***


Bütün bunları anımsayarak özeleştiri yapmama cuma günü katıldığım Ayşenur Arslan’ın “Medya Mahallesi” programından sonra Uğur Dündar’la karşılaşmam yol açtı.
Beni canlı yayında gören Uğur Dündar, “merhaba” demeye gelmişti.
Ayaküstü sohbet ederken söz Nedim Şener’i görmek için Yılmaz Özdil ile birlikte Silivri’ye yaptığı ziyarete geldi.
Emre Kongar / Cumhuriyet

+++

Gazetecilere özgürlük

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde uluslararası meslek örgütlerinin temsilcilerinin de katılımıyla İstanbul’da 200 gazeteciyle toplanan Gazetecilere Özgürlük Kongresi, önemli saptamalar yaptı. Kongre, Türkiyeínin dünya sıralamasında sonlarda yer almaktan kurtulması için şu adımların atılması çağrısında bulundu:
- Cezaevlerindeki gazeteciler derhal serbest bırakılmalıdır.
- Gazetecilere yönelik olarak geçmişte işlenmiş tüm cinayetler bütün yönleriyle aydınlatılmalı ve sorumlularıyla birlikte gerçekler ortaya çıkarılmalıdır.
- Telefon dinlemelerine olanak vererek haberleşme özgürlüğünü yok eden yasalar ile internet erişimini engellemeye gerekçe olarak gösterilen yasa hükümleri derhal değiştirilmelidir.
- Kanun hükümlerindeki ìbasın ve yayın yoluyla işlenen suçlar “ ifadesiyle ağırlaştırılan cezalar verilmesinden ve idari para cezalarının medya kuruluşlarını ve gazetecileri ekonomik güçlük içerisine sürükleyecek orantısızlıkta uygulanmasından vazgeçilmelidir.
- Tutuklu ve tutuksuz olarak yargılanan gazetecilerin mesleki pratiklerinin gereği olarak bulundurdukları belgeler ve kullandıkları araçlara el konulması uygulamasına son verilmeli, el konulan bu tür belge ve araçlar gazetecilere iade edilmelidir.
- Kongre, gazetecilerin iş güvencelerinin ve sendikal örgütlenme haklarının garanti altına alınmasını basın özgürlüğünün ìolmazsa olmazı” olduğunu vurgular.
Herbert Hoover diyor ki: “Kanunların tek koruyucusu oy çokluğu ile seçilmiş hükümetlerse, hukukun sonu gelmiş demektir.”
Rıza Zelyut / Güneş

+++

Mümtaz’er’e, Tarık Buğra örneğini hatırlatıyorum

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Statükonun Allah’ı” diye bir söz etti ya...
Zaman yazarı Mümtaz’er Türköne, “Bu açıkça kutsala saygısızlıktır” diye uzun bir yazı döktürmüş.
Kılıçdaroğlu’nun bu sözünün suç olduğunu söylüyor ve Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesi’nin Üçüncü Fıkrası’nda yer alan ’Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama’suçu kapmasına girebileceğini ima ediyor.
Mümtaz’er Türköne’nin bu savı üzerine Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne baktım.
’Allah’sözcüğü için şu üç anlamı veriyor sözlük:
BİR: Yaradan, Tanrı...
İKİ: Hayranlık ya da yakarma bildiren söz. (Allah! Ne de yakışmış).
ÜÇ: Herhangi bir işte başarılı olmuş, en üst dereceye ulaşmış kimse.
Sözlük, üçüncü anlam için Mümtaz’er Türköne’nin de sevip saydığı, sağ kesimin önemli romancısı Tarık Buğra’nın eserlerinden birinde geçen şu cümleyi de örnek olarak vermiş:
“Amerika’da kaçakçılığın Allah’ları var.”
Bilmem, bu örneği okuduktan sonra Mümtaz’er Türköne, Tarık Buğra’nın eserlerinin de ’kutsala saygısızlık’ kapsamında toplatılmasını talep eder mi?
Ahmet Hakan / Hürriyet

+++

Ef van münüts

Ayranımız yok içmeye, Ferrari’yi gideriz seyretmeye, yarışları bugün.
Bilet fiyatları makul!
O nedenle, boğazından kesip belediye otobüsüyle gelenler, anca çayırdan... Promosyon ayarlayıp ciplerle gelenler ise, avanta kulesinden seyredecek.
57 tur atılacak.
220 litre benzin yakılacak.
Benzin, benzin değil aslında, uçak yakıtına benzer bi dalga motor... Çünkü, motor da motor değil birader, sanırsın rafineri,vınnn diye gidiyor ama, hüüüp diye içiyor.
De ki...
Kurşunsuz benzin konuyor.
Depoyu fullerse...
915 lira öder.
İstanbul’dan önce nerdeydi?
Çin’de.
Orda kaça fulledi?
285 lira.
İstanbul’dan sonra nerde?
İspanya’da.
Orda kaça fulleyecek?
680 lira.
Formula yarış takvimine göre...
Monaco’da 650 liraya fuller.
Kanada’da 350’ye,
İngiltere’de 750’ye,
Macaristan’da 700’e,
İtalya’da 680’e,
Japonya’da 570’e,
Brezilya’da 650 liraya fuller.
İstanbul’da kaçtı şekerim?
915 lira!
Lewis Hamilton, Sebastian Vettel, Fernando Alonso, Felipe Massa,
Rubens Barricello filan, hikâyedir...
Bizim benzin fiyatını sollayabilen Ef van pilotu anasından doğmadı henüz!
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

Halk siyasetçiye dokunmak istiyor

Bayrampaşa’da ilerliyoruz.. Bir binanın önünde kalabalık var.. Yaklaştık, binanın altındaki dükkânda dev bir tabela asılı..
AK Parti Seçim İrtibat Bürosu..
Kılıçdaroğlu otobüsü durdurdu, aşağıya indi, herkesin elini sıkarak AK Parti’nin seçim bürosuna girdi..
Hayırlı olsun dedi.. Başarılar diledi..
Çok şıktı, çok güzeldi..
AKP’liler de bu jesti karşılıksız bırakmadı.. Kılıçdaroğlu’nu, bangır bangır CHP şarkıları yükselen otobüsü el sallayarak uğurladılar..
Onların hareketi de çok şıktı, çok güzeldi..

***


CHP lideri ile İstanbul turu attım.. Mitinglerini izledim.. Mitinglerinden çok, yol boyu yaşananlar daha önemliydi..
İnsanlar ona, o insanlara dokunuyordu.. El sıkıyordu, sarılıyordu.. Gördüm ki insanlar bu teması istiyor.. Siyasetçiyi sokağında, dükkânında, kahvesinde görmek istiyor..
Elini sürmek istiyor..
Mehmet Tezkan / Milliyet

+++

Soru:
AKP statükosu nedir?
Yanıt:
Telekulak, mali ekip, özel yetkili savcı, çeşit çeşit yasak...
Haldun Ertem

+++

GÜNÜN SORUSU

Katiller cinayet işlerken her çocuğun bir annesi olduğunu akıllarına getirebilselerdi; acaba bu dünyada o zaman da bu kadar çok cinayet işlenir miydi?
Mustafa Mutlu/Vatan

Yazarın Diğer Yazıları