‘Böyle buyurdu Öcalan’

“Haber(!)”e göre, “devlet/hükümet yetkilileri” ve “BDP/HDP”lilerden başka, kısa süre önce “yabancı bir heyet” de görüşmüş PKK’lı terörist başı Öcalan’la. Önümüzdeki günlerde ise “gazeteciler, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve akil insanlar” da katılacakmış “türbe”ye çevirdikleri İmralı’ya yüz sürenler arasına!
“Bağzı” köşe yazarlarından oluşan listeye burun kıvıran Öcalan “tüm gazetelerin genel yayın yönetmenleri”yle bir araya getirilecekmiş!
Hay sizin dilinize!
Medya mensuplarının Öcalan’ın militanlarından farkı kalmadı; öyle buyuruyor madem, ya olacak, ya olacak! Hâşâ reddi ne mümkün! Madem lütfedip huzura kabul etti; marş marş gidilecek, ip gibi hizaya geçilecek elbet!
“Öcalan tüm gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle bir araya getirilecek”miş.
Nasıl peki?
Bu kararı vermeden önce “tüm genel yayın yönetmenleri”ni tek tek arayıp ilettiniz mi mesela bu teklifi?
Hepsi kabul etti mi?
Hiçbirine sorma ihtiyacı duymadan neye göre ilan ediyorsunuz “tümüyle” bir araya geleceğini?
Ne yapacaksınız, ellerini, ayaklarını bağlayıp karga tulumba zorla mı götüreceksiniz Öcalan’ın davetine icabet etmek istemeyenleri?
Herkes durduğu yere göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık/yokluk ayrımına geldiği şu günlerde; “tarih”e geçeceği muhakkak olan bu tür bir görüşmeye tanıklık etmek için de etmemek için de yığınla “geçerli” sebep üretebilir. Olağan koşullarda Öcalan’la yahut aynı ayardaki başka canilerle, katillerle konuşmak evet bir gazetecilik faaliyetidir ama gazetecilik asla Öcalan’ı, “süreç” diye yutturdukları ihaneti, siyasi iktidarın ülkeyi sürüklediği batağı meşrulaştırma faaliyeti değildir.
Binlerce insanın katlinin, devletin parçalanma noktasına gelmesinin birinci derecede sorumlusu, ağırlaştırılmış müebbede mahkum, mahpus haldeki bir acizin arzularını emir telakki eden dil de hem habere, hem haberciliğe ihanettir!

Böylesi mizah dergilerinde bile görülmedi

Dünkü Zaman’ı okurken son birkaç yılın Yeniçağ’ları geçti gözümün önünden, Sözcü’leri, Cumhuriyet’leri, Aydınlık’ları..:
“Böyle bir yasa darbe döneminde bile uygulanamadı.”
Ne kadar tanıdık bir isyan değil mi?
Ümraniye soruşturması başladığında, Balyoz yargılamaları sırasında, insanların evleri basılırken; “tutuklananları” evleri dahi basılmadan ilan ederken televizyonlar, dede yadigarı antika çifteyi delil sayıp cezaevinde çürütülürken ömürler, savunma hakları gasp edilirken, hukuk alenen çiğnenirken, sadece sermayesine değil hayatına el konulurken insanların; meslekleri, itibarları, saygınlıkları, aileleri, evlatlarının rızıkları, geçmişleri ve gelecekleri çalınırken, kim vurduya giderken sokaklarda gencecik çocuklar, gazetelere-gazetecilere dönük baskılar, tehditler, ambargolar karşısında; “hukukçular” ın, “mağdurlar” ın, “darbe görmüş geçirmiş siyasiler” in ağzından ne çok atmıştık benzeri manşetleri:
Darbe dönemlerinde bile böylesi görülmedi!
Ve sırf bu hatırlatma bile yetmişti “darbeci” diye yaftalamalarına bizi; bir kalemde, nereye varacağını düşünmeden “darbe işbirlikçisi” ilan etmişlerdi.


***


Bülent Korucu’nun “hukuk” a sığınarak “kanunla suç olarak tanımlanmamış hiçbir eylemi işleyene ceza verilemez” yazdığını gördüm dün!
Hüseyin Gülerce, “demokrasi” ye, “insan hakları”na atıfta bulunarak “akıl alacak gibi değil... izah edilemez bir gayret... ” diyordu dershaneleri hedef alan “intikamperest” tavırla ilgili olarak!
Erhan Başyurt, “insan aklıyla alay ediyorlar” diyordu.
Bir an için Yavuz Selim Demirağ, Müyesser Yıldız, Nihat Genç, Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Nedim Şener, Ahmet Şık, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Ali Sirmen, Melih Aşık, Yalçın Bayer, Necati Doğru, Mehmet Türker, Ayşenur Arslan okur gibi hissettim kendimi... Silivri’de tanık oldukları adaletsizlik karşısında saçlarını başlarını yola yola yazdıkları satırlar geçti gözümün önünden. Onlar da aynı dertten muzdaripti ve şimdi “hak”, “hukuk” diyenler vicdan azabı duymak bir yana, keyiften dört köşe, mest halde izliyordu “iktidara biat etmeyenlere” a reva görülen işkenceyi.
Tuncay Özkan da şaşkındı tıpkı Bülent Korucu gibi; “Hani” diyordu, “Suçum nerde, hani, suç hangisi”... Müebbede mahkum edildi ve hâlâ “suçu”nu öğrenemedi.


***


Aslında ben de dershanelerin kapatılmasının özellikle Güney Doğu’da terör örgütünün ekmeğine yağ süreceğini düşünüyor ve endişeleniyorum ama cemaat yanlısı yayın organlarının “iktidar dershaneleri kapatarak terör örgütünü sevindirecek” propagandasına acı acı gülmekten de alamıyorum kendimi. Ölçü buysa; Engin Alan cezaevine götürüldüğü gün neden “terör örgütünü sevindirmeyin” diye itiraz etmediniz peki? Öcalan’ı sorgulayan Hasan Atilla Uğur hapsedilirken neden aklınıza gelmedi teröristlerin bayram edeceği!..


***


Asla “oh” demiyorum; “etme bulma dünyası” deyip kıs kıs gülmüyorum. Sadece -şimdi düşmanımın düşmanı dostumdur anlayışıyla yeni bir kutsal-toplumsal ittifak bekliyorlar ya- el insaf diyorum!
Düne kadar siz de, bugün Erdoğan’a atfettiğiniz kibrin -hem de misliyle- esiri değil miydiniz?
“Minareden düşenin parçası bulunur ama gönülden düşenin parçası bulunmaz” diyordu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yöneticilerinden biri.
Doğru!
Peki siz düştüğünüz gönüllere nasıl gireceksiniz?
“Haberimizi yalanlayan MEB’in özrü yetmez, talimatla haber yazanlar da özür dilemeli” diyen Ekrem Dumanlı mesela;
Yönettiği gazetede yalan haberle boy boy hedef gösterilen insanlardan, meslektaşlarından özür dileyecek mi?
Referandum öncesi “darbelerle hesaplaşacağız” diye kandırdıkları “darbe mağdurları”ndan özür dileyip; bu “sivil darbe”nin inşasına katkılarından ötürü pişmanlığını bildirecek mi?
Ancak bir karikatürün konuşma balonuna yakışır biçimde “O yaşlı başlı adamlar orada hesap verince ciğerim yanıyor benim. Elimde bir imkan olsa, ben onlara hepsine ‘serbestsiniz’ derim” demek yeter mi?
Sizin çok sevdiğiniz o kavramla izah etmek gerekirse;
“Darbe dönemlerinde bile görülmeyen” azgın rövanşizme karşı toplumsal mücadele verebilmek için; Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısına, rejimin niteliğine, milli birlik ve bütünlüğümüze, sınırlarımıza, Atatürk’ün hatırasına dönük pazarlık içermeyen bir “helalleşme” gerekmez mi?

Sıradaki?

“İmralı vizeliler” listesi kabardıkça, “sırada kim var” diye soruyorlar ya; çok garibime gidiyor. “Gavat” ı yedirmediklerine göre belli değil mi caniye göndermeyi düşündükleri!

!

Yıl 2013... Bir ülke hâlâ “başörtüsü” ile, “pantolon” ile “normalleşmeye” çalışıyorsa, gerçekten de acilen normalleşmeye ihtiyacı var demektir!

Yazarın Diğer Yazıları