Botokslu olunca kızarmıyor mu insanın yüzü
“Manşetler ve yorumlar üzerinden suçlu üretmek basın özgürlüğüne aykırı”ymış...
“Mc Carthy olmaya” lüzum yokmuş...
“Kimin yargılanacağı kararını savcı ve hakim versin” miş...
Hayrola!..
Biri Nazlı Ilıcak’ın akreditasyonunu yanlışlıkla “akil teyze” locasına mı yaptırdı acaba?
Evet, tabii ya, mutlaka bir yanlışlık yapıldı... Yoksa ne işi var “seyirciler” arasında! Sahnede olmalıydı, sonuçta yıllardır o da bu oyunun kadrosunda!
***
Tanıkları dün gibi hatırlıyordur, “kimin yargılanacağı konusunun hakim ve savcılara bırakılmadığı” sahnelerde Ilıcak devleşirdi adeta!
Rakipsizdi!
Kalemini, 1 Mayıs mitinglerine gidenlere, grev yapan işçilere, sokağa dökülen öğrencilere, akademisyenlere ve elbette gazetecilere doğru şöyle bir çevirmesi yeterdi...
Sırf Brecht oynuyorlar diye Genco Erkal’ı, Zeliha Berksoy’u gösterip “tut, tut, tut” temposunda yazdıklarını bilenler acı acı gülüyordur şimdi;
Ilıcak “Mc Carthy” mi dedi!
***
Hele o “manşetler ve yorumlar üzerinden suçlu üretmek”teki mahirliği... Kimsecikler eline su dökemezdi;
Uğur Mumcu yazdıklarından dolayı “demokrasi düşmanı”, Muammer Aksoy yorumlarından dolayı “Beyaz İdi Amin”di!
Bunları rahat rahat, tekrar tekrar yapabildiğine göre ya böyle yaftalamaların “basın özgürlüğüne aykırı” olmadığı düşüncesindeydi ya da “kişi hak ve özgürlükleri” umurunda değildi!
Nihayetinde Ilıcak’ın o günlerde yazdığı ve “neden müsamaha gösteriliyor”la başlayıp,“neden müdahale edilmiyor”la biten yazılarının içeriği, eleştirdiği “Mehmet Baransu listeleri” nden pek de farklı değildi!
***
Ha, diyelim o öyle bir devirdi...
Peki... Şimdi okuyacağınız satırların üretim tarihi yeni, 23 Ocak 2012:
“Hrant Dink suikastının arka planı iyice incelenmeli. Dink, pek tanınmazken, 21 Şubat 2004’te, Hürriyet gazetesi, Agos’ta çıkan Sabiha Gökçen haberini iktibas ederek, bu gazetenin Genel Yayın Müdürü Dink’i kamuoyuna mal etti.
Hrant Dink, öldürülene kadar bir daha gündemden düşmedi. Onun, “Türk düşmanı bir Ermeni” olduğu teması özellikle Yeniçağ, Önce Vatan, Ortadoğu gibi “aşırı milliyetçi” gazetelerde ve ulusalcı (ya da Ülkücü) çevrelerde sürekli işlendi. (...) Yeniçağ gazetesi “Ermeni’ye bak” manşetini attı...
Hrant Dink’in, hedef haline gelmesinde,(...) nefret yayan bu yazı ve manşetlerin etkisini görmemek mümkün mü.”
Bu satırlarla yapılan da “manşetler ve yorumlar üzerinden suçlu üretmek” değil mi?
Dünden bugüne “manşet ve yorumlar üzerinden suçlu üretmek” konusunda neredeyse entegre tesis gibi üretim yapmış birinin “dost tavsiyesi”ni kim ciddiye alır şimdi?
Hayır “ben ettim siz etmeyin” dese filan neyse de “en günahsızınız benim, dolayısıyla taş benim elimde” havalarını görünce aklım almıyor;
Botokslu yüzkızarma yetisini de mi kaybediyor acaba?
Milletvekilliği adaylık şartları
Kanun tekliflerini bir süredir “AKP dayağı” metoduyla geçiren Milli Eğitim Komisyonu’nun MHP’li üyelerinden Zuhal Topçu’ya “Ne yapacaksınız” diye sordum:
“Vücut çalışmaya başlayacağım, pazılarımı güçlendirmem lazım” dedi...
Aynı dakikalarda CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce şu tiviti attı:
“Bugün de TBMM’de AKPliler tarafından öldürülmedim. Şükürler olsun!”
***
Bu noktadan sonra tek sözüm muhalefet partilerinin genel başkanlarına:
Şöyle iyi eğitimliymiş, etrafında böyle saygıdeğer kişiymiş, şu kadar dil bilirmiş, pek de sevilirmiş; geçin hepsini bir kalemde... Madem mürekkep yalamışı değil karşısına dikilene TBMM’nin yerlerini yalatanı makbul; siz de önümüzdeki ilk seçimde Kırkpınar Ağalığına aday gösterecekmişsiniz gibi oluşturun listelerinizi...
Hani parti genel merkezlerine uzun masalar kuruyorsunuz, onca personel çalıştırıyorsunuz, sonra günlerce aday adayı dosyalarına gömülüp işin içinden çıkmaya çalışıyorsunuz ya; boşverin... Salın bütün aday adaylarını “er meydanı”na; kural belli:
“Ayakta kalan adayımızdır!”
Uçan tekme atabilenler seçilme garantili yerlerden, kündeye getirme kabiliyeti olanlar kozmopolit yapılı şehirlerden, kroşesi, aparkatı sağlam olanlar “yiğidin harman olduğu” yerlerden aday gösterilecektir.
Siyah kuşağı bulunanlar “kontenjan adayı” yapılacaktır.
Ok ve cirit atma konusunda hünerli olanlar ile herhangi bir poligonda düzenli talim yaptığını belgeleyenler komisyonlarda “kırtasiye malzemelerinin nişanlanması”ndan sorumlu danışman yapılacaktır.
“Biz demiştik” ifadesi irite edici. Bu yüzden şöyle söyleyeyim:
“Biz dememiş miydik!”
Zaman yazarı Bülent Korucu’nun Taraf’ı “cemaatçi olmadığını ispat için ulusalcılaşmakla suçlayarak(!)” yaptığı ortaya bakın nasıl vurdu Yeni Şafak yazarı Salih Tuna:
“BOP Eşbaşkanı” demekle “Stratfor işbirlikçisi” demeye getirmenin arasında pek fark yok.
Ergenekoncuların “alaturka” icra ettiğini, “Çoksesli Batı müziği” formunda icra edip de Demirel’e “İşte çağdaş Türkiye bu!” dedirtmesinler.”
9 Mart 2012 tarihli Medya Polemik’te yer alan “Son Ergenekoncu Ahmet Altan” başlıklı yazı şöyle bitiyordu: “İster misiniz Ahmet Altan bir de “son Ergenekoncu” olsun başımıza!”
Oldu! Uysa da, uymasa da olduruldu!
Keza dün Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı Taraf’ın yanlış yaptığını, Star yazarı Ahmet Kekeç ise Altan’ın kendisini bitirdiği yazdı.
Uyanın! Malatya’ya Pentagon geldi
İster CHP’li, ister AKP’li, ister MHP’li, ister BDP’li olsun her kim; “Yeniden Bağımsız Türkiye” diye sokaklara dökülüyorsa hepsine el uzatmak boynumuzun borcudur.
Tarihçilerin düşüne düşüne, araştıra araştıra, kuşkulardan geçire geçire bulup söyledikleri bir gerçek var. Yer tuttuğumuz şu “Ortadoğu coğrafyasında 3 ülke” bir konuda birbirine tıpatıp benziyor.
İran, Afganistan, Türkiye!
Tarih boyunca savaştılar.
Yendiler. Yenildiler.
İstilaya uğradılar. Direndiler.
Bu 3 ülke bağımsız kaldılar.
Şu işe bakın ki; yeni soğuk savaş; “güçleri hiçbir zaman bağımsızlıklarını kaybetmemelerinde yatan” birbirine komşu Türkiye ile İran’ı, zorluyor.
Ne Rusya, ne ABD demeli.
İran’da bağımsız kalmalı.
Ne ABD, ne Rusya’ya sığınmalı.
Türkiye’de bağımsız olmalı.
Türkiye ve İran, bağımsız kalmazlarsa birbiriyle boğaz boğaza gelecekler. ABD’nin Rusya ve Çin’e karşı “topyekün vurulmazlık gücü elde etmek” arzusundan doğan yeni soğuk savaş sonrası ortaya çıkacak sıcak yerel çatışmalarda İran ile Türkiye birbirine vuruşturulma ihtimali ile yüz yüzeler.
***
Leyla Tavşanoğlu, söyleşi yaptı.
Rusya Büyükelçisi’yle konuştu.
Rusya Büyükelçisi Vladimir İvanovskiy şunları söyledi: “...Malatya Kürecik’deki füze kalkanı Rusya’nın füze sisteminin bulunduğu bölgeleri de kapsıyor... Karadeniz’e sürekli giren ABD savaş gemileri de füze radar sistemiyle donatılmış durumdalar...Savaş gemilerindeki füze radarları ile Malatya Kürecik’deki füze kalkanı birlikte faaliyet halinde olabilecek... Bu yanıyla ABD’ye topyekun vurulmazlık gücü sağlanıyor...Biz de (Rusya) bu durumda boş durmuyor; stratejik silahlarımızı, nükleer denizaltılarımızı geliştiriyoruz. Önümüzde İran ve Suriye üzerinde yapılan hesaplar var... Durum iyice kötüye gidiyor...”
***
CHP’li 9 kadın milletvekili Kürecik Füze Kalkanı’nı protesto etmek için Malatya’ya gittiler. Radarın bulunduğu alana sokulmayınca; “Buraya girmek için Pentagondan (ABD Genel Kurmayı’ndan) mı izin alacağız?” diye bağırıp seslerini Türk milletine duyurmak istediler.
***
Bu yazı, CHP’li 9 kadın milletvekiline destek arama çabası değil. Türkiye için bağımsızlığın ne kadar önemli olduğunu anlatabilme yazısıdır.
İster CHP’li, ister AKP’li, ister MHP’li, ister BDP’li olsun her kim; “Yeniden Bağımsız Türkiye” diye sokaklara dökülüyorsa hepsine el uzatmak boynumuzun borcudur.
Necati Doğru / Sözcü
Medyayı intikam aletine dönüştürdüler
Medya yozlaştı, televizyonlar “İntikam aleti” haline geldi. Suçlamalar, ihbarlar, dedikodular birbirine karıştı.
Gündem yaratmak için Atatürk’ün adını bile karalamaya kalkışan densizler var. Ne yazık ki bazı televizyonlar, kendi çıkarları için bu tipleri ekrana çıkarıyor “Tartışma” adı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine dinamit koymak istiyorlar!
Kendilerini araştırmacı gazeteci olarak tanıtan, aslında gazetecilikle ilgisi olmayan birtakım karanlık kişiler de, tasmalarından kurtulup kendi aşağılık duygularını tatmin için ülkenin tüm kutsal değerlerine saldırıp duruyor!
Bu bulanık ortamdan faydalanmak, kendilerine çıkar sağlamak isteyenler, sevmedikleri kim varsa tutuklanması gerektiğini ortaya atıp yargısız infaz yaparak ortamı gerdikçe geriyorlar!
Yanlış yolda olanlara, efsane İngiliz Başbakanı Churchill’in şu sözlerini hatırlatmak gerekiyor:
“Hiçbir ulus, bugünü dünle kavga ettirerek yarına varamaz!”
Rahmi Turan / Hürriyet
O manşet “şantaj”dı
Biraz aklını çalıştıran herkes anlar ki: Sivil casusların gazetesi Taraf’ta atılan ‘Başbakan’ın 2 yıl ömrü kalmış’ manşeti; bir haber değil bir şantajdı.
Tıpkı daha önce Ergenekon, Balyoz, darbe denilerek askerlere, milliyetçilere, yurtseverlere yapılan şantajlar gibi...
Taraf ile Tayyip Bey ortaklığı boşuna bozulmadı. Bu casus gazeteyi kullanan ‘odak’ Başbakan’a, ’Sen Köşk’e çık ama direksiyonu bizim adamımıza bırak!’ diyor.
O örgüt gazetesinden Tayyip Bey’i destekleyen AKP’lilere mesaj verildi:
-Bakın 2 sene sonra o yok. O zaman elimize düşeceksiniz. Bu yüzden ona arka çıkmayı bırakın...
Rıza Zelyut / Güneş
Hadi yine iyisiniz Aydın Bey!
Bugün medyanın, 28 Şubat’taki günahı yüzünden sorgulanması gayet tabiidir. Ancak buradaki hataları birkaç isme indirgeyerek adeta her şey onların üzerine yıkılmaktadır. Mesela Doğan Grubu yetkilileri, o dönemde yanlış ve üzücü bir yayın politikası izlemiş, pek çok hataya imza atmıştır; lakin bunların faturasını Aydın Doğan’a kesmek ve onu adeta linç etmek de yanlış. Bilinenin tam aksine Aydın Bey kimi zaman büyük bir direniş de göstermiştir. Mesela o dönemin kudretli generali, Doğan Grubu’na gelip yazarları topyekûn aydınlattığında(!) komutana methiye dizenler olmuştu. Şimdi o övgücülerin adı bile zikredilmiyor bugünkü tartışmalarda. Halbuki o malum görüşmelerde hakperest yorum yapan bir düşünce insanına tek destek veren kişi Aydın Doğan’dı; bunu görmezden gelmek hata olur kanısındayım.
Ekrem Dumanlı / Zaman